Çizilen karizma
Başlık biraz argo oldu, özür dilerim, lakin durumu özetleyen başkaca da pek bir sözcük bulamadım doğrusu.
Söz konusu İran, söz konusu Haniye cinayeti.
Ben buradan ne verilmek istenen mesajlara ne oyunlara değinmeyeceğim çünkü hiçbir teorinin somut kanıtı yok.
Öyle olunca da, tüm mesaj düşünceleri, komplo teorileri olmaktan öteye geçmiyor, geçemiyor.
Somut olan şey şu, kıytırık İsrail, tüm dünyada istediğini yapıyor, ve ne kadar “muasır medeniyetler” varsa, İsrail’in yanında, önünde, arkasında, siper oluyor!
Acı gerçek bu, somut olan olay da bu.
BM’si de, AB si de, ABD si de, topyekun ve sadece İsrail’i korumak, kollamak ile iştigal ediyorlar.
Gelelim çizilen karizmaya.
Rezil rüsva olan ülkeye, yani İran’a.
Senin ülkenin Cumhurbaşkanı şaibeli bir şekilde hayatını kaybetti.
Kaza mahallini bulmaktan acizsin, herhangi bir araştırma yapmaktan acizsin.
Daha önce, “yaşayan Şehid” dediğin Kasım Süleymani katledildi, verdiğin cevap mecazi.
Şimdi ise, senin Başkentinde, senin resmi misafirin Şehid edildi.
Bu nasıl bir utanç?
Olayın gerçekleştiği yer, senin Devrim Muhafızlarına ait ve üst düzeyde korunuyor.
Tek mantıklı yöntem bir füze saldırısı ve senin hava savunma sistemlerin bunu görmemiş, engel olamamış.
Utanç üstüne utanç.
Misafirine mukayyet olamayan, rezil, sefil bir ülke konumundasın.
Yok onu vururum, yok bunu bombalarım...
Geçeceksin bunları, çünkü hiçbir intikam hareketi (ki olmayacak), Öleni diriltmez, yapılanı, yapılmamış kılmaz.
Uluslararası kamuoyunun gözünde bitmişsin, silinmişsin, tek dişi kalmış canavardan daha sefil hale gelmişsin.
Dişsiz canavar olmuşsun, yani etkisiz eleman, yani bir hiç.
Hiçbir devlet böyle bir utancı kaldıramaz.
Resmi davet ettiği bir Misafirine sahip çıkamamak kadar bedbaht bir durum da, asla olamaz.
Çünkü sana gelen misafir, senin namusundur.
Namusuna sahip çıkamadın İran.
Namusuna sahip çıkamayanlara Anadolu’da bir tabir kullanırlar, da ben buradan kullanamam.
Yani o herkesin senelerdir gözünde büyüttüğü İran, meğerse kağıttan kaplanmış, yelden tayyare imiş.
Askeri gücü... Var mı ki askeri gücü?
Evet, kendi halkını bastırıp, zorla Molla rejimini ayakta tutmak için, yeterli olabilir, ancak savaşacak bir ordusu var mı, ben sanmıyorum açıkçası...
Bunlar somut gerçekler, ispata gerek duymayan, bariz gerçekler.
Gerçeklerin dışında her ne varsa, velev ki doğru da olsa, ancak bir teori olabilir ve bunun bir adım ötesine de geçmez, velev ki doğru olsalar bile.
Son iki, üç aydır biz zaten öyle bir zaman dilimine tanıklık ediyoruz ki, 50 yılda olmayacak olaylar, 5 günde oluyor.
Ama zaten böyle olur bu işler, çünkü tarih tekerrürden ibarettir.
Birinci ve ikinci dünya savaşları öncesinde de, olağanüstü zamanlar yaşanmıştı.
Bizim payımıza düşen?
Birincisi, üst düzey liderlerin en üst seviyede korumaya alınmasıdır, olağanüstü hal şartlarına uygun bir şekilde güvenlik önlemleri, behemehal alınmalıdır.
Üst düzey bürokrat, kamu binaları, topluma açık, özel mülk olsa bile (AVM) ler, eğlence yerleri, üst düzey güvenlik tedbirlerine geçirilmelidir.
Sınır boylarımızın güvenlikleri de en üst düzey alarm seviyesine getirilmelidir.
Neden mi?
Çünkü azgın terör devleti İsrail, defalarca ülkemizi ve bizzat Sayın Erdoğan’ı tehdit etmedi mi?
“Korktu mu dedirteceksin?” diyenler olacaktır.
Biz korkmayız, ancak tedbiri elden bırakmak, savsaklamak da en büyük ahmaklıktır, ve bu millet ahmak değildir.
Tedbirimizi alalım, takdirini Allah’a bırakalım.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Murat Göçmen