Kendini alternatif bile yapamayan muhalefet
14 Mayıs seçimleri öncesi çok duyduğum bir tez vardı:
"Tamam, ekonomi başta olmak üzere her şey kötü…
Ama Erdoğan giderse kim gelecek,
Bu muhalefet mi yönetecek ülkeyi…"
Bugünden geçmişe veya geçmişten bugüne gelip muhalefetin halini görünce hayatın olağan akışına aykırı bu tezin, haklılık kazandığını görüyorum.
Kürt Partisi karnından konuşuyor,
İYİ Parti "hür ve müstakil" bir siyasal fantezi peşinde,
Ak Parti'den ayrılanların partileri teorik siyaset-stratejik derinlik ve ekonomide nostaljik başarı anlatısında,
Ana muhalefet CHP ise cumhuriyeti kuran parti egosu yüksek, seçkinist ve söylemsel değişimci bir tatmin avında…
Meclise gelince;
Yetişkin ergenlerin "…nasıl koyduk ama!" şeklinde özetlenecek müsamere yeri durumunda!..
Ya Ak Parti?
"Can kurban böyle muhalefete,
Durmak yok Yola devam!" söyleminde…
Yine bir seçime gidiyoruz,
Ve bu defa ben de soruyorum;
Sahi, Erdoğan ve iktidarı giderse bu muhalefet mi yönetecek ülkeyi?..
Anayasa Mahkemesi yoklaştırılıyor mu?
Yine toplandılar,
Aynı dosyayla ilgili ikinci kez ve daha net bir karar aldılar.
12 yaşındaki çocuğa anlatır gibi anlattılar.
Ama Yargıtay'daki mahşerin beş atlısı "sizin kararınızı takmıyoruz" dedi.
Peki şimdi ne olacak?
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay'ın beş atlısını kime şikayet edecek?
Anayasa Kitapçığına mı,
Yoksa Hak gelsin hakkınızda mı diyecek…
Ben bilmiyorum,
Bilen varsa beri gele…
Ben sadece aklıma geleni söylerim.
Şimdi de bir fıkra size:
Çok eski yıllarda İngiltere'de bir gelenek varmış.
Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş.
Bir asil öldüğünde iki kez,
Kralın bir yakını öldüğünde üç kez,
Kral öldüğü takdirde ise dört kez çalınırmış…
Günün birinde, herkesin hak aramak için sığındığı mahkemede, bir vatandaş haksız yere mahkum edilmiş…
Kısa bir süre sonra kilisenin çanı çalmaya başlamış…
Ama beş kez çalmış ve herkes hayrete düşmüş.
Ahali merak içinde koşmuş papaza:
"Papaz efendi!
Kraldan daha önemli biri mi var ki çan beş kez çalınsın…"
Mağdur vatandaşın mahkum edildiğinden haberdar papaz yanıt vermiş:
"Evet,
Kral'ın ölümünden daha önemli bir ölüm oldu!..
Adalet öldü."
Bu arada,
"Bu fıkrada adı geçen kişi ve kurumların Türkiye ile bir alakası yoktur,
Tamamen İngiltere'ye mahsus bir durumdur…"
Şair Eşref'ten…
Eşref'e sorarlar:
"Neden o zehirli taşlama ve hicivlerinde çoğu kez isim kullanmıyorsun?
Kimin için yazıldıkları belli değil?"
Eşref:
"Neden olacak,
Bütün alçaklara uygulanıp, numarasız gözlük gibi kullanılsın diye.."
İstimlak
O dönemde hükümete taşınır mallara el koyma yetkisi verilir.
Bu tür işlemlerde aşırıya gidilmesini ve haksızlıklar yapılması Eşref'i kızdırır.
Ve şöyle eleştirir:
İstimlak denilen kanun,
Öyle gitmekte ki artık dikine.
Biri memişhanede görülse, derhal,
Vaziyet eyleyecekler …….…
Akmayan Musluk
Eşref, Kırkağaç kaymakamlığına atanmış.
Hükümet Konağına bir gelmiş ki bina demeye yüz şahit gerek.
