Sokaktan salona "Yeni nesil sosyete" !..
Salon Partisi demiştik,
Peki "Salon Partisi" olunca ne olur?..
Uzaklaşma başlar.
Önce kendinden uzaklaşırsın,
Sonra, "çok çok Allah" diyerek, Allah'tan,
Geldiğin yerden, hedef noktandan uzaklaşırsın.
Sonra;
Genel ve yerel bazda parti yöneticileri sokaktan uzaklaşır,
Halktan kopar,
Artık başkentte de, en küçük kentte de "money talks"…
Yani, para konuşur,
Para konuşulur…
İlçe başkanı Kaymakamlaşır,
İl başkanı Valileşir,
Salon Partili belediye başkanları herşeyleşir.
Ünvanlar ve görevler birbirine karışır,
Her şey bir'leşir; herkes, o "bir"in hizmetindeleşir.
Fiiliyat böyleleşir.
Peki, o "bir" denenler kim?
Yani "tek",
Yani "yegane" olanlar kimler?
Salonculaşan partinin başkanları, yöneticileri,
Yani "sokaktan geldik…" diye övünüp; salonculaşan "yeni nesil ekabir"…
Misal;
Bir ilde vali de odur,
Milli eğitim müdürü de odur,
Rektör de odur,
Kara yolları müdürü de,
Devlet su işleri bölge müdürü de,
Hatta kamu bankalarının şube müdürü de odur.
Çünkü artık devlettir,
Devlet kendisidir…
Eskiden sabırla dinlediği halk, artık "çok olmaktadır",
Halkı dinlemekse, angaryadır.
"Biz işimizi-gücümüzü bıraktık, bu görevi yürütüyoruz. Bu halk denen yığın, bunun kıymetini idraktan da yoksun yahu…" yaklaşım ve lütufçuluğu hakimdir.
"Ama burası yerel, burası taşra; hadi, başkenttekileri anladık da; buradakiler bile nasıl bu hale geldi ki…" diye soracak olursanız;
"Balık baştan kokar" sözünü hatırlatırım.
Başkente gittiler,
Gördüler,
Uyandılar,
Öğrendiler,
Geldiler ve pratiğe geçtiler…
Hani "biz babadan böyle gördük…" derler ya; aynen onun gibi, hemen tatbikata geçtiler.
"Ganimet"ten geri kalamazlardı.
Hatta gecikmişlerdi bile…
Uhud savaşında peygamberin sözünü dinlemeyen okçular gibi "ganimet"e koştular.
Nimet, gani idi ve farkında değillerdi,
Ama gani nimet, onların da hakkı idi.
Halk-malk, seçim-meçim, siyaset-miyaset de neydi ki…
Vakit, "gani nimetten" geri kalmama vaktiydi.
"Biz burada milletin ağzının kokusunu çekiyoruz,
Ankara'da mis gibi salonlarda particilik yapılıyor,
Bizim neyimiz eksik,
Hem koca koca ve süslü salonlar da yaptırdık,
Sokaklarda işimiz ne,
Artık biz de, salonların efendisiyiz..." siyaseti başladı.
Neden?
Çünkü parti, "Salon Partisi" oldu!..
Dikkatimi çekenler…
Ak Parti lideri ve üst yönetimi başta Kılıçdaroğlu olmak üzere tüm muhalefet başkanlarına en ağır sözleri ediyor.
Bünyeden ayrılan Ali Babacan'ı, direk muhatap alarak eleştirebiliyor.
Ama bir de Davutoğlu var.
Zehir-zemberek açıklamalar ve eleştiriler getiriyor.
Ama ona nedense "tık" yok.
İktidar cenahından ses-seda yok.
Eğer ki, "onun bir etkinliği yok ve muhatap almaya bile değmez. O yüzden, kaale bile alıp cevap vermiyoruz" tavırlarına sakın takılmayın.
Çünkü iktidarın muhatap alıp eleştirmeyeceği kimse yok.
O halde, konu Davutoğlu olunca neden acaba? Hiç düşündünüz mü…
Ben düşündüm,
Acaba Davutoğlu'na cevap verip damarına basarlarsa bir döneme dair söyleyeceklerinden mi korkuluyor ki, diye de aklıma gelmedi değil.
Ne bileyim; "Çok zorlamayalım, ya konuşursa…" diye mi çekiniyorlar yoksa…
Sonuç;
Somut bir cevap bulamadım ve "…vardır bu işte bir iş ama…" dediğimle kaldım…
Peki "Salon Partisi" olunca ne olur?..
