Küçük Efendi (Bölüm-3) Sürgün
3 Mart 1924 yılıdır. Ankara Hükümeti ve başında bulunan Mustafa Kemal Paşa tarafından Osmanlı Hanedan ailesi hakkında sürgün kararı çıkar. Geçmekte olan kış kadar çetin, hüzün dolu ve hafızalardan hiç silinmeyecek bir tarihtir bu.
O gün akşam vakti, saat sekiz sularında M.Selim Efendi’nin bulunduğu köşke üç polis gelerek tebligat yaparlar.
M.Selim Efendi polisleri sakinlikle karşılar, tebligat kağıdını ellerinden alırken “Evladım bavullarımızı toplamaya vaktimiz var mı?” diye sorar.
Amir “Tabi ki efendim sizlere 72 saat, sultanlara bir hafta verildi lakin gideceğiniz günü ve saati bize bildirmeniz gerek, sizlere refakat ederek ayrıldığınızdan emin olmamız gerek. Ve ayrıca o gün devletimiz sizlere birer zarf verecek” der.
M.Selim Efendi ne zarfı olduğunu sorsa da amir; “Efendim ne zarfı olduğunu ben de bilmiyorum, bana verilen görev tebligatı size ulaştırıp, gideceğiniz gün size refakat etmektir” diyerek ayrılır.
O sırada Şehzade Abdülkerim Efendi kuzeni Orhan Efendi’ye gittiği için sürgün kararından haberdar değildir. Saat 9 gibi köşke döner. İçeri girdiğinde validesini ve M.Selim Efendi’yi gözleri yaşlı görür ve hemen sorar “Kim ölmüş, neden hüzünlüsünüz?”
M.Selim Efendi durumu anlatır fakat Şehzade Abdülkerim Efendi hiddetle karşı çıkar ve şu sözleri söyler ”Bizi nasıl kovarlar, dedelerim bu toprakların muhafazası için canlarını ortaya koymuşlar, bunu nasıl yaparlar şehzade babam?”
M.Selim Efendi ise şehzadeye durumu izah eder ve “Artık saltanat kaldırıldı, sen ve ben, bizler artık şehzade değiliz bu vatanda. Bu meclisin kararıdır, artık bizi istemiyorlar” diyerek sakinleştirmeye çalışır.
Bu, Şehzade Abdülkerim Efendi’nin hayatında yaşadığı ikinci büyük acıdır. İlki Dedesi Sultan Abdülhamid Han’ın 1918’de vefatı, diğeri ise bu sürgün kararıdır.
Köşkte eşyalar toplanmaya başlamıştır lakin Şehzade Abdülkerim eşyalarına dokunmaz ve köşkte kalacağım diye ısrarını sürdürür.
M.Selim Efendi bu ısrarın beyhude olduğunu şehzade oğluna ”Yapma şehzadem, burda kalman mümkün değil, ellerinde liste var, bebekler dahil Osmanlı Hanedan fertleri olarak 155 kişiyiz, hepimizi tek tek kontrol ediyorlar ve biliyorlar, burda kalamazsın” diyerek anlatmaya çalışır lakin Abdülkerim Efendi gerekirse kaçarım diyerek gitmemekte ısrarcıdır.
M.Selim Efendi yine sakin sakin “Bak şehzadem halife Abdülmecid Han dahi önceleri bu durumu kabullenmedi fakat sonra ikna oldu, şu an elden gelen hiç birşey yoktur, artık bu iş burada bitti” der.
Şehzade Abdülkerim ”Bu iş burada bitmez, ben sürgünde bile mücadele etmeye devam edeceğim” diyerek çaresiz bavulunu hazırlar.
Ertesi gün kuzeni Orhan Efendi yanlarına gelir ve kendileriyle birlikte gitmek istediğini, Şehzade Abdülkerim’le beraber olmak istediğini söyler.
Öğlene doğru polisler gelir ve “Şehzadem hazır iseniz yola çıkalım” der.