Her yer dökülmekte, merdivenler gıcırdamakta,
Bir de yağmur yağınca, bütün bina sular içinde…
Eşref hemen Dahiliye Nezareti'ne (İçişleri Bakanlığı) durumu bildirir ve tamir-tadilat için tahsisat (ödenek) ister.
Bürokrasi işte; o zamanda da aynı,
Suyu yokuşa sürmeye bayılıyor…
Bakanlıktan Eşref'in yazısına cevap:
"Binadaki sorun tam olarak nedir ve nereleri akıyor?"
Şair Eşref ilk yazışmasında gerekli detayları anlattığı inancında ve sözü kısa kesiyor:
"Binanın çeşitli yerleri akıyor…"
Bakanlıktan bir yazı daha:
"Binanın nerelerinin aktığının tek tek ve en ayrıntılı şekilde yazılması..."
Burnundan soluyan Şair Eşref'ten karşılık:
"Binanın muslukları dışında, her yeri akmaktadır..."
Siyasi Aşk ve Sevda
Yerel seçimlere gidiyoruz…
A Partisi-B Partisi-C Partisi fark etmeksizin bütün adaylar konuşuyor;
"Bu şehre sevdalıyım, bu kente aşığım.
Hizmet için aşk gereklidir aşk…" gibi laflar havada uçuşuyor.
Yahu arkadaş,
Sadece başkan seçileceksin ve sadece işini yapacaksın.
Şehrin senden istediği sadece bu!..
Olay bu kadar basitken,
Fantezik-fanatik ve romantik içerikli bu söylemlerin siyaset dili haline gelmesi benim çok garibime gidiyor.
Aşk-sevda-tutku gibi kişilerarası ilişkisellikle özdeşleşen bu kavramlar nasıl, iyi yönetselliğin, tercih edilme isteğinin ve daha iyi liyakatin malzemesi haline getirilebiliyor!
Yoksa bu noktada kronik komplekslerimiz ve içsel ezikliklerimiz mi var.
Hani, kişi daha kendinde olmayanı savunur ve öne çıkartır ya; o misal…
Galiba kadın erkek ilişkisinde sergilediğimiz negrofilik (ölü sevici) ruh halimiz, doğal olarak siyasi refleksimizi de şekillendiriyor.
Ya benimsin ya toprağın deriz; gidip sevdiğimizi öldürürüz,
Neden yaptın sorusuna da "çok seviyordum…" diye paranoyaklığımızın söze vurumunu dillendiririz!
Evladımızı severken bile adeta kutsalımız gibi davranır ama öyle bir an gelir ki onu sevgimizle boğar, streslerden stres beğen noktasına getiririz!
Sonra da döner "ben ne yapıyorsam onun iyiliği için yapıyorum" diye zehirli sevgisellik içeren, özrü kabahatinden beter cümleler kurarız!
Kişisel sevdalarımız, aşklarımız, sahiplenmeciliğimiz böyle olunca, rutin bir seçimi de sevdasal-aşksal bir zemine çekmemiz; hizmet aşkı-şehrin sevdalısı-yönetme tutkusu gibi ifadeler kullanmamız kaçınılmaz oluyor.
Peki de Muhteremler,
Aşk-meşk, sevda-mevda sözleriyle girdiğiniz seçimi kaybettiğiniz takdirde, reddedilen sevgilinin, ölümcülleşen ve ölü sevicileşen nefretiyle "bu şehir girdap gülüm" diyerek; şehre sevda kurşunları mı sıkacaksınız!
Husumet tohumları savuracak,
Benim sevgimi anlayamadılar, şımarıklık yaptılar, madara olacaklar mı diyeceksiniz…
Derler mi?
Derler ve ben buna hiç şaşırmam artık…
Ak Parti'nin İstanbul Adayı Murat Kurum
Ve aday belirlendi, adayımız Murat Kurum dendi…
Peki, moda tabirle "kazanacak aday" mı?
Yoksa İmamoğlu'nun en istediği,
İşine, dişine göre bir aday mı?