Uzaklaşma başlar.
Önce kendinden uzaklaşırsın,
Sonra, "çok çok Allah" diyerek, Allah'tan,
Geldiğin yerden, hedef noktandan uzaklaşırsın.
Sonra;
Genel ve yerel bazda parti yöneticileri sokaktan uzaklaşır,
Halktan kopar,
Artık başkentte de, en küçük kentte de "money talks"…
Yani, para konuşur,
Para konuşulur…
İlçe başkanı Kaymakamlaşır,
İl başkanı Valileşir,
Salon Partili belediye başkanları herşeyleşir.
Ünvanlar ve görevler birbirine karışır,
Her şey bir'leşir; herkes, o "bir"in hizmetindeleşir.
Fiiliyat böyleleşir.
Peki, o "bir" denenler kim?
Yani "tek",
Yani "yegane" olanlar kimler?
Salonculaşan partinin başkanları, yöneticileri,
Yani "sokaktan geldik…" diye övünüp; salonculaşan "yeni nesil ekabir"…
Misal;
Bir ilde vali de odur,
Milli eğitim müdürü de odur,
Rektör de odur,
Kara yolları müdürü de,
Devlet su işleri bölge müdürü de,
Hatta kamu bankalarının şube müdürü de odur.
Çünkü artık devlettir,
Devlet kendisidir…
Eskiden sabırla dinlediği halk, artık "çok olmaktadır",
Halkı dinlemekse, angaryadır.
"Biz işimizi-gücümüzü bıraktık, bu görevi yürütüyoruz. Bu halk denen yığın, bunun kıymetini idraktan da yoksun yahu…" yaklaşım ve lütufçuluğu hakimdir.
"Ama burası yerel, burası taşra; hadi, başkenttekileri anladık da; buradakiler bile nasıl bu hale geldi ki…" diye soracak olursanız;
"Balık baştan kokar" sözünü hatırlatırım.
Başkente gittiler,
Gördüler,
Uyandılar,
Öğrendiler,
Geldiler ve pratiğe geçtiler…
Hani "biz babadan böyle gördük…" derler ya; aynen onun gibi, hemen tatbikata geçtiler.
"Ganimet"ten geri kalamazlardı.
Hatta gecikmişlerdi bile…
Uhud savaşında peygamberin sözünü dinlemeyen okçular gibi "ganimet"e koştular.
Nimet, gani idi ve farkında değillerdi,
Ama gani nimet, onların da hakkı idi.
Halk-malk, seçim-meçim, siyaset-miyaset de neydi ki…
Vakit, "gani nimetten" geri kalmama vaktiydi.
"Biz burada milletin ağzının kokusunu çekiyoruz,
Ankara'da mis gibi salonlarda particilik yapılıyor,
Bizim neyimiz eksik,
Hem koca koca ve süslü salonlar da yaptırdık,
Sokaklarda işimiz ne,
Artık biz de, salonların efendisiyiz..." siyaseti başladı.
Neden?
Çünkü parti, "Salon Partisi" oldu!..
Dikkatimi çekenler…
Ak Parti lideri ve üst yönetimi başta Kılıçdaroğlu olmak üzere tüm muhalefet başkanlarına en ağır sözleri ediyor.
Bünyeden ayrılan Ali Babacan'ı, direk muhatap alarak eleştirebiliyor.
Ama bir de Davutoğlu var.
Zehir-zemberek açıklamalar ve eleştiriler getiriyor.
Ama ona nedense "tık" yok.
İktidar cenahından ses-seda yok.
Eğer ki, "onun bir etkinliği yok ve muhatap almaya bile değmez. O yüzden, kaale bile alıp cevap vermiyoruz" tavırlarına sakın takılmayın.
Çünkü iktidarın muhatap alıp eleştirmeyeceği kimse yok.
O halde, konu Davutoğlu olunca neden acaba? Hiç düşündünüz mü…
Ben düşündüm,
Acaba Davutoğlu'na cevap verip damarına basarlarsa bir döneme dair söyleyeceklerinden mi korkuluyor ki, diye de aklıma gelmedi değil.
Ne bileyim; "Çok zorlamayalım, ya konuşursa…" diye mi çekiniyorlar yoksa…
Sonuç;
Somut bir cevap bulamadım ve "…vardır bu işte bir iş ama…" dediğimle kaldım…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Utku