Yalan ve sahte dostlar!
Ancak, bu özgürlüğü kullanıpta, hemen her gün, sürmanşetlerden yalan haberler vermek, bununla da insanları yanıltarak, kara propaganda yapmak, algı yönetimi yapmak, özgürlüğün suistimali değil de nedir?
Üstelik tekzipden başka cezası da olmayan bir suçtur bu.
Yani, kalkıp, yalanı, dolanı sıkarsınız, muhatapı da size tekzip davası açar ve siz sürmanşetten verdiğiniz haberin doğru olmadığını, küçük puntolarla açıklarsınız, bitti!
Verdiğiniz zarar yanınıza kar kalır ve siz köşenizde oturup kıs kıs gülersiniz.
Hepsi bu.
Bu etik midir? Kimin umurunda?
Mesleki ahlaka sığar mı? Kime ne?
Yaptınız oldu işte. Nasılsa hiçbir cezası da yok…
Yalanınız yakalandı mı, sehven yazıldı deyin, olup biter.
O vakte kadar da attığınız yalana inanan, tahrip ettiğiniz bir sürü beyinler var nasılsa.
Bu böyle devam etmemeli!
Demokrasinin en temel hakları, bu denli tahrip, bu kadar suistimal edilmemeli.
Gerek yazılı gerek görsel basın da olsun gerek ise sosyal medyada olsun, yalan haber ile özellikle de nefrete teşvik eden, galeyana getiren Haberlerin, ciddi bir cezaya tabii olması hiç olmadığı kadar elzemdir!
Sanırım bu işlerin en başat örnekleri, Sözcü, Cumhuriyet, Fox TV’de Fatih Portakal, Halk TV ve Oda TV’dir.
Hükümete ve Sayın Cumhurbaşkanına, seçmenlerine olan nefretleri, maalesef gözlerini o kadar bürümüş ki, basın etiğini her gün ve de defalarca ayaklar altına almaktadırlar!
Hele de akla ziyan yalanlar ile.
Çarptırmalar ile kelime oyunları ile cambazlık ile!
Ve tüm bu yalanlar, iftiralar, karalamalar, isyana, kaosa teşvikler, anarşiye davetler, silahlı güç istemeler ve benzeri ahlaksızlıklar, maalesef cezasız kalıyor.
Bu da insanlarda şöyle bir intiba uyandırmakta:
Bu ülkede, laiklik kisvesi altında kim ne yaparsa yapsın, cezadan muafiyeti var.
Bakınız kisvesi altında diyorum, çünkü bu cenahın gerçekten de işlerinin laiklik falan olmadığı o kadar açık ve net ki…
Fakat ülkemize özel bir hassasiyeti de suistimal etmekte çok mahirler.
Sahte dostlarımız var bizim.
Ve hiç lami cimi etmeden doğrudan söyleyeyim ki, bunların başında Almanlar geliyor.
Geçen gün Alman medyalarında şu tartışma gün yüzüne çıktı.
Borussia Mönchengladbach Futbol takımının milyarder başkanı, Türkiye’de de yatırımları olan ve sert pazarlıkları ile bilinen birisi, Rolf Königs!
Bu adam, Kuzey Ren Westfalya Başbakanı Armin Laschet’e, Türkiye’den iki milyon adet N95,96 maskeleri temin edeceğini söyler.
Tabii fiyatı mukabilinden.
Bunun için ise Federal hükümetin izini gerekir.
İşte olay tam da burada patlak verir.
Çünkü Alman Dışişleri Bakanı, Jochen Mass, “Türkiye bir otokratik ülke, Tayyip Erdoğan ise otokrat bir zorba, ordan maske alınmasını doğru bulmuyorum” der.
Laschet ise yüz yüze görüşür ve bu görüşme kerli felli bir kavgaya dönüşür.
Epey şiddetli geçen bu kavga içinde Laschet, “Şimdi elimizde olan maskelerin alayı Çin’den gelme. Sanki Çin’in insan hakları anlayışı ve demokrasi anlayışı Türkiye’ye rağmen çok mu üstün” diyerek, sonunda istediği izini alır.
Olayı daha da aydınlatmak için Laschet’in ofisine sorulsa da herhangi bir yorum yapılmaz.
Aynı yorumsuzluk, Maas’ın ofisinden gelmekte.
Bu da bu kavganın gerçekten de çok ciddi ve çetin olduğunu göstermekte.
