Operasyonun eli kulağında!
Operasyon bölgesine yakın tüm sağlık personelinin ve üç Komando Tugayının izinleri iptal edildiği gibi, Sağlık Bakanlığı, 11 ilden ilave doktor ve sağlık personelini, geçici olarak bölgeye gönderdi.
Ankara görüşmesinden tam manada istenilen sonuç ortaya çıkmadı.
Hem Rusya ve hem de İran, Esed rejimini korumak ile meşgul.
ABD ve AB ise PKK ve yan kollarını kollamak ile!
Durum bizim açımızdan elbette ki vahim.
Zira güvenli bölgeyi tesis edemez isek, İdlip ve civarından yola çıkmış olan mülteci akını ile baş başa kalmak durumunda olacağız.
Ancak Türkiye şu an zaten en çok mülteci barındıran ülke ve yoldaki akımı, biz tek başına artık karşılayamayız.
Bu hazırlıklar, BM toplantısı öncesine denk gelmesi de şaşırtıcı, asla değil.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki, New York’da görünen den fazla, görünmeyen diplomasi işliyor ve yine de işleyecek.
Oraya da boş elle gitmek hiç olmaz.
Türkiye güvenli bölgedeki kararlılığını, herkesin anlayacağı biçimde ortaya koyması lazım gerekir ki, oradaki müzakerelerde, eli güçlü olsun.
Daha doğrusu, Batı dünyası, iki yüzlülüğüne devam ederse, hiç fazla vakit kaybetmeden, kendi yol haritasını yürürlüğe koysun.
Rusya ile Çin, bugünkü BM toplantısında, taraflarını belli ettiler.
BM ye gelen İdlip önergesini veto ettiler.
Peki neydi o önerge?
Esed rejiminin sivil halka katliam yaptığının tanınması idi.
Peki Rusya ve Çin neyi savundu?
İdlip de sadece teröristlere karşı mücadele edildiğini savundu.
Bu yaşananları inkar etmek değil de nedir?
Neyin ne olduğunu her Allah’ın günü nerdeyse naklen izlemiyor muyuz?
Tabii bu bağlamda yine “Dünya beşten büyüktür” meselesi akla geliyor.
Çünkü halen BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyelerinin sadece birinin veto su, tüm dünyanın oylarına bedel.
Ve artık bu saçmalığın bir son bulması gerekiyor.
Çünkü Absürtlüğün dikalası bu.
Sayın Erdoğan, New York da ABD Başkanı Trump ile bu konuyu, nihayi olarak görüşecektir.
Ancak AB temsilcileri ile de görüşecektir!
Evet AB, hani şu, bize geri kabul anlaşmasını yalanlar ile imzalatarak, sonra o anlaşmanın kendi hükümlülüklerine uymayan, vadettiği paraları, siyasi baskı aleti olarak kullanan AB!
İşin en iğrenç tarafı, AB bunu inkar dahi etme gereğini duymuyor.
Resmen, “Evet biz yalan söyledik , biz uymuyoruz, ama Türkiye’nin uyması için sürekli olarak yalan söylemeye devam edeceğiz” diye, siyasileri, kanal, kanal geziyor!
Madem ki durum bu, o zaman Türkiye’nin de bence bu anlaşmaya sadık kalmasının anlamı kalmadı.
Açalım kapıları, gitmek isteyen kim varsa, yolu açık olsun.
Türkiye bir toplama kampı da değil, burası bir diktatörlük de hiç değil.
Suriye bacağımıza bağlanan bir gülle!
Ve aslında artık da biz siyasetimizi değiştirmek zorundayız.
Binlerce km öteden gelen ABD ile biz Suriye’yi niye konuşuyoruz ki?
Bu hakkı hem AB hem de ABD nerden alıyor?
Ve yine aynı husus, İran ve Rusya için de geçerli.
Şimdiye dek bunlar ile konuştuk da ne oldu?
Burnumuzun dibindeki bölgeye, bir Terör devleti kuruldu, kurulacak.
Madem ki biz Suriye’nin toprak bütünlüğü husunda fikir beyan ediyor isek, artık üçüncü şahıslara veya devletlerle konuşmayı bırakmalıyız.
Çünkü gördük ki, her ülke, kendi menfaatleri peşinde.
Suriye kimsenin umrunda bile değil.
