Türkiye artık yanlız değil..
Bu sözü her olaya teşmil edebilirsiniz.
Mesela Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi…
İlk başta hemen başlıyoruz;
“Trump, NeoCon-Pentagon-Evangelist-Yahudici kesimin istediğini yaptı” demeye…
Ama kazın ayağı aslında hiç de öyle değil.
Oyun kurucu “akıl”, müthiş bir “akılla” hareket ediyor.
Birkaç adım sonrasını düşünüyor, planlıyor ve adımı da, başka birine attırıyor.
Oyunu kuran başka,
Oyunda, adımı atan başka.
Burada, perdenin önündeki Trump.
Adımı attıran ise; sanıldığı gibi, NeoCon-Pentagon-Yahudi cephesi değil.
Adımı attıran, ABD’ye yeni bir çehre, yepyeni vizyon, yeni bir yönetsel hiyerarşi kazandırmak ve revize edilmiş güç haline dönüştürmek isteyen “yeni yüzyıl” planlayıcısı bir akıl.
Gelin Kudüs olayını birlikte irdeleyelim.
Ve bunu da, BM’de oylamada “evet” diyen 128 ülkeye bakarak değerlendirelim.
ABD gibi bir ülkeye, 128 ülkenin tamamının karşı çıkması sizce mümkün mü.?
ABD’nin bütün tehditlerine rağmen 128 ülkenin bunu takmaması nasıl bir şey.?
Üstelik, ABD’nin uhdesine almış gibi görünen, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bile, ABD karşıtı oy kullanması sadece halkın tepkisinden çekinildiği için mi.?
Ve özellikle, ABD’nin mali yardımlarına bağımlı kalmış ülkelerin karşıt oy kullanabilmelerinin nedeni sadece özgür davranmaları mı..?
Hayır, hayır hayır…
Oyun kurucu, oyunu çok güzel kurguluyor ve kurguladı.
Önce Trump’a Kudüs konusunda böyle bir adım attırdı.
Sonra aynı Trump’a ülkeleri mali yardımları kesmeyle tehdit ettirdi.
Ve bu karar Pentagon-NeoCon-Evangelist-Yahudi ABD’sinin isteğiymiş gibi lanse ettirdi.
Peki geldiğimiz noktada durum ne…
Daha önceki yazılarımda “Merkeziyetçi” kesim diye söylediğim cephenin küresel bazlı hakimiyet olgusunda, bir adım daha ilerlediği görüldü.
Bu oylama ile, bu kesimin oluşturmaya çalıştığı ve tüm dünyayı kapsayan cephe genişledi, saflar sıklaştı ve adeta, oylamayla deklarasyona dönüştü.
İlk başta mağlup görünenler galipleşti.
Bu başarıda, Erdoğan’ın İslam-Hristiyan ayırt etmeksizin; mazlum ve mağdur ülkeler ve milletler nezdindeki itibar ve liderlik karizmasının etkisi asla yadsınamaz. Bu sonucun alınmasında İngiltere ve organizasyonun arka planındaki “aklın” payı ne kadar çok ise; Erdoğan’ın da etkisi o derece önemli ve kıymetlidir.
Peki, Kudüs olayıyla sıkıntıya düşen kim? Hangi cephe.?
Pentagon-NeoCon-Evangelist-Yahudi ABD’si….
Mahir Kaynak formülasyonunu bu olaya uyarlarsak;
Olayın sonucu kime yaradı; Merkeziyetçilere, yani karşı cepheye…
Olayda fitili ateşleyen/ateşletilen has oğlan kim; Trump…
ABD seçimleri konusundaki yazımda bahsetmiştim.
Son onbeş güne kadar önde giden Clinton’un, kaybedeceğini ve Trump’ın kazanacağını dile getirmiştim.
Ve Trump’ın, göreve getirenler için “en sadık başrol oyuncusu” olacağını, verilen görevleri yapacağını, kendi kafasından birşeyler yapamayacağını ve görevini tamamlayınca da, o görevden gideceğini söylemiştim.
Evet…
Şuanda Trump tam da bu işlevini ifa ediyor.
Yani, sadece verilen görevi yerine getiriyor.
Katar ambargosu kararına, Kuzey Irak referandumuna ve son olarak da Kudüs olayına bakınca;
Pentagon ABD’sinin üçüncü golü yediğini görürüz.
Hatta gol, Trump tarafından adeta kendi kalesine atıyor/attırılıyor.
Peki bunlar tesadüfi veya Trump’ın özgür iradesiyle mi oluyor..?