İşin üçüncü kahramanı Königs ise sadece: “Yardım etmenin karşılığı her zaman teşekkür olmuyor.” diye bir demeç vermiştir.
Alınan maskelerin fiyatları hakkında da derin bir sessizlik hakim.
Demem o ki, madem, Alman hükümeti, Türkiye hakkında böyle bir düşünceye sahip ve yardım kabul etmiyor ise Türkiye de bu konuda hem bugün ve hem de gelecek için, kime ne göndereceğini, daha doğrusu göndermeyeceğini belirlesin.
Maske şimdiden Almanya’da yok satmakta.
Bazı eyaletler, maske mecburiyetini getirse de bedava maske dağıtımı yok, satın alınacak maskeler ise eğer bulunursa, fahiş fiyata sayılıyor.
Belli ki, Almanlar, bu virüs meselesinden de ders almadılar.
Ancak şu var ki, tüm AB ülkelerinin halkları da siyasileri de, apaçık Almanlara isyan, hatta küfür etmekteler.
Yani, şimdilik bir şekilde AB yürüse bile, ortalık bir nebze durulduğunda, bu birliğin işlevini yitirmiş bir topluluk olduğunu göreceğiz.
Şimdiden derin çatlaklar oluştu zaten.
Mülteciler konusunda da Almanya ve AB yönetimi, Yunanistan, İtalya gibi ülkeleri yalnız bırakmıştı.
Covid 19 meselesinde ise tamamen yüzüstü bıraktı.
Bunun elbette ki bir yaptırımı olacaktır.
Evet, biz Türkiye olarak, şu anda, ABD, AB, İngiltere gibi ülkelere, veren el konumuna geldik.
Böyle bir şeyi, fazla değil, sadece altı ay önce birisi size deseydi, nasıl bir tepki verirdiniz?
Ama bugün, bu bir gerçek!
Ve gurur vesilesi olan bir gerçek.
Buraya nasıl gelindiğini, önümüzdeki yazımızda bir parça açmaya çalışacağız.
Bu vesile ile TBMM’mizin 100. Yılını kutluyorum.
Bu yazı yazılırken ise girdiğimiz Mübarek Ramazan’ı Şerif’inizi tebrik eder, yüce Allah’tan, bu ayın hürmetine, ülkemizden, İslam coğrafyasından ve tüm insanlığın üstünden bu illeti almasını diliyorum.
Lütfen evde kalın, sağlıklı kalın.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Üstelik tekzipden başka cezası da olmayan bir suçtur bu.
Yani, kalkıp, yalanı, dolanı sıkarsınız, muhatapı da size tekzip davası açar ve siz sürmanşetten verdiğiniz haberin doğru olmadığını, küçük puntolarla açıklarsınız, bitti!
Verdiğiniz zarar yanınıza kar kalır ve siz köşenizde oturup kıs kıs gülersiniz.
Hepsi bu.
Bu etik midir? Kimin umurunda?
Mesleki ahlaka sığar mı? Kime ne?
Yaptınız oldu işte. Nasılsa hiçbir cezası da yok…
Yalanınız yakalandı mı, sehven yazıldı deyin, olup biter.
O vakte kadar da attığınız yalana inanan, tahrip ettiğiniz bir sürü beyinler var nasılsa.
Bu böyle devam etmemeli!
Demokrasinin en temel hakları, bu denli tahrip, bu kadar suistimal edilmemeli.
Gerek yazılı gerek görsel basın da olsun gerek ise sosyal medyada olsun, yalan haber ile özellikle de nefrete teşvik eden, galeyana getiren Haberlerin, ciddi bir cezaya tabii olması hiç olmadığı kadar elzemdir!
Sanırım bu işlerin en başat örnekleri, Sözcü, Cumhuriyet, Fox TV’de Fatih Portakal, Halk TV ve Oda TV’dir.
Hükümete ve Sayın Cumhurbaşkanına, seçmenlerine olan nefretleri, maalesef gözlerini o kadar bürümüş ki, basın etiğini her gün ve de defalarca ayaklar altına almaktadırlar!
Hele de akla ziyan yalanlar ile.
Çarptırmalar ile kelime oyunları ile cambazlık ile!
Ve tüm bu yalanlar, iftiralar, karalamalar, isyana, kaosa teşvikler, anarşiye davetler, silahlı güç istemeler ve benzeri ahlaksızlıklar, maalesef cezasız kalıyor.
Bu da insanlarda şöyle bir intiba uyandırmakta:
Bu ülkede, laiklik kisvesi altında kim ne yaparsa yapsın, cezadan muafiyeti var.