O zaman bizde, tüm dünyaya, ters köşe yapalım ve direkt olarak Suriye ile konuşalım.
Evet, şimdi bu fikir çok radikal gelebilir.
Ancak bizim güvenliğimiz için, mültecilerin geri dönebilmesi için, bence bu adım şart.
Çünkü işimiz Batı’ya veyahutta bölgesel ülkelere kaldı ise, vay halimize.
Zira bakın, İdlip Astana süreci ile aslında çatışmazlık bölgesi ilan edilmemiş mi idi?
Ve Astana da Rusya ve İran yok muydu?
Ve yine aynı Rusya’nın uçakları da İdlip’i bombalamıyor mu?
Bombalıyor!
Peki nerde kaldı Astana süreci?
Bize, bizden başka asla dost olan olmaz.
Ve şimdi, kendi işimizi kendimiz görmez isek, yarın görecek işimiz kalmayacaktır.
Amerika “Firepower” yani ateş gücü ile övünse de, iyi bilirler ki, Türkiye ile karşı karşıya gelme durumu olursa, ülkelerine göndermek zorunda kalacakları sarı torbaları, hiçbir şekilde, vatandaşlarına anlatamazlar.
Yani diğer bir terimle, ABD, Türkiye ye saldıracak kadar aptal değildir.
Netice itibariyle, Türkiye onlar için üç beş dağ eşkiyasından daha değerli bir partnerdir.
Yıllardır yazılıp çizilen şey, Dış siyasette, win- win, yani kazan–kazan ve akılcı diplomasi izlememizin gerektiğidir.
Ancak ne yazık ki, içerimizde olan Batının uzantıları yüzünden de bu siyaseti bir türlü izleyemiyoruz.
Ve bu uzantılar sadece muhalafetin içinde değil.
Bizzat Sayın Erdoğan’ın etrafında olanlar da mevcut.
Güvenli Bölge, Türkiye’nin olmazsa, olmazıdır. Bunu ise tüm kararlılığı ile dünya kamuoyuna deklare etmesi ve savunması gerekmektedir.
Oyalama taktikleri ile bir yere varılamayacağı, apaçık ortada.
Operasyon kaçınılmaz olarak görünüyor.
Güvenlik güçlerimiz Allah’a emanet olsun.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Ankara görüşmesinden tam manada istenilen sonuç ortaya çıkmadı.
Hem Rusya ve hem de İran, Esed rejimini korumak ile meşgul.
ABD ve AB ise PKK ve yan kollarını kollamak ile!
Durum bizim açımızdan elbette ki vahim.
Zira güvenli bölgeyi tesis edemez isek, İdlip ve civarından yola çıkmış olan mülteci akını ile baş başa kalmak durumunda olacağız.
Ancak Türkiye şu an zaten en çok mülteci barındıran ülke ve yoldaki akımı, biz tek başına artık karşılayamayız.
Bu hazırlıklar, BM toplantısı öncesine denk gelmesi de şaşırtıcı, asla değil.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki, New York’da görünen den fazla, görünmeyen diplomasi işliyor ve yine de işleyecek.
Oraya da boş elle gitmek hiç olmaz.
Türkiye güvenli bölgedeki kararlılığını, herkesin anlayacağı biçimde ortaya koyması lazım gerekir ki, oradaki müzakerelerde, eli güçlü olsun.
Daha doğrusu, Batı dünyası, iki yüzlülüğüne devam ederse, hiç fazla vakit kaybetmeden, kendi yol haritasını yürürlüğe koysun.
Rusya ile Çin, bugünkü BM toplantısında, taraflarını belli ettiler.
BM ye gelen İdlip önergesini veto ettiler.
Peki neydi o önerge?
Esed rejiminin sivil halka katliam yaptığının tanınması idi.
Peki Rusya ve Çin neyi savundu?
İdlip de sadece teröristlere karşı mücadele edildiğini savundu.
Bu yaşananları inkar etmek değil de nedir?
Neyin ne olduğunu her Allah’ın günü nerdeyse naklen izlemiyor muyuz?
Tabii bu bağlamda yine “Dünya beşten büyüktür” meselesi akla geliyor.
Çünkü halen BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyelerinin sadece birinin veto su, tüm dünyanın oylarına bedel.