Polislerden biri gözyaşlarını tutamamakta, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Bu durum Orhan Efendi’nin dikkatini çeker ve amcasına “Amcacığım şu polisi sakinleştirebilirmisiniz, biz de ağlamaya başladık onu görünce” der.
M.Selim Efendi polise sakin olmasını söyler ve “Oğlum rica ederim sakin olunuz, bizim de içimiz kan ağlıyor ama birşey yapamıyoruz, lütfen zorlaştırmayınız” der.
M.Selim Efendi iki eşi, kızı Nemika Sultan, oğlu Abdülkerim Efendi ve yeğeni Orhan Efendiyi alıp Haydarpaşa Gar’ına gelirler. Sonraki rota Halep’tir.
Diğer hanedan üyelerinin bazıları vapurla Mısır’a, Gazze’ye, Beyrut’a, bazıları Çatalca’dan kalkan trenle Balkan ülkelerine ve Avrupa’ya giderler. Herbiri başka topraklara adeta savrulur.
Tarih 8 Mart 1924. Osmanlı topraklarında 623 yıl hüküm sürmüş şanlı hanedan ailesinin tek bir ferdi dahi bırakılmamış, sürgün edilmiştir.
Aile fertlerine verilen zarflarda 2 bin İngiliz sterlini ve bir yıllık süreli pasaport vardır. Pasaporta göre bir yıl dolduğunda vatansız kalacaklardı. Hiç bir ülkeye tabi değillerdi.
M.Selim Efendi ailesiyle beraber Halep’e gelir, burda ufak bir konak bulur yerleşirler.
Bu arada Anadolu’da M.Selim Sultanımız diye hutbeler okunur fakat bundan M.Selim Efendinin de haberi yoktur.
Bu olayı duyan Ankara Hükümeti ise çok kızarak Fransızların işgali altında bulunan Halep’e bir telgraf çekerler.
Telgrafta “Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu M.Selim Efendi’nin Halep’te kalması bizim için sakıncalıdır, başka yere naklini talep ederiz” denmektedir.
Fransız makamları, bu henüz yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti ile arayı bozmak istemediğinden M.Selim Efendi’yi yanındaklerle birlikte Beyrut’a gönderirler.
Beyrut’a gelen başka hanedan üyeleri ve şehzadeler de vardır lakin Selim Efendi yalnızlığı sevdiği için Beyrut’un dışında kalan Cünye kasabasına yerleşir.
Cünye hristiyan ağırlıklı ve biraz da ermeni nufüsun oluşturduğu bir kasabadır. Cünye’ye varır varmaz hemen ev aramaya başlar ve tam tepede bir konak görür. Gider sahibini bulur. Sahibi bir Ermenidir.
Dostlarım 2004 senesinde bu konağın sahibinin oğlu ile tanışmıştım. İlyas Bey M.Selim Efendi’nin bu konağı babasından nasıl kiraladığını bize şöyle anlatmıştı;
Evin sahibi M.Selim Efendi’yi görünce sevinç içinde ellerine sarılıp “Efendim ne demek kira, koskoca Sultan’ın oğlu benim evime talip olmuş, buyrun oturun ben hiç bir bedel istemiyorum” der.
M.Selim Efendi kabul etmez, sonunda makul bir bedel üzere kiralar.
Ev sahibi “Efendim biz Osmanlı teb’asıyız, sizin dedeleriniz sayesinde güven içinde yaşadık, İbadetimize karışmadılar Allah onlardan razı olsun“ diyerek gözyaşlarıyla bu sevincini ifade eder.
Bu olayı bizlere aktaran İlyas Bey’in bir de kendine dair anlattığı şu hatırayı da burada yazmadan geçemeyeceğim dostlarım.
M.Selim Efendi ara sıra ev sahibinin oğluna yani İlyas Bey’e cebinde kalan son Osmanlı liralarını harçlık verirmiş. Bu İlyas Bey’in çok hoşuna gidermiş. Bizlere M.Selim Efendi’nin ne kadar asil biri olduğunu öve öve bitirememişti.