Ya da, Trump’ın narsist, bencil ve ben bilirimci şekilde afili imza atmanın şehvetine kapılmasıyla mı.?
Tabi ki, hiç biri…
İnce ince, kilim gibi dokuyarak bir noktaya gelmek isteyen, planlarını karşıt cephenin adeta elini kolunu bağlayarak realize eden ve “akılla” hareket etmeyi prensip edinmişlerin pratiklerinden başka bir şey değildir.
Sadece, biz görünenle amel edip, görünenin arkasına nüfuz edemeyince; kimin neyi, niçin, nasıl ve kimin direktifiyle yaptığını anlamıyoruz.
Oyunun sonunda ne olacaktır..?
ABD hayatiyetine devam edecektir.
Ama nasıl bir ABD..?
Yönetimde ve karar süreçlerinde Pentagon-Evangelist-NeoCon-Yahudi etkisi azalmış bir ABD.
Yani hakimiyet aracı olarak, terör, silah, kaos ve savaşı birincil alternatif düşünmeyen ABD.
Kurumlararası acımasız çatışmaları bitirmiş ve bir noktada, kamusal uzlaşmayı sağlamış bir ABD.
Finansın ciddi el değiştirdiği, doların belki de yeniden basılarak, sanal, elektronik (aslında olmayan dolar) dolarların minimize edilip büyük ölçüde kontrol altına alındığı bir ABD.
FED’de gücün ciddi anlamda el değiştirdiği ve yeni ekonomik dinamiklerin oluştuğu bir ABD.
Hakimiyet yolunda coğrafyaların ve milletlerin varlıklarını yok saymayarak, küresel ölçekte bölgesel başat devlet ve liderlerle uzlaşıyla yol almak isteyen bir ABD.
Yakarak, yıkarak, yokederek değil de; yaparak, inşa ederek imha etmeyi tercih eden bir ABD.
Çin, Rusya, Fransa, Türkiye gibi ülkelerin bölgesel öncü lider ülkeler olarak kabul edildiği, “Tek güç benim” aforizmasından uzak, ama yine büyük güç olmaya devam eden bir ABD.
“Özgürlükler ülkesi benim” demeye devam eden, ama başkalarına özgürlük cimrisi olup; farklı coğrafyalara “özgürlük, demokrasi ve insan hakları” sloganıyla işgale daha usturuplu giden bir ABD.
İngiliz Siyasa’sının hakim olduğu, diplomatik reveransların emperyalizme kamuflaj yapıldığı, ama “ABD Ötesi Dünya”nın şimdiki kadar, yok sayılmadığı bir ABD.
Kısaca, yenilenmiş, revize ve disipline edilmiş; farklı güç, oluşum ve temerküzlerin inisiyatifine teslim olmayan, biraz daha akılla ve uzlaşıyla hakimiyet kurmayı hedefleyen bir ABD.
Bugün ve yarın Türkiye’nin ve Erdoğan’ın pozisyonu
Son Kudüs olayı Türkiye’nin pozisyonunu netleştirdi.
Safı belli oldu.
Şu bir gerçektir ki; bu ikili cepheleşmede başına buyruk kalabilmek zaten mümkün değildi. Rusya, Çin, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin bile bağlantısız hareket edemediği bir ortamda, bizim “onurlu yalnızlık” refleksiyle hareket ederek, tercih yapmamamız makul bir diplomasi olmazdı.
Gerçekçi olmak zorundayız.
Küresel konjonktörün ve coğrafyanın bize sağladığı avantajlara rağmen pek çok konuda; savunma sanayi, sağlık, enerji, petrol, bilişim vb. gibi alanlarda ve hatta tarımda bile, hala çok yetersiz haldeyiz.
Hal böyleyken; “Merkeziyetçi aklın” başını çektiği cephede yer almamak “Don Kişot”luk olur ve olurdu.
Türkiye ve Erdoğan yönetsel ve Devlet aklıyla hareket ederek, asgari müştereklerde ittifak esasına dayalı adımlar atarak safını belli etti. Bunun en bariz pozitif sonucunu da, BM Kudüs oylamasında aldı.
Bu “müşterek cephe oluşumu” olmasa idi; BM’den bu sonucun çıkması –kimse kusura bakmasın ama- “İslam Alemi ittifakı” romantizmiyle filan asla mümkün olamazdı.(Arap dünyasının ne halde olduğu apaçık ortada.)
Kudüs oylaması sonrası, Erdoğan nezdinde Türkiye ve tarihimize yönelik bazı Arap Prensleri eliyle saldırıları hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.
