Yeni yılın revize edilip sahaya sürülecek tehlikeleri!..
Önceki yazımda: "Birinci ve İkinci dünya savaşlarında 65 milyon insan öldü ama 1945'ten günümüze kadarki süreçte 87 milyon insan hayatını kaybetti." demiştim.
Peki, nasıl oldu?
Bilmediğimiz bir dünya savaşı ya da savaşları mı oldu da daha fazla insan öldü?
Arkadaşlar!
Günümüz dünyası ve özellikle "Yeni Dünya Düzeni'' süreci kendine has özellikler barındırıyor.
Savaş stratejileri değişti/bilindik yöntemler yeni nesil şekillere büründürüldü ve günün koşulları çerçevesinde yeni bir konsept oluşturuldu.
Sebepler değişmedi, birilerinin küresel hakimiyet planı hâlâ aynı…
Ama strateji ve taktikler ortalama insan aklının alamayacağı kadar kapsamlı/ortalama devlet yöneticilerinin öngöremeyeceği kadar derin ve kendini zeki sanan/hatta oldukça zeki olan insanların, bu işe ciddi kafa patlatan teorisyen ve pratisyenlerin bile manipüle edileceği kadar ince ayarlı bir çerçeveye kavuşturuldu.
Oldukça değişken/oldukça relaks/oldukça normal gibi ve fark ettirmeden yok edici boyutta…
Peki, hâl böyleyken neler öne çıktı/çıkıyor/çıkacak?
Ülkeler kendini çok boyutlu bir savaşa her an hazır tutmalı.
Ekonomik,
Algısal,
Medyatik,
Sosyolojik
Ve en önemlisi askerî bağlamda bir savaşa hazır tutmalı!
Ama "Yeni Dünya Düzeni'' enstrümanlarına uygun/yeni nesil çatışmalara muvafık ve mutabık bir savaşa…
Bu bağlamda Türkiye'nin son on sene içinde "Savunma Sanayi''sinde yaptığı çalışmaları çok değerli/önemli ve hayatî buluyorum. İHA/SİHA/helikopter/uçak' vb. gibi alanlarda elde ettiği donanım ve kat ettiği mesafenin, ileriki yıllarda ne kadar değerli olduğunu hepimiz göreceğiz.
Arkadaşlar!
Gelişmiş ülkeler ve onların arkasındaki "Güç ve Akıl'' maşa dururken artık elini yakmıyor.
Vekâlet savaşlarıyla,
Ekonomik darbe ve krizlerle,
Özellikle yerel dinamikleri ele geçirerek/kullanarak ülkeleri de stabilize ederek yarattıkları iç karışıklıklarla,
Milli orduları zayıflatıp "X-Y-Z Kuşağı'' filan gibi kavramlarla kategorize ettikleri yeni nesilleri milisiz/milliyetsiz kılıp dünyasallaştırıcı cazibelerle milli savunma reflekslerini önemsizleştirerek planlarını pratize ediyorlar/amaçlarına ulaşmayı hedefliyorlar.
Başarılı olabiliyorlar mı?
Başardılar, başarıyorlar ve maalesef başaracaklar gibi de görünüyor!
Buna engel olunamaz mı?
O birilerinin küresel değişim sistemine/Yeni Dünya Düzeni hareketine belki engel olunamaz ama ülke olarak en az hasarla çıkılması sağlanabilir.
Nasıl?
Tüm bu dediklerimi nazarı dikkate alarak/yeni tehlikelere yeni nesil yaklaşımlar oluşturarak ve günümüz küresel gerçeklik ve riskleri doğru okuyarak…
Türkiye bunu yapabiliyor mu?
Kısmen…
Son 6-7 yıldır genel itibarla doğru okuma yaptığını ve özellikle son kurulan hükümetle başlayan süreçte devlet odaklı aklın ön almaya çalıştığını fark ediyorum.
Yeterli mi?
Asla değil…
Gizli/kirli ve belirsiz süreli bir dünya savaşı yaşanırken,
Bilindik yol ve yöntemler kullanılmazken,
Düzenin Efendilerince A'dan Z'ye tüm küresel dinamiklerin değiştirilmesi sahneye koyulmuşken siyasal kaygı ve risklerin/iktidarda kalma ve iktidar olma isteklerinin/kamusal imkânları elinde tutma/elde etme heveslerinin gerekli/acil/çok acil önlemler alınmasına sekte vurması veya ihmal edilmesinden çok kaygılıyım!