Yaşayıp göreceğiz…
Fakat geçen defa bakanlık-başbakanlık yapmış ve Meclis Başkanlığı'nı yürüten Binali Yıldırım aday gösterilmesinden sonra Murat Kurumun aday gösterilmesi düşük profilli aday algısı oluşturur mu; yaşayıp göreceğiz…
Bu arada aklıma geldi.
Yıllar önce Kılıçdaroğlu İstanbul başkan adayı olmuştu.
Kağıthane'ye Kağıttepe demiş; siyasilere ve siyasi esprilere malzeme olmuştu.
Neden?
Kılıçdaroğlu İstanbul'da doğup büyümemiş ve orada yaşayan birisi değildi,
İstanbul'u pek bilmiyordu.
Ankara'da doğup büyümüş olan Murat Kurum da benzeri bir sürç-ü lisan eder mi acaba diye düşünmeden edemedim…
Ama etmez,
Ak Parti'nin organizasyonu buna fırsat tanımaz diye düşünüyorum.
Aydın Ayaydın
İlginç bir kişilik…
1995 yılında Doğruyol Partisinden aday adayı olmuş,
1999-2002 arası Anavatan Partisinden İstanbul milletvekili,
2011 yılında ise CHP'den İstanbul milletvekili olmuştu.
Geldik 2024'e;
Adı Aydın soyadı ise ay aydın olan bu yüce kişilik Ak Parti'den Muğla belediye başkan adayı oldu...
Kazanabilir mi?
Ben o kısmında değilim,
Ben beyefendinin yelpaze genişliğine takıldım ve paylaşmak istedim.
Gökkuşağı ve tam bir günebakan gibi güncel güce kucak açan, yağmur nereye yağarsa oraya çadır kuran bilimsel bir aydın…
Haaaa bu arada; Ayaydın'ın kızı da şuanda Ak Parti'den milletvekili…
Bir Profesör
Hem de tıpçı bir bilim adamı!
Üstelik nörolog…
Bu muhterem bir makale yazmış ve demiş ki;
"…MS hastalığının sebebinin Allah'tan gelen ceza ya da sınav olduğuna inanıyoruz…"
Vay vayyy…
Dinine yandığım memleketimden muhteşem bir "bilim adamı" profili…
Nebati
Esenler Belediyesi yetkilileri düşünmüş taşınmışlar,
Halimiz harap,
Tez elden ekonomik bir bilim adamına ihtiyacımız var demişler.
Yurdun her bir yanına haber salmışlar,
Ve Nebati'de karar kılmışlar.
Gitmişler kapısına,
Ne olur gel,
Ortodoks belediyecilikten bizar olduk.
Gel bize,
Sen heterodoks yöntemin uzmanısın.
Hiç olmazsa aklının zekatını lütfet demişler.
Nebati Hoca da büyük bir sehavetle ve meccanen, bu belediyenin Düşünce Merkezi'nin Bilim Kurulu Üyeliğini şereflendirmiş.
Tabi sazanlar, arkasını önünü araştırmadan bilmem şu kadar para alacak filan diye atlamışlar…
Ben burasında değilim.
Nebati'nin Allah belanızı versin diyerek başladığı tepki mesajının içeriğine takıldım.
Ne demiş ne demiş?
"Ben bir bilim adamıyım! Aklımın zekatını veriyorum…"
Eyvah eyvah…
Esenler Belediyesi galiba hafızasını yitirmiş.
Nebati'nin bakanlık dönemini tamamen unutmuş galiba…
En son, Maliye Bakanı olarak ışıltılı gözlerle heterodoks ekonomik politikalarla aklının zekatını vermişti de; naneyi yemiştik…
Bir de "ben bir bilim adamıyım" demesi yok mu…
Valla çok fiyakalı geldi bana…
Gerçi tıp profesörü olan bir bilim adamı hastalığın nedenini Tanrı'ya havale edebiliyorsa; Nebati bence daha tercih edilebilir bir bilim adamıdır(!)
Hiç olmazsa o, işi Tanrı'ya havale etmiyor,
Sadece Tanrı'dan bela diliyor!..