Bakınız kisvesi altında diyorum, çünkü bu cenahın gerçekten de işlerinin laiklik falan olmadığı o kadar açık ve net ki…
Fakat ülkemize özel bir hassasiyeti de suistimal etmekte çok mahirler.
Sahte dostlarımız var bizim.
Ve hiç lami cimi etmeden doğrudan söyleyeyim ki, bunların başında Almanlar geliyor.
Geçen gün Alman medyalarında şu tartışma gün yüzüne çıktı.
Borussia Mönchengladbach Futbol takımının milyarder başkanı, Türkiye’de de yatırımları olan ve sert pazarlıkları ile bilinen birisi, Rolf Königs!
Bu adam, Kuzey Ren Westfalya Başbakanı Armin Laschet’e, Türkiye’den iki milyon adet N95,96 maskeleri temin edeceğini söyler.
Tabii fiyatı mukabilinden.
Bunun için ise Federal hükümetin izini gerekir.
İşte olay tam da burada patlak verir.
Çünkü Alman Dışişleri Bakanı, Jochen Mass, “Türkiye bir otokratik ülke, Tayyip Erdoğan ise otokrat bir zorba, ordan maske alınmasını doğru bulmuyorum” der.
Laschet ise yüz yüze görüşür ve bu görüşme kerli felli bir kavgaya dönüşür.
Epey şiddetli geçen bu kavga içinde Laschet, “Şimdi elimizde olan maskelerin alayı Çin’den gelme. Sanki Çin’in insan hakları anlayışı ve demokrasi anlayışı Türkiye’ye rağmen çok mu üstün” diyerek, sonunda istediği izini alır.
Olayı daha da aydınlatmak için Laschet’in ofisine sorulsa da herhangi bir yorum yapılmaz.
Aynı yorumsuzluk, Maas’ın ofisinden gelmekte.
Bu da bu kavganın gerçekten de çok ciddi ve çetin olduğunu göstermekte.
İşin üçüncü kahramanı Königs ise sadece: “Yardım etmenin karşılığı her zaman teşekkür olmuyor.” diye bir demeç vermiştir.
Alınan maskelerin fiyatları hakkında da derin bir sessizlik hakim.
Demem o ki, madem, Alman hükümeti, Türkiye hakkında böyle bir düşünceye sahip ve yardım kabul etmiyor ise Türkiye de bu konuda hem bugün ve hem de gelecek için, kime ne göndereceğini, daha doğrusu göndermeyeceğini belirlesin.
Maske şimdiden Almanya’da yok satmakta.
Bazı eyaletler, maske mecburiyetini getirse de bedava maske dağıtımı yok, satın alınacak maskeler ise eğer bulunursa, fahiş fiyata sayılıyor.
Belli ki, Almanlar, bu virüs meselesinden de ders almadılar.
Ancak şu var ki, tüm AB ülkelerinin halkları da siyasileri de, apaçık Almanlara isyan, hatta küfür etmekteler.
Yani, şimdilik bir şekilde AB yürüse bile, ortalık bir nebze durulduğunda, bu birliğin işlevini yitirmiş bir topluluk olduğunu göreceğiz.
Şimdiden derin çatlaklar oluştu zaten.
Mülteciler konusunda da Almanya ve AB yönetimi, Yunanistan, İtalya gibi ülkeleri yalnız bırakmıştı.
Covid 19 meselesinde ise tamamen yüzüstü bıraktı.
Bunun elbette ki bir yaptırımı olacaktır.
Evet, biz Türkiye olarak, şu anda, ABD, AB, İngiltere gibi ülkelere, veren el konumuna geldik.
Böyle bir şeyi, fazla değil, sadece altı ay önce birisi size deseydi, nasıl bir tepki verirdiniz?
Ama bugün, bu bir gerçek!
Ve gurur vesilesi olan bir gerçek.
Buraya nasıl gelindiğini, önümüzdeki yazımızda bir parça açmaya çalışacağız.
Bu vesile ile TBMM’mizin 100. Yılını kutluyorum.
Bu yazı yazılırken ise girdiğimiz Mübarek Ramazan’ı Şerif’inizi tebrik eder, yüce Allah’tan, bu ayın hürmetine, ülkemizden, İslam coğrafyasından ve tüm insanlığın üstünden bu illeti almasını diliyorum.
Lütfen evde kalın, sağlıklı kalın.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Halil B.