Arkadaşlar!
Üçüncü Dünya'da veya Batı harici ülkelerde hatta ve hatta bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu/Ön Asya/Afrika coğrafyasında/göstermelik veya gerçek seçim yapılan ülkelerde yöneticiler tarafından oy deposu görülen kitlelerin/cemaat ve tarikatların fazlaca bir şekilde milli risk analizinden uzak tutulduğuna dair sahip olduğum düşünce ve gözlem oldukça tedirgin edici ve oldukça ürkütücü!..
Irak'ı düşünün,
Saddam Hüseyin'in sonunu getiren Kesnizani Tarikatı oldu.
Sadece Saddam'ın mı; Irak'ı da permeperişan eden/isimden ibaret bir devlet haline getiren süreç bu tarikat marifetiyle yaşandı.
Körfez Savaşında istediğini elde edemeyen Amerika/İsrail veya başka bir deyişle Düzenin Efendileri Kesnizani Tarikatına sızdılar.
Milyon milyon dolarlarla kamu kurumlarından askeriyeye kadar Irak devletinin kılcallarına kadar girdiler.
2000 yılına gelindiğinde Saddam olanların farkına varmıştı ama artık çok geç ve iş işten geçmişti.
En yakını/sırdaş ve kara kutusu bir komutan da dahil eşi başta olmak üzere geniş ailesinden pek çok kişi de bu tarikatın cenderesine kapılmıştı.
Sonrası ise hepimizin malumu…
Türkiye özelinde ise 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimini düşünün…
Kimlerdi bunlar?
Kendini cemaat olarak vasıflandıran bir terör örgütü…
Biter mi adına tarikat/cemaat veya daha kamuflajlı ifadeyle kendilerini STK diye lanse eden bu tür oluşumlar?
Bitmez ve bitmeyecek.
Çünkü bu coğrafyalardaki toplumsal yapılar ve inanış şekilleri bu tür yapılanmalara çok elverişli…
Hal ve ahval böyle olunca, toplumları/ülkeleri ve coğrafyaları karıştırmak ve menfaatlerini maksimize etmek isteyen ‘'Akıl ve Güç Sahipleri''nin el atacağı en organize yapılar bunlar oluyor.
Çare nedir peki?
Güçlü/objektif ve tavizsiz devlet yapısı…
Ve bu sayede, bu oluşumlar üzerinde oluşacak sıkı denetim ve kontrol!
Sonuç:
Arkadaşlar!
Ülkemiz bir İskandinav ülkesi/İsveç-Finlandiya-Danimarka veya Atlas Okyanusu'nda bir ada devleti veya bir Avusturalya kıtasında bir ülke değil.
Dünyanın göbeğinde,
Geçiş noktasında ve tarihin en büyük savaşlarına sahne olan kavşak bir ülke…
Bu coğrafyada ayakta kalmak için şart olan parametreler de kendine has ve özel.
Ekonomisi/Ordusu/İnsanı ve savunma refleksi her an ve şekilde güçlü olunması gereken bir coğrafya…
Tüm bunları neden anlattım?
Irak'a/Suriye'ye/Karadeniz'e/İran tarafına bakın,
Bugüne kadar yaşanmayan ve tüm yaşananlardan farklı olan İsrail-Filistin savaşına bakın,
Rusya'nın pozisyonuna bakın,
Diğer Ortadoğu ülkelerinde başlayan yeni yaklaşımlara iyi bakın ne kastettiğimi iyi anlarsınız.
O birilerinin, fiili ve fiziki olarak el atmadığı/sınırlara kadar geldiği iki ülke var:
Birisi İran, birisi de Türkiye…
Hiçbir şeyin hafife alınmaması gerektiği/her şeyin, her türlü düşmancalığın ve hatta dost görünümlü yaklaşımların bile en ciddiye alınması gereken bir süreçteyiz.
Yeni girdiğimiz 2024 ile birlikte, çok farklı/karmaşık ama bir o kadar da ürkütücü ve tehlikeli sürecin de başladığını düşünüyorum.
Bu süreç, her türlü iç dinamiklerin kullanılabileceği/bugüne kadar deneyimlemediğimiz her türlü saldırı enstrümanlarının sahaya sürüleceği ve çekinerek söylüyorum ki yıllardır akın akın gelen sığınmacıların kullanılarak karışıklık çıkartılabileceği bir süreçtir!
Yanılan ben olmak istiyorum, diyerek yazımı tamamlıyorum!
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.