Ne sözleşme imiş ama!
"Cennet Anaların ayaklarının altındadır"
"Eşine zulüm edenin ahirette davacısı ben olacağım!"
İki söz de Hadis-i Şeriftir ve iki cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa SAV'e aittir doğal olarak!
Yani İslamda kadına şiddet, "İstanbul Sözleşmesi'nden" çok, çok daha önce de yasaktı.
Hatta neredeyse lanetleniyordu!
İstanbul Sözleşmesi geldi diye, bu durum doğmadı.
Ancak bu sözleşme geldi diye de "geleneksel Türk aile yapısı" daha fazla bozulmadı.
LGTB'de daha fazla artmadı.
Tıpkı kadına şiddet olaylarının bitmediği, hatta daha da arttığı gibi, tıpkı kadın cinayetlerinin bitmediği, daha da arttığı gibi.
Bu sözleşme ile Devleti ve Sayın Cumhurbaşkanı'nı iç siyasete sürüklemek ise tam bir facia.
Hele ki şu içinde bulunduğumuz vakitte.
Yani dünyanın rotasının yeniden belirlendiği, kitabın yeniden yazıldığı, kartların yeniden dağıtıldığı bu zamanda.
Türkiye'nin 100 yılın en güçlü olduğu ve dünyada başat bir role soyunduğu, bunun içinde atması gereken adımlar, yapması gereken hamlelerin olduğu şu zamanda.
Esasında Sayın Erdoğan'ın tüm enerjisini, pür dikkat bu hamlelere ve belirlenmesi gereken stratejiye yorması gereken bu zamanda, Devleti ve Sayın Cumhurbaşkanı'nı inatla iç siyasete hapsetmeye teşebbüs etmek, hiç kimsenin altından kalkamayacağı bir vebaldir!
Bu sözleşme meselesinde karşı karşıya gelen iki taraf var!
Bir taraf malum, kendini aydın, seküler, çağdaş gibi titeller ile süsleyen sol, marjinal sol kesimin, sözümona feminizm ve kadın hakları Dernekleri.
Neden mi sözümona dedim?
Çünkü bu kesim, kendi içlerinden birileri, yani TV moderatörleri, oyuncular, şarkıcılar gibi "değerleri", eşlerinin, sevgililerinin ağızlarını, burunlarını kırdıkları zaman, müzmin üç maymunu oynar, sus pus olurlar.
Hele de bir HDP'li maganda, abaza vekil bozuntusu, seri tecavüzcü çıkınca, ne gazeteleri, ne TV'leri bu olayı görmezler bile.
Onun için sözümona terimini kullanmak, sanırım hiç de yanlış bir seçim olmadı.
Bunların savundukları "İstanbul Sözleşmesi hayat verir" sloganı ise açıkçası absürt.
Bunu ben değil, istatistikler söylüyor.
Bu sözleşme ve yasa yürürlüğe girdiğinden beri, aile içi şiddette de kadına şiddette de kadın cinayetlerinde de bırakın azalmayı, katlayarak her yıl büyüme var.
Ama nasıl olmasın ki?
En basit dondurma reklamı, araç reklamı tamamen seksit imareler ile dolu.
Şarkı klibi diye çekilen şeyler, en hafif tabiriyle erotik film düzeyinde.
Hatta o kadar ki, kamasutra ustaları bile solda sıfır bırakan hareketler mevcut.
Nereye bakarsanız bakın, kadını basit bir seks objesine indiren afişler, filmler, spotlar karşınıza çıkacak.
Eh ülkemizde de maganda mı yok?
Sürüsü ile. Ha şimdi aklınıza hiç de öyle varoşlardan çıkmış, pespaye bir adam tipi gelmesin.
Magandanın fakirine deniyor bu laf, zenginine ise züppe!
Halbuki iki tür de fikren ruh öküzüdürler.
Her iki tür de kadınları ancak cinsel obje olarak görür.
Ancak birinin giydiği kot Armani'dir, diğeri ise Çarşamba Pazarı ürünü.
Yoksa zihniyetlerinde zerre sapma yoktur.
Bunlar ne yasa dinler ne sözleşme.
Birileri çok para harcar, saldırır, diğerleri direkt saldırır.
Tabii haber programlarına genellikle magandalar düşer. Züppeler pek görünmez. Tek fark bu!
Gelelim diğer tarafa, yani sözleşme karşıtı, sözümona muhafazakar kesime!
Buradaki "sözümona"yı da açıklayacağım.
Bu gurup, "sözleşmeden çekilmeli" tartışmasını ne hikmetse, Ayasofya kararının hemen ardından başlattı, daha doğrusu hararet kazandırdı!
Öyle ki, bu yüzyılın olayını bile gölgede bırakmaya yetti!
86 yıllık bir özlemin vuslatına perde gerildi adeta!
Bu gurup ta toplumsal ahlak erozyonunu, LGTB meselesini, her türlü ahlaksızlığı bu olaya bağlıyor.
Geleneksel aile yapısının çökmesini bile bu sözleşmeye bağlıyor!
Hadi ya?
Gerçekten mi?