Evet biz Abdülkerim Efendi’ye yani Küçük Efendi’ye geri dönelim.
O yıllarda artık 28 yaşlarında genç bir delikanlı olan şehzade evlenmek ister. Beyrut’ta hanedan ailesinden sultanlar, akrabalar da bulunmaktadır. Şehzade bir kaç sultana evlilik teklifinde bulunursa da bu işi duyan babası M.Selim Efendi çok kızar ve izin vermez.
Bu durum aile arasında hemen duyulur ve sultanlar Şehzadenin üç sultana da evlilik teklif etmiş olduğunu öğreniler ve aralarında Abdülkerim Efendiyi istemezler.
Bir gün M.Selim Efendi oğlunu yanına çeker nasihat eder ve der ki “Bak oğlum bu kasabanın kızlarından uzak durasın, bunlar bize kız vermezler, kendileri katı maruni hristiyandır asla müslümana kız vermezler”
Şehzade Abdülkerim sanki aksini yap demişler gibi kasabada gördüğü güzel bir kıza tutulur. Adı İlezebet olan kızın ailesi tanınmış maruni hristiyan bir ailedir.
Kızın yollarını gözlemeye başlar. Nihayet bir gün karşısına çıkan İlezebet fransızca olarak “Bey sen ne istersin” diye sorunca Abdülkerim Efendi niyetini açıklar. Kıza aşık olduğunu, evlenmek istediğini söyler.
Kız biraz şaşkın “Yakışıklısın, asilsin, sizi tanırız lakin ailem vermez” deyince Abdülkerim Efendi beylik tabancasını çıkarır ve masaya koyar.
Kıza “Seç” der. “Namlu sana gelirse benimle kaçacaksın, namlu bana gelirse seni kaçıracağım.”
Her iki durum da aslında aynı kapıya çıkmaktadır ve kız bunu kabul eder.
Bavulunu hazırlar ve aynı günün gecesi birlikte Şam’a kaçarlar.
Bunu duyan M.Selim Efendi çok kızar ve artık benim öyle bir evladım yok diyerek şehzadeyi evlatlıktan red eder.
Kızın ailesi de üzgün olmakla beraber M.Selim Efendiyle konuşup ortalığın sakinleşmesi için gayret gösterirler.
Şehzade Abdülkerim Efendi Şam’da Ilezebet ile nikah kıyarlar ve İlezebet müslüman olur ismini Nimet olarak değiştirirler.
Bu ismini çok seven Nimet babaannemiz artık hep bu isimle çağırılmak istediğini sıklıkla dile getirirmiş.
1929’da bu evliliği yapan Şehzade artık Şam’a yerleşmiştir fakat onun kafasında başka planlar vardır.
Sık sık Beyrut’a giderek ordaki şehzade kuzenleri, Sultan Abdülaziz’in, Sultan Reşad’ın torunlarıyla ve tabi ki Şehzade Orhan Efendiyle bir araya gelir, görüşür.
Şehzadeler yaşça kendisinden büyük olmasına rağmen Abdülkerim Efendi’ye neler yapacaklarını sorarlar, ondan icraat beklerler.
Abdülkerim efendi onlara “Şehzadelerim, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir hamle yapmak bize yakışmaz. Devlet kuruldu, Cumhuriyet var biz bu durumu kabullenelim” der.
Bu sözleri Abdülkerim Efendi’nin söylemesine şehzadeler şaşırır. Lakin Şehzade onlara “Bekleyin, daha sözüm bitmedi, benden haber bekleyin, yakında yeni bir devlet kurulacak ve başına ben geçeceğim” der.
Şehzadeler bu sözlere bir hayal diyerek gülerler.
Şehzade Abdülkerim Efendi o dönem Mohsin Çapan diye bir Osmanlı hariciyeci ile görüşmektedir. Mohsin Çapan dünyayı iyi tanımış, bir çok lider ile bir araya gelmiş, bilhassa Japon İmparatoru ile yakın münasebetleri olan bir şahıstır.