"Tamam, ekonomi başta olmak üzere her şey kötü…
Ama Erdoğan giderse kim gelecek,
Bu muhalefet mi yönetecek ülkeyi…"
Bugünden geçmişe veya geçmişten bugüne gelip muhalefetin halini görünce hayatın olağan akışına aykırı bu tezin, haklılık kazandığını görüyorum.
Kürt Partisi karnından konuşuyor,
İYİ Parti "hür ve müstakil" bir siyasal fantezi peşinde,
Ak Parti'den ayrılanların partileri teorik siyaset-stratejik derinlik ve ekonomide nostaljik başarı anlatısında,
Ana muhalefet CHP ise cumhuriyeti kuran parti egosu yüksek, seçkinist ve söylemsel değişimci bir tatmin avında…
Meclise gelince;
Yetişkin ergenlerin "…nasıl koyduk ama!" şeklinde özetlenecek müsamere yeri durumunda!..
Ya Ak Parti?
"Can kurban böyle muhalefete,
Durmak yok Yola devam!" söyleminde…
Yine bir seçime gidiyoruz,
Ve bu defa ben de soruyorum;
Sahi, Erdoğan ve iktidarı giderse bu muhalefet mi yönetecek ülkeyi?..
Anayasa Mahkemesi yoklaştırılıyor mu?
Yine toplandılar,
Aynı dosyayla ilgili ikinci kez ve daha net bir karar aldılar.
12 yaşındaki çocuğa anlatır gibi anlattılar.
Ama Yargıtay'daki mahşerin beş atlısı "sizin kararınızı takmıyoruz" dedi.
Peki şimdi ne olacak?
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay'ın beş atlısını kime şikayet edecek?
Anayasa Kitapçığına mı,
Yoksa Hak gelsin hakkınızda mı diyecek…
Ben bilmiyorum,
Bilen varsa beri gele…
Ben sadece aklıma geleni söylerim.
Şimdi de bir fıkra size:
Çok eski yıllarda İngiltere'de bir gelenek varmış.
Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş.
Bir asil öldüğünde iki kez,
Kralın bir yakını öldüğünde üç kez,
Kral öldüğü takdirde ise dört kez çalınırmış…
Günün birinde, herkesin hak aramak için sığındığı mahkemede, bir vatandaş haksız yere mahkum edilmiş…
Kısa bir süre sonra kilisenin çanı çalmaya başlamış…
Ama beş kez çalmış ve herkes hayrete düşmüş.
Ahali merak içinde koşmuş papaza:
"Papaz efendi!
Kraldan daha önemli biri mi var ki çan beş kez çalınsın…"
Mağdur vatandaşın mahkum edildiğinden haberdar papaz yanıt vermiş:
"Evet,
Kral'ın ölümünden daha önemli bir ölüm oldu!..
Adalet öldü."
Bu arada,
"Bu fıkrada adı geçen kişi ve kurumların Türkiye ile bir alakası yoktur,
Tamamen İngiltere'ye mahsus bir durumdur…"
Şair Eşref'ten…
Eşref'e sorarlar:
"Neden o zehirli taşlama ve hicivlerinde çoğu kez isim kullanmıyorsun?
Kimin için yazıldıkları belli değil?"
Eşref:
"Neden olacak,
Bütün alçaklara uygulanıp, numarasız gözlük gibi kullanılsın diye.."
İstimlak
O dönemde hükümete taşınır mallara el koyma yetkisi verilir.
Bu tür işlemlerde aşırıya gidilmesini ve haksızlıklar yapılması Eşref'i kızdırır.
Ve şöyle eleştirir:
İstimlak denilen kanun,
Öyle gitmekte ki artık dikine.
Biri memişhanede görülse, derhal,
Vaziyet eyleyecekler …….…
Akmayan Musluk
Eşref, Kırkağaç kaymakamlığına atanmış.
Hükümet Konağına bir gelmiş ki bina demeye yüz şahit gerek.