Ve artık bu saçmalığın bir son bulması gerekiyor.
Çünkü Absürtlüğün dikalası bu.
Sayın Erdoğan, New York da ABD Başkanı Trump ile bu konuyu, nihayi olarak görüşecektir.
Ancak AB temsilcileri ile de görüşecektir!
Evet AB, hani şu, bize geri kabul anlaşmasını yalanlar ile imzalatarak, sonra o anlaşmanın kendi hükümlülüklerine uymayan, vadettiği paraları, siyasi baskı aleti olarak kullanan AB!
İşin en iğrenç tarafı, AB bunu inkar dahi etme gereğini duymuyor.
Resmen, “Evet biz yalan söyledik , biz uymuyoruz, ama Türkiye’nin uyması için sürekli olarak yalan söylemeye devam edeceğiz” diye, siyasileri, kanal, kanal geziyor!
Madem ki durum bu, o zaman Türkiye’nin de bence bu anlaşmaya sadık kalmasının anlamı kalmadı.
Açalım kapıları, gitmek isteyen kim varsa, yolu açık olsun.
Türkiye bir toplama kampı da değil, burası bir diktatörlük de hiç değil.
Suriye bacağımıza bağlanan bir gülle!
Ve aslında artık da biz siyasetimizi değiştirmek zorundayız.
Binlerce km öteden gelen ABD ile biz Suriye’yi niye konuşuyoruz ki?
Bu hakkı hem AB hem de ABD nerden alıyor?
Ve yine aynı husus, İran ve Rusya için de geçerli.
Şimdiye dek bunlar ile konuştuk da ne oldu?
Burnumuzun dibindeki bölgeye, bir Terör devleti kuruldu, kurulacak.
Madem ki biz Suriye’nin toprak bütünlüğü husunda fikir beyan ediyor isek, artık üçüncü şahıslara veya devletlerle konuşmayı bırakmalıyız.
Çünkü gördük ki, her ülke, kendi menfaatleri peşinde.
Suriye kimsenin umrunda bile değil.
O zaman bizde, tüm dünyaya, ters köşe yapalım ve direkt olarak Suriye ile konuşalım.
Evet, şimdi bu fikir çok radikal gelebilir.
Ancak bizim güvenliğimiz için, mültecilerin geri dönebilmesi için, bence bu adım şart.
Çünkü işimiz Batı’ya veyahutta bölgesel ülkelere kaldı ise, vay halimize.
Zira bakın, İdlip Astana süreci ile aslında çatışmazlık bölgesi ilan edilmemiş mi idi?
Ve Astana da Rusya ve İran yok muydu?
Ve yine aynı Rusya’nın uçakları da İdlip’i bombalamıyor mu?
Bombalıyor!
Peki nerde kaldı Astana süreci?
Bize, bizden başka asla dost olan olmaz.
Ve şimdi, kendi işimizi kendimiz görmez isek, yarın görecek işimiz kalmayacaktır.
Amerika “Firepower” yani ateş gücü ile övünse de, iyi bilirler ki, Türkiye ile karşı karşıya gelme durumu olursa, ülkelerine göndermek zorunda kalacakları sarı torbaları, hiçbir şekilde, vatandaşlarına anlatamazlar.
Yani diğer bir terimle, ABD, Türkiye ye saldıracak kadar aptal değildir.
Netice itibariyle, Türkiye onlar için üç beş dağ eşkiyasından daha değerli bir partnerdir.
Yıllardır yazılıp çizilen şey, Dış siyasette, win- win, yani kazan–kazan ve akılcı diplomasi izlememizin gerektiğidir.
Ancak ne yazık ki, içerimizde olan Batının uzantıları yüzünden de bu siyaseti bir türlü izleyemiyoruz.
Ve bu uzantılar sadece muhalafetin içinde değil.
Bizzat Sayın Erdoğan’ın etrafında olanlar da mevcut.
Güvenli Bölge, Türkiye’nin olmazsa, olmazıdır. Bunu ise tüm kararlılığı ile dünya kamuoyuna deklare etmesi ve savunması gerekmektedir.
Oyalama taktikleri ile bir yere varılamayacağı, apaçık ortada.
Operasyon kaçınılmaz olarak görünüyor.
Güvenlik güçlerimiz Allah’a emanet olsun.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.