Erdoğan geldiği noktada bunu; “Kudüs sorunu İslam-Hristiyan ortak sorunudur” yaklaşımıyla, safında yer aldığı cephenin müşterek karşıt hamlesiyle başarıya ulaştırdı.
Şuanda Türkiye yalnız değildir.
Oluşan “Müşterek Cephe” Erdoğan’la ve dolayısıyla, belki de İslam Alemi’yle kahir çoğunlukta bir ittifaka varmış görünüyor.
Bu durum, Erdoğan’a iç siyasette güç devşirmesini ve iktidarını konsolide ederek, 2019 seçimlerini kazandıracak ve hem de, Ortadoğu’da çok ciddi, bireysel ve devlet boyutlu liderlik rolü verecektir.
Ki; Erdoğan’ın, Sudan, Çad ve Tunus seyahatlerini ve özellikle Sudan’da Sevakin Ada’sının imarına ilişkin diyaloğu bu bağlamda düşünmek gereklidir.
Bu yeni ittifak ve mutabakat sayesinde, önümüzdeki günlerde Suriye, Irak, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde Türkiye etkinliğinin hiç olmadığı kadar arttığını ve liderliğinin pekiştiğini göreceğiz.
İç politika bağlamında ise; artık, Erdoğan alternatifi ihtimalinin minimize olduğu, yeni siyaset ve siyasi figürlerin önemsizleştiği bir döneme girdik.
Medya tarafından dillendirilen Abdullah Gül vb. gibi isimlerle, İyi Parti ve Meral Akşener’in hiçbir belirleyiciliğinin olmadığını/olmayacağını çok yakın gelecekte hepimiz müşahede edeceğiz.
Bu yeni ittifak ve diplomaside ekstrem bir durum sözkonusu olmadıkça, 2018 yılında ülkemizde ciddi ekonomik rahatlama olacağını, 2019 arefesinde tam bir icraat yılı olacağını söyleyebilirim. Bu bağlamda; yurtdışından finansal transfer ve yatırımcı gelişleri de hız kazanacaktır.
2018 ve 2019 içinde yabancı medyada ve ülkelerde, Erdoğan’ın bölgesel önemi ve liderlik karizmasına ilişkin övücü makale ve söylemlere şahit olacağız.
“Erdoğan Rejimi, Erdoğan diktatörlüğü, ekseni kayan Türkiye” vb. gibi söylemlerin son yıllarda dillerden düşmediği bir dünyada; bu söylemler değişerek yerini, Türkiye ve Erdoğan övücü yazı ve sözlere bırakacaktır.
Sonuç olarak; oluşan “yeni ittifak” için Türkiye konusu netleşmiştir. ABD ile vize sorununun bile sonlanması bunun son işaretidir.
Artık Erdoğan alternatifi düşüncesi sona ermiştir denebilir.
Önümüzdeki yıllar Erdoğan liderliğinde bir Türkiye’nin, liderleşmesi boyutlu gelişmelere gebedir.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım…
Mesela Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi…
İlk başta hemen başlıyoruz;
“Trump, NeoCon-Pentagon-Evangelist-Yahudici kesimin istediğini yaptı” demeye…
Ama kazın ayağı aslında hiç de öyle değil.
Oyun kurucu “akıl”, müthiş bir “akılla” hareket ediyor.
Birkaç adım sonrasını düşünüyor, planlıyor ve adımı da, başka birine attırıyor.
Oyunu kuran başka,
Oyunda, adımı atan başka.
Burada, perdenin önündeki Trump.
Adımı attıran ise; sanıldığı gibi, NeoCon-Pentagon-Yahudi cephesi değil.
Adımı attıran, ABD’ye yeni bir çehre, yepyeni vizyon, yeni bir yönetsel hiyerarşi kazandırmak ve revize edilmiş güç haline dönüştürmek isteyen “yeni yüzyıl” planlayıcısı bir akıl.
Gelin Kudüs olayını birlikte irdeleyelim.
Ve bunu da, BM’de oylamada “evet” diyen 128 ülkeye bakarak değerlendirelim.
ABD gibi bir ülkeye, 128 ülkenin tamamının karşı çıkması sizce mümkün mü.?
ABD’nin bütün tehditlerine rağmen 128 ülkenin bunu takmaması nasıl bir şey.?
Üstelik, ABD’nin uhdesine almış gibi görünen, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bile, ABD karşıtı oy kullanması sadece halkın tepkisinden çekinildiği için mi.?