Senelerdir, tesettür dediğimiz kavram, git gide abes ile iştigal olurken, İstanbul sözleşmesi mi vardı?
Güya kapalı genç kızlar, nargile cafelerinin yeni starları olurken, bunun kabahati İstanbul sözleşmesi mi idi acaba?
Çarpık eğitim sistemi, çocukların beyinlerini zehirlerken sözleşme mi vardı?
"Aşkı Memnu" gibi diziler reyting rekorları kırarken nerede idiniz?
Gencecik kızları, başları boş, yabancı şehirlere okumaya gönderdiniz de orada gerçekten ne yapıyor, bir merak ettiniz mi?
Yok, para yolladınız ya, yetti değil mi?
Onyıllardır, "benim oğlum erkek, yapar", "çok yakışıklı, çok can yakar bu çocuk", gibi saçma sapan söylemler toplumun diline pelesenk olurken, neden sesiniz çıkmadı.
Bir çocuğu okutmak ve üstüne bir Kuran kursuna vermek yetti, değil mi?
Görünen o ki yetmedi, yetmemiş, yetmeyecek!
Çünkü hiçbir okul, hiçbir kurs, çocuğunuza, güzel ahlakı, iyi insan olmayı öğretmez, öğretemez.
Bunu ancak ebeveynler, dahi büyükanne, büyükbabalar yapar!
Ee, şimdi soralım bakalım, hangi biriniz büyükleriniz ile aynı çatı altında yaşıyorsunuz?
Gelin kaynanaya katlanamaz, damat eşinin ailesinden hazzetmez….
Sonuç, anne, babanın çalıştığı bir ortamda, başıboş büyüyen bir nesil.
Ve evet, bu nesil o kadar kayıp ki, TicToc gibi, Periscope gibi mecralarda öyle şeyler yapıyorlar ki, anlatmaya dahi edebim müsait değil, haya ederim.
Sen nerden biliyorsun diyenlere de cevap vereyim.
Bu tip şeyleri meslek icabı maalesef izlemek zorunda olan siber suçlara mücadelede çalışan tanıdıklarımın bana aktarmaları.
Siz, siz olun, çocuklarınızın cep telefonları ile yakından alakadar olun.
Ben anlamam derseniz de yukarda zikrettiğim Siber suçlar bürolarını arayıp, görevlilerden yardım isteyin.
Yani, toplumsal ahlak erozyonu başlayalı 20 değil nerdeyse 40 yıl oldu.
Bunu tek bir sözleşmeye bağlamak ta bunu şu içinde bulunduğumuz devir de tartışmaya açmak ta, pek akıl işi olmasa gerek!
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
"Eşine zulüm edenin ahirette davacısı ben olacağım!"
İki söz de Hadis-i Şeriftir ve iki cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa SAV'e aittir doğal olarak!
Yani İslamda kadına şiddet, "İstanbul Sözleşmesi'nden" çok, çok daha önce de yasaktı.
Hatta neredeyse lanetleniyordu!
İstanbul Sözleşmesi geldi diye, bu durum doğmadı.
Ancak bu sözleşme geldi diye de "geleneksel Türk aile yapısı" daha fazla bozulmadı.
LGTB'de daha fazla artmadı.
Tıpkı kadına şiddet olaylarının bitmediği, hatta daha da arttığı gibi, tıpkı kadın cinayetlerinin bitmediği, daha da arttığı gibi.
Bu sözleşme ile Devleti ve Sayın Cumhurbaşkanı'nı iç siyasete sürüklemek ise tam bir facia.
Hele ki şu içinde bulunduğumuz vakitte.
Yani dünyanın rotasının yeniden belirlendiği, kitabın yeniden yazıldığı, kartların yeniden dağıtıldığı bu zamanda.
Türkiye'nin 100 yılın en güçlü olduğu ve dünyada başat bir role soyunduğu, bunun içinde atması gereken adımlar, yapması gereken hamlelerin olduğu şu zamanda.
Esasında Sayın Erdoğan'ın tüm enerjisini, pür dikkat bu hamlelere ve belirlenmesi gereken stratejiye yorması gereken bu zamanda, Devleti ve Sayın Cumhurbaşkanı'nı inatla iç siyasete hapsetmeye teşebbüs etmek, hiç kimsenin altından kalkamayacağı bir vebaldir!
Bu sözleşme meselesinde karşı karşıya gelen iki taraf var!
Bir taraf malum, kendini aydın, seküler, çağdaş gibi titeller ile süsleyen sol, marjinal sol kesimin, sözümona feminizm ve kadın hakları Dernekleri.
Neden mi sözümona dedim?
Çünkü bu kesim, kendi içlerinden birileri, yani TV moderatörleri, oyuncular, şarkıcılar gibi "değerleri", eşlerinin, sevgililerinin ağızlarını, burunlarını kırdıkları zaman, müzmin üç maymunu oynar, sus pus olurlar.
Hele de bir HDP'li maganda, abaza vekil bozuntusu, seri tecavüzcü çıkınca, ne gazeteleri, ne TV'leri bu olayı görmezler bile.