Evet dostlarım bundan sonraki kısmı yazımın 4. Bölümüne bırakarak bu bölümü burada sonlandırmak istiyorum.
Allah’a emanet olunuz!
O gün akşam vakti, saat sekiz sularında M.Selim Efendi’nin bulunduğu köşke üç polis gelerek tebligat yaparlar.
M.Selim Efendi polisleri sakinlikle karşılar, tebligat kağıdını ellerinden alırken “Evladım bavullarımızı toplamaya vaktimiz var mı?” diye sorar.
Amir “Tabi ki efendim sizlere 72 saat, sultanlara bir hafta verildi lakin gideceğiniz günü ve saati bize bildirmeniz gerek, sizlere refakat ederek ayrıldığınızdan emin olmamız gerek. Ve ayrıca o gün devletimiz sizlere birer zarf verecek” der.
M.Selim Efendi ne zarfı olduğunu sorsa da amir; “Efendim ne zarfı olduğunu ben de bilmiyorum, bana verilen görev tebligatı size ulaştırıp, gideceğiniz gün size refakat etmektir” diyerek ayrılır.
O sırada Şehzade Abdülkerim Efendi kuzeni Orhan Efendi’ye gittiği için sürgün kararından haberdar değildir. Saat 9 gibi köşke döner. İçeri girdiğinde validesini ve M.Selim Efendi’yi gözleri yaşlı görür ve hemen sorar “Kim ölmüş, neden hüzünlüsünüz?”
M.Selim Efendi durumu anlatır fakat Şehzade Abdülkerim Efendi hiddetle karşı çıkar ve şu sözleri söyler ”Bizi nasıl kovarlar, dedelerim bu toprakların muhafazası için canlarını ortaya koymuşlar, bunu nasıl yaparlar şehzade babam?”
M.Selim Efendi ise şehzadeye durumu izah eder ve “Artık saltanat kaldırıldı, sen ve ben, bizler artık şehzade değiliz bu vatanda. Bu meclisin kararıdır, artık bizi istemiyorlar” diyerek sakinleştirmeye çalışır.
Bu, Şehzade Abdülkerim Efendi’nin hayatında yaşadığı ikinci büyük acıdır. İlki Dedesi Sultan Abdülhamid Han’ın 1918’de vefatı, diğeri ise bu sürgün kararıdır.
Köşkte eşyalar toplanmaya başlamıştır lakin Şehzade Abdülkerim eşyalarına dokunmaz ve köşkte kalacağım diye ısrarını sürdürür.
M.Selim Efendi bu ısrarın beyhude olduğunu şehzade oğluna ”Yapma şehzadem, burda kalman mümkün değil, ellerinde liste var, bebekler dahil Osmanlı Hanedan fertleri olarak 155 kişiyiz, hepimizi tek tek kontrol ediyorlar ve biliyorlar, burda kalamazsın” diyerek anlatmaya çalışır lakin Abdülkerim Efendi gerekirse kaçarım diyerek gitmemekte ısrarcıdır.
M.Selim Efendi yine sakin sakin “Bak şehzadem halife Abdülmecid Han dahi önceleri bu durumu kabullenmedi fakat sonra ikna oldu, şu an elden gelen hiç birşey yoktur, artık bu iş burada bitti” der.
Şehzade Abdülkerim ”Bu iş burada bitmez, ben sürgünde bile mücadele etmeye devam edeceğim” diyerek çaresiz bavulunu hazırlar.
Ertesi gün kuzeni Orhan Efendi yanlarına gelir ve kendileriyle birlikte gitmek istediğini, Şehzade Abdülkerim’le beraber olmak istediğini söyler.
Öğlene doğru polisler gelir ve “Şehzadem hazır iseniz yola çıkalım” der.
Polislerden biri gözyaşlarını tutamamakta, hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Bu durum Orhan Efendi’nin dikkatini çeker ve amcasına “Amcacığım şu polisi sakinleştirebilirmisiniz, biz de ağlamaya başladık onu görünce” der.