Ve özellikle, ABD’nin mali yardımlarına bağımlı kalmış ülkelerin karşıt oy kullanabilmelerinin nedeni sadece özgür davranmaları mı..?
Hayır, hayır hayır…
Oyun kurucu, oyunu çok güzel kurguluyor ve kurguladı.
Önce Trump’a Kudüs konusunda böyle bir adım attırdı.
Sonra aynı Trump’a ülkeleri mali yardımları kesmeyle tehdit ettirdi.
Ve bu karar Pentagon-NeoCon-Evangelist-Yahudi ABD’sinin isteğiymiş gibi lanse ettirdi.
Peki geldiğimiz noktada durum ne…
Daha önceki yazılarımda “Merkeziyetçi” kesim diye söylediğim cephenin küresel bazlı hakimiyet olgusunda, bir adım daha ilerlediği görüldü.
Bu oylama ile, bu kesimin oluşturmaya çalıştığı ve tüm dünyayı kapsayan cephe genişledi, saflar sıklaştı ve adeta, oylamayla deklarasyona dönüştü.
İlk başta mağlup görünenler galipleşti.
Bu başarıda, Erdoğan’ın İslam-Hristiyan ayırt etmeksizin; mazlum ve mağdur ülkeler ve milletler nezdindeki itibar ve liderlik karizmasının etkisi asla yadsınamaz. Bu sonucun alınmasında İngiltere ve organizasyonun arka planındaki “aklın” payı ne kadar çok ise; Erdoğan’ın da etkisi o derece önemli ve kıymetlidir.
Peki, Kudüs olayıyla sıkıntıya düşen kim? Hangi cephe.?
Pentagon-NeoCon-Evangelist-Yahudi ABD’si….
Mahir Kaynak formülasyonunu bu olaya uyarlarsak;
Olayın sonucu kime yaradı; Merkeziyetçilere, yani karşı cepheye…
Olayda fitili ateşleyen/ateşletilen has oğlan kim; Trump…
ABD seçimleri konusundaki yazımda bahsetmiştim.
Son onbeş güne kadar önde giden Clinton’un, kaybedeceğini ve Trump’ın kazanacağını dile getirmiştim.
Ve Trump’ın, göreve getirenler için “en sadık başrol oyuncusu” olacağını, verilen görevleri yapacağını, kendi kafasından birşeyler yapamayacağını ve görevini tamamlayınca da, o görevden gideceğini söylemiştim.
Evet…
Şuanda Trump tam da bu işlevini ifa ediyor.
Yani, sadece verilen görevi yerine getiriyor.
Katar ambargosu kararına, Kuzey Irak referandumuna ve son olarak da Kudüs olayına bakınca;
Pentagon ABD’sinin üçüncü golü yediğini görürüz.
Hatta gol, Trump tarafından adeta kendi kalesine atıyor/attırılıyor.
Peki bunlar tesadüfi veya Trump’ın özgür iradesiyle mi oluyor..?
Ya da, Trump’ın narsist, bencil ve ben bilirimci şekilde afili imza atmanın şehvetine kapılmasıyla mı.?
Tabi ki, hiç biri…
İnce ince, kilim gibi dokuyarak bir noktaya gelmek isteyen, planlarını karşıt cephenin adeta elini kolunu bağlayarak realize eden ve “akılla” hareket etmeyi prensip edinmişlerin pratiklerinden başka bir şey değildir.
Sadece, biz görünenle amel edip, görünenin arkasına nüfuz edemeyince; kimin neyi, niçin, nasıl ve kimin direktifiyle yaptığını anlamıyoruz.
Oyunun sonunda ne olacaktır..?
ABD hayatiyetine devam edecektir.
Ama nasıl bir ABD..?
Yönetimde ve karar süreçlerinde Pentagon-Evangelist-NeoCon-Yahudi etkisi azalmış bir ABD.
Yani hakimiyet aracı olarak, terör, silah, kaos ve savaşı birincil alternatif düşünmeyen ABD.
Kurumlararası acımasız çatışmaları bitirmiş ve bir noktada, kamusal uzlaşmayı sağlamış bir ABD.
Finansın ciddi el değiştirdiği, doların belki de yeniden basılarak, sanal, elektronik (aslında olmayan dolar) dolarların minimize edilip büyük ölçüde kontrol altına alındığı bir ABD.
FED’de gücün ciddi anlamda el değiştirdiği ve yeni ekonomik dinamiklerin oluştuğu bir ABD.
Hakimiyet yolunda coğrafyaların ve milletlerin varlıklarını yok saymayarak, küresel ölçekte bölgesel başat devlet ve liderlerle uzlaşıyla yol almak isteyen bir ABD.