Her yer dökülmekte, merdivenler gıcırdamakta,
Bir de yağmur yağınca, bütün bina sular içinde…
Eşref hemen Dahiliye Nezareti'ne (İçişleri Bakanlığı) durumu bildirir ve tamir-tadilat için tahsisat (ödenek) ister.
Bürokrasi işte; o zamanda da aynı,
Suyu yokuşa sürmeye bayılıyor…
Bakanlıktan Eşref'in yazısına cevap:
"Binadaki sorun tam olarak nedir ve nereleri akıyor?"
Şair Eşref ilk yazışmasında gerekli detayları anlattığı inancında ve sözü kısa kesiyor:
"Binanın çeşitli yerleri akıyor…"
Bakanlıktan bir yazı daha:
"Binanın nerelerinin aktığının tek tek ve en ayrıntılı şekilde yazılması..."
Burnundan soluyan Şair Eşref'ten karşılık:
"Binanın muslukları dışında, her yeri akmaktadır..."
Siyasi Aşk ve Sevda
Yerel seçimlere gidiyoruz…
A Partisi-B Partisi-C Partisi fark etmeksizin bütün adaylar konuşuyor;
"Bu şehre sevdalıyım, bu kente aşığım.
Hizmet için aşk gereklidir aşk…" gibi laflar havada uçuşuyor.
Yahu arkadaş,
Sadece başkan seçileceksin ve sadece işini yapacaksın.
Şehrin senden istediği sadece bu!..
Olay bu kadar basitken,
Fantezik-fanatik ve romantik içerikli bu söylemlerin siyaset dili haline gelmesi benim çok garibime gidiyor.
Aşk-sevda-tutku gibi kişilerarası ilişkisellikle özdeşleşen bu kavramlar nasıl, iyi yönetselliğin, tercih edilme isteğinin ve daha iyi liyakatin malzemesi haline getirilebiliyor!
Yoksa bu noktada kronik komplekslerimiz ve içsel ezikliklerimiz mi var.
Hani, kişi daha kendinde olmayanı savunur ve öne çıkartır ya; o misal…
Galiba kadın erkek ilişkisinde sergilediğimiz negrofilik (ölü sevici) ruh halimiz, doğal olarak siyasi refleksimizi de şekillendiriyor.
Ya benimsin ya toprağın deriz; gidip sevdiğimizi öldürürüz,
Neden yaptın sorusuna da "çok seviyordum…" diye paranoyaklığımızın söze vurumunu dillendiririz!
Evladımızı severken bile adeta kutsalımız gibi davranır ama öyle bir an gelir ki onu sevgimizle boğar, streslerden stres beğen noktasına getiririz!
Sonra da döner "ben ne yapıyorsam onun iyiliği için yapıyorum" diye zehirli sevgisellik içeren, özrü kabahatinden beter cümleler kurarız!
Kişisel sevdalarımız, aşklarımız, sahiplenmeciliğimiz böyle olunca, rutin bir seçimi de sevdasal-aşksal bir zemine çekmemiz; hizmet aşkı-şehrin sevdalısı-yönetme tutkusu gibi ifadeler kullanmamız kaçınılmaz oluyor.
Peki de Muhteremler,
Aşk-meşk, sevda-mevda sözleriyle girdiğiniz seçimi kaybettiğiniz takdirde, reddedilen sevgilinin, ölümcülleşen ve ölü sevicileşen nefretiyle "bu şehir girdap gülüm" diyerek; şehre sevda kurşunları mı sıkacaksınız!
Husumet tohumları savuracak,
Benim sevgimi anlayamadılar, şımarıklık yaptılar, madara olacaklar mı diyeceksiniz…
Derler mi?
Derler ve ben buna hiç şaşırmam artık…
Ak Parti'nin İstanbul Adayı Murat Kurum
Ve aday belirlendi, adayımız Murat Kurum dendi…
Peki, moda tabirle "kazanacak aday" mı?
Yoksa İmamoğlu'nun en istediği,
İşine, dişine göre bir aday mı?