M.Selim Efendi polise sakin olmasını söyler ve “Oğlum rica ederim sakin olunuz, bizim de içimiz kan ağlıyor ama birşey yapamıyoruz, lütfen zorlaştırmayınız” der.
M.Selim Efendi iki eşi, kızı Nemika Sultan, oğlu Abdülkerim Efendi ve yeğeni Orhan Efendiyi alıp Haydarpaşa Gar’ına gelirler. Sonraki rota Halep’tir.
Diğer hanedan üyelerinin bazıları vapurla Mısır’a, Gazze’ye, Beyrut’a, bazıları Çatalca’dan kalkan trenle Balkan ülkelerine ve Avrupa’ya giderler. Herbiri başka topraklara adeta savrulur.
Tarih 8 Mart 1924. Osmanlı topraklarında 623 yıl hüküm sürmüş şanlı hanedan ailesinin tek bir ferdi dahi bırakılmamış, sürgün edilmiştir.
Aile fertlerine verilen zarflarda 2 bin İngiliz sterlini ve bir yıllık süreli pasaport vardır. Pasaporta göre bir yıl dolduğunda vatansız kalacaklardı. Hiç bir ülkeye tabi değillerdi.
M.Selim Efendi ailesiyle beraber Halep’e gelir, burda ufak bir konak bulur yerleşirler.
Bu arada Anadolu’da M.Selim Sultanımız diye hutbeler okunur fakat bundan M.Selim Efendinin de haberi yoktur.
Bu olayı duyan Ankara Hükümeti ise çok kızarak Fransızların işgali altında bulunan Halep’e bir telgraf çekerler.
Telgrafta “Sultan Abdülhamid’in büyük oğlu M.Selim Efendi’nin Halep’te kalması bizim için sakıncalıdır, başka yere naklini talep ederiz” denmektedir.
Fransız makamları, bu henüz yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti ile arayı bozmak istemediğinden M.Selim Efendi’yi yanındaklerle birlikte Beyrut’a gönderirler.
Beyrut’a gelen başka hanedan üyeleri ve şehzadeler de vardır lakin Selim Efendi yalnızlığı sevdiği için Beyrut’un dışında kalan Cünye kasabasına yerleşir.
Cünye hristiyan ağırlıklı ve biraz da ermeni nufüsun oluşturduğu bir kasabadır. Cünye’ye varır varmaz hemen ev aramaya başlar ve tam tepede bir konak görür. Gider sahibini bulur. Sahibi bir Ermenidir.
Dostlarım 2004 senesinde bu konağın sahibinin oğlu ile tanışmıştım. İlyas Bey M.Selim Efendi’nin bu konağı babasından nasıl kiraladığını bize şöyle anlatmıştı;
Evin sahibi M.Selim Efendi’yi görünce sevinç içinde ellerine sarılıp “Efendim ne demek kira, koskoca Sultan’ın oğlu benim evime talip olmuş, buyrun oturun ben hiç bir bedel istemiyorum” der.
M.Selim Efendi kabul etmez, sonunda makul bir bedel üzere kiralar.
Ev sahibi “Efendim biz Osmanlı teb’asıyız, sizin dedeleriniz sayesinde güven içinde yaşadık, İbadetimize karışmadılar Allah onlardan razı olsun“ diyerek gözyaşlarıyla bu sevincini ifade eder.
Bu olayı bizlere aktaran İlyas Bey’in bir de kendine dair anlattığı şu hatırayı da burada yazmadan geçemeyeceğim dostlarım.
M.Selim Efendi ara sıra ev sahibinin oğluna yani İlyas Bey’e cebinde kalan son Osmanlı liralarını harçlık verirmiş. Bu İlyas Bey’in çok hoşuna gidermiş. Bizlere M.Selim Efendi’nin ne kadar asil biri olduğunu öve öve bitirememişti.
Evet biz Abdülkerim Efendi’ye yani Küçük Efendi’ye geri dönelim.