Onun için sözümona terimini kullanmak, sanırım hiç de yanlış bir seçim olmadı.
Bunların savundukları "İstanbul Sözleşmesi hayat verir" sloganı ise açıkçası absürt.
Bunu ben değil, istatistikler söylüyor.
Bu sözleşme ve yasa yürürlüğe girdiğinden beri, aile içi şiddette de kadına şiddette de kadın cinayetlerinde de bırakın azalmayı, katlayarak her yıl büyüme var.
Ama nasıl olmasın ki?
En basit dondurma reklamı, araç reklamı tamamen seksit imareler ile dolu.
Şarkı klibi diye çekilen şeyler, en hafif tabiriyle erotik film düzeyinde.
Hatta o kadar ki, kamasutra ustaları bile solda sıfır bırakan hareketler mevcut.
Nereye bakarsanız bakın, kadını basit bir seks objesine indiren afişler, filmler, spotlar karşınıza çıkacak.
Eh ülkemizde de maganda mı yok?
Sürüsü ile. Ha şimdi aklınıza hiç de öyle varoşlardan çıkmış, pespaye bir adam tipi gelmesin.
Magandanın fakirine deniyor bu laf, zenginine ise züppe!
Halbuki iki tür de fikren ruh öküzüdürler.
Her iki tür de kadınları ancak cinsel obje olarak görür.
Ancak birinin giydiği kot Armani'dir, diğeri ise Çarşamba Pazarı ürünü.
Yoksa zihniyetlerinde zerre sapma yoktur.
Bunlar ne yasa dinler ne sözleşme.
Birileri çok para harcar, saldırır, diğerleri direkt saldırır.
Tabii haber programlarına genellikle magandalar düşer. Züppeler pek görünmez. Tek fark bu!
Gelelim diğer tarafa, yani sözleşme karşıtı, sözümona muhafazakar kesime!
Buradaki "sözümona"yı da açıklayacağım.
Bu gurup, "sözleşmeden çekilmeli" tartışmasını ne hikmetse, Ayasofya kararının hemen ardından başlattı, daha doğrusu hararet kazandırdı!
Öyle ki, bu yüzyılın olayını bile gölgede bırakmaya yetti!
86 yıllık bir özlemin vuslatına perde gerildi adeta!
Bu gurup ta toplumsal ahlak erozyonunu, LGTB meselesini, her türlü ahlaksızlığı bu olaya bağlıyor.
Geleneksel aile yapısının çökmesini bile bu sözleşmeye bağlıyor!
Hadi ya?
Gerçekten mi?
Senelerdir, tesettür dediğimiz kavram, git gide abes ile iştigal olurken, İstanbul sözleşmesi mi vardı?
Güya kapalı genç kızlar, nargile cafelerinin yeni starları olurken, bunun kabahati İstanbul sözleşmesi mi idi acaba?
Çarpık eğitim sistemi, çocukların beyinlerini zehirlerken sözleşme mi vardı?
"Aşkı Memnu" gibi diziler reyting rekorları kırarken nerede idiniz?
Gencecik kızları, başları boş, yabancı şehirlere okumaya gönderdiniz de orada gerçekten ne yapıyor, bir merak ettiniz mi?
Yok, para yolladınız ya, yetti değil mi?
Onyıllardır, "benim oğlum erkek, yapar", "çok yakışıklı, çok can yakar bu çocuk", gibi saçma sapan söylemler toplumun diline pelesenk olurken, neden sesiniz çıkmadı.
Bir çocuğu okutmak ve üstüne bir Kuran kursuna vermek yetti, değil mi?
Görünen o ki yetmedi, yetmemiş, yetmeyecek!
Çünkü hiçbir okul, hiçbir kurs, çocuğunuza, güzel ahlakı, iyi insan olmayı öğretmez, öğretemez.
Bunu ancak ebeveynler, dahi büyükanne, büyükbabalar yapar!
Ee, şimdi soralım bakalım, hangi biriniz büyükleriniz ile aynı çatı altında yaşıyorsunuz?
Gelin kaynanaya katlanamaz, damat eşinin ailesinden hazzetmez….
Sonuç, anne, babanın çalıştığı bir ortamda, başıboş büyüyen bir nesil.
Ve evet, bu nesil o kadar kayıp ki, TicToc gibi, Periscope gibi mecralarda öyle şeyler yapıyorlar ki, anlatmaya dahi edebim müsait değil, haya ederim.
Sen nerden biliyorsun diyenlere de cevap vereyim.
Bu tip şeyleri meslek icabı maalesef izlemek zorunda olan siber suçlara mücadelede çalışan tanıdıklarımın bana aktarmaları.
Siz, siz olun, çocuklarınızın cep telefonları ile yakından alakadar olun.
Ben anlamam derseniz de yukarda zikrettiğim Siber suçlar bürolarını arayıp, görevlilerden yardım isteyin.
Yani, toplumsal ahlak erozyonu başlayalı 20 değil nerdeyse 40 yıl oldu.
Bunu tek bir sözleşmeye bağlamak ta bunu şu içinde bulunduğumuz devir de tartışmaya açmak ta, pek akıl işi olmasa gerek!
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.