Yaşayıp göreceğiz…
Fakat geçen defa bakanlık-başbakanlık yapmış ve Meclis Başkanlığı'nı yürüten Binali Yıldırım aday gösterilmesinden sonra Murat Kurumun aday gösterilmesi düşük profilli aday algısı oluşturur mu; yaşayıp göreceğiz…
Bu arada aklıma geldi.
Yıllar önce Kılıçdaroğlu İstanbul başkan adayı olmuştu.
Kağıthane'ye Kağıttepe demiş; siyasilere ve siyasi esprilere malzeme olmuştu.
Neden?
Kılıçdaroğlu İstanbul'da doğup büyümemiş ve orada yaşayan birisi değildi,
İstanbul'u pek bilmiyordu.
Ankara'da doğup büyümüş olan Murat Kurum da benzeri bir sürç-ü lisan eder mi acaba diye düşünmeden edemedim…
Ama etmez,
Ak Parti'nin organizasyonu buna fırsat tanımaz diye düşünüyorum.
Aydın Ayaydın
İlginç bir kişilik…
1995 yılında Doğruyol Partisinden aday adayı olmuş,
1999-2002 arası Anavatan Partisinden İstanbul milletvekili,
2011 yılında ise CHP'den İstanbul milletvekili olmuştu.
Geldik 2024'e;
Adı Aydın soyadı ise ay aydın olan bu yüce kişilik Ak Parti'den Muğla belediye başkan adayı oldu...
Kazanabilir mi?
Ben o kısmında değilim,
Ben beyefendinin yelpaze genişliğine takıldım ve paylaşmak istedim.
Gökkuşağı ve tam bir günebakan gibi güncel güce kucak açan, yağmur nereye yağarsa oraya çadır kuran bilimsel bir aydın…
Haaaa bu arada; Ayaydın'ın kızı da şuanda Ak Parti'den milletvekili…
Bir Profesör
Hem de tıpçı bir bilim adamı!
Üstelik nörolog…
Bu muhterem bir makale yazmış ve demiş ki;
"…MS hastalığının sebebinin Allah'tan gelen ceza ya da sınav olduğuna inanıyoruz…"
Vay vayyy…
Dinine yandığım memleketimden muhteşem bir "bilim adamı" profili…
Nebati
Esenler Belediyesi yetkilileri düşünmüş taşınmışlar,
Halimiz harap,
Tez elden ekonomik bir bilim adamına ihtiyacımız var demişler.
Yurdun her bir yanına haber salmışlar,
Ve Nebati'de karar kılmışlar.
Gitmişler kapısına,
Ne olur gel,
Ortodoks belediyecilikten bizar olduk.
Gel bize,
Sen heterodoks yöntemin uzmanısın.
Hiç olmazsa aklının zekatını lütfet demişler.
Nebati Hoca da büyük bir sehavetle ve meccanen, bu belediyenin Düşünce Merkezi'nin Bilim Kurulu Üyeliğini şereflendirmiş.
Tabi sazanlar, arkasını önünü araştırmadan bilmem şu kadar para alacak filan diye atlamışlar…
Ben burasında değilim.
Nebati'nin Allah belanızı versin diyerek başladığı tepki mesajının içeriğine takıldım.
Ne demiş ne demiş?
"Ben bir bilim adamıyım! Aklımın zekatını veriyorum…"
Eyvah eyvah…
Esenler Belediyesi galiba hafızasını yitirmiş.
Nebati'nin bakanlık dönemini tamamen unutmuş galiba…
En son, Maliye Bakanı olarak ışıltılı gözlerle heterodoks ekonomik politikalarla aklının zekatını vermişti de; naneyi yemiştik…
Bir de "ben bir bilim adamıyım" demesi yok mu…
Valla çok fiyakalı geldi bana…
Gerçi tıp profesörü olan bir bilim adamı hastalığın nedenini Tanrı'ya havale edebiliyorsa; Nebati bence daha tercih edilebilir bir bilim adamıdır(!)
Hiç olmazsa o, işi Tanrı'ya havale etmiyor,
Sadece Tanrı'dan bela diliyor!..
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
egemen
Firdevs 10