O yıllarda artık 28 yaşlarında genç bir delikanlı olan şehzade evlenmek ister. Beyrut’ta hanedan ailesinden sultanlar, akrabalar da bulunmaktadır. Şehzade bir kaç sultana evlilik teklifinde bulunursa da bu işi duyan babası M.Selim Efendi çok kızar ve izin vermez.
Bu durum aile arasında hemen duyulur ve sultanlar Şehzadenin üç sultana da evlilik teklif etmiş olduğunu öğreniler ve aralarında Abdülkerim Efendiyi istemezler.
Bir gün M.Selim Efendi oğlunu yanına çeker nasihat eder ve der ki “Bak oğlum bu kasabanın kızlarından uzak durasın, bunlar bize kız vermezler, kendileri katı maruni hristiyandır asla müslümana kız vermezler”
Şehzade Abdülkerim sanki aksini yap demişler gibi kasabada gördüğü güzel bir kıza tutulur. Adı İlezebet olan kızın ailesi tanınmış maruni hristiyan bir ailedir.
Kızın yollarını gözlemeye başlar. Nihayet bir gün karşısına çıkan İlezebet fransızca olarak “Bey sen ne istersin” diye sorunca Abdülkerim Efendi niyetini açıklar. Kıza aşık olduğunu, evlenmek istediğini söyler.
Kız biraz şaşkın “Yakışıklısın, asilsin, sizi tanırız lakin ailem vermez” deyince Abdülkerim Efendi beylik tabancasını çıkarır ve masaya koyar.
Kıza “Seç” der. “Namlu sana gelirse benimle kaçacaksın, namlu bana gelirse seni kaçıracağım.”
Her iki durum da aslında aynı kapıya çıkmaktadır ve kız bunu kabul eder.
Bavulunu hazırlar ve aynı günün gecesi birlikte Şam’a kaçarlar.
Bunu duyan M.Selim Efendi çok kızar ve artık benim öyle bir evladım yok diyerek şehzadeyi evlatlıktan red eder.
Kızın ailesi de üzgün olmakla beraber M.Selim Efendiyle konuşup ortalığın sakinleşmesi için gayret gösterirler.
Şehzade Abdülkerim Efendi Şam’da Ilezebet ile nikah kıyarlar ve İlezebet müslüman olur ismini Nimet olarak değiştirirler.
Bu ismini çok seven Nimet babaannemiz artık hep bu isimle çağırılmak istediğini sıklıkla dile getirirmiş.
1929’da bu evliliği yapan Şehzade artık Şam’a yerleşmiştir fakat onun kafasında başka planlar vardır.
Sık sık Beyrut’a giderek ordaki şehzade kuzenleri, Sultan Abdülaziz’in, Sultan Reşad’ın torunlarıyla ve tabi ki Şehzade Orhan Efendiyle bir araya gelir, görüşür.
Şehzadeler yaşça kendisinden büyük olmasına rağmen Abdülkerim Efendi’ye neler yapacaklarını sorarlar, ondan icraat beklerler.
Abdülkerim efendi onlara “Şehzadelerim, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bir hamle yapmak bize yakışmaz. Devlet kuruldu, Cumhuriyet var biz bu durumu kabullenelim” der.
Bu sözleri Abdülkerim Efendi’nin söylemesine şehzadeler şaşırır. Lakin Şehzade onlara “Bekleyin, daha sözüm bitmedi, benden haber bekleyin, yakında yeni bir devlet kurulacak ve başına ben geçeceğim” der.
Şehzadeler bu sözlere bir hayal diyerek gülerler.
Şehzade Abdülkerim Efendi o dönem Mohsin Çapan diye bir Osmanlı hariciyeci ile görüşmektedir. Mohsin Çapan dünyayı iyi tanımış, bir çok lider ile bir araya gelmiş, bilhassa Japon İmparatoru ile yakın münasebetleri olan bir şahıstır.
Evet dostlarım bundan sonraki kısmı yazımın 4. Bölümüne bırakarak bu bölümü burada sonlandırmak istiyorum.
Allah’a emanet olunuz!
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.