Yakarak, yıkarak, yokederek değil de; yaparak, inşa ederek imha etmeyi tercih eden bir ABD.
Çin, Rusya, Fransa, Türkiye gibi ülkelerin bölgesel öncü lider ülkeler olarak kabul edildiği, “Tek güç benim” aforizmasından uzak, ama yine büyük güç olmaya devam eden bir ABD.
“Özgürlükler ülkesi benim” demeye devam eden, ama başkalarına özgürlük cimrisi olup; farklı coğrafyalara “özgürlük, demokrasi ve insan hakları” sloganıyla işgale daha usturuplu giden bir ABD.
İngiliz Siyasa’sının hakim olduğu, diplomatik reveransların emperyalizme kamuflaj yapıldığı, ama “ABD Ötesi Dünya”nın şimdiki kadar, yok sayılmadığı bir ABD.
Kısaca, yenilenmiş, revize ve disipline edilmiş; farklı güç, oluşum ve temerküzlerin inisiyatifine teslim olmayan, biraz daha akılla ve uzlaşıyla hakimiyet kurmayı hedefleyen bir ABD.
Bugün ve yarın Türkiye’nin ve Erdoğan’ın pozisyonu
Son Kudüs olayı Türkiye’nin pozisyonunu netleştirdi.
Safı belli oldu.
Şu bir gerçektir ki; bu ikili cepheleşmede başına buyruk kalabilmek zaten mümkün değildi. Rusya, Çin, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin bile bağlantısız hareket edemediği bir ortamda, bizim “onurlu yalnızlık” refleksiyle hareket ederek, tercih yapmamamız makul bir diplomasi olmazdı.
Gerçekçi olmak zorundayız.
Küresel konjonktörün ve coğrafyanın bize sağladığı avantajlara rağmen pek çok konuda; savunma sanayi, sağlık, enerji, petrol, bilişim vb. gibi alanlarda ve hatta tarımda bile, hala çok yetersiz haldeyiz.
Hal böyleyken; “Merkeziyetçi aklın” başını çektiği cephede yer almamak “Don Kişot”luk olur ve olurdu.
Türkiye ve Erdoğan yönetsel ve Devlet aklıyla hareket ederek, asgari müştereklerde ittifak esasına dayalı adımlar atarak safını belli etti. Bunun en bariz pozitif sonucunu da, BM Kudüs oylamasında aldı.
Bu “müşterek cephe oluşumu” olmasa idi; BM’den bu sonucun çıkması –kimse kusura bakmasın ama- “İslam Alemi ittifakı” romantizmiyle filan asla mümkün olamazdı.(Arap dünyasının ne halde olduğu apaçık ortada.)
Kudüs oylaması sonrası, Erdoğan nezdinde Türkiye ve tarihimize yönelik bazı Arap Prensleri eliyle saldırıları hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.
Erdoğan geldiği noktada bunu; “Kudüs sorunu İslam-Hristiyan ortak sorunudur” yaklaşımıyla, safında yer aldığı cephenin müşterek karşıt hamlesiyle başarıya ulaştırdı.
Şuanda Türkiye yalnız değildir.
Oluşan “Müşterek Cephe” Erdoğan’la ve dolayısıyla, belki de İslam Alemi’yle kahir çoğunlukta bir ittifaka varmış görünüyor.
Bu durum, Erdoğan’a iç siyasette güç devşirmesini ve iktidarını konsolide ederek, 2019 seçimlerini kazandıracak ve hem de, Ortadoğu’da çok ciddi, bireysel ve devlet boyutlu liderlik rolü verecektir.
Ki; Erdoğan’ın, Sudan, Çad ve Tunus seyahatlerini ve özellikle Sudan’da Sevakin Ada’sının imarına ilişkin diyaloğu bu bağlamda düşünmek gereklidir.
Bu yeni ittifak ve mutabakat sayesinde, önümüzdeki günlerde Suriye, Irak, Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde Türkiye etkinliğinin hiç olmadığı kadar arttığını ve liderliğinin pekiştiğini göreceğiz.
İç politika bağlamında ise; artık, Erdoğan alternatifi ihtimalinin minimize olduğu, yeni siyaset ve siyasi figürlerin önemsizleştiği bir döneme girdik.
Medya tarafından dillendirilen Abdullah Gül vb. gibi isimlerle, İyi Parti ve Meral Akşener’in hiçbir belirleyiciliğinin olmadığını/olmayacağını çok yakın gelecekte hepimiz müşahede edeceğiz.
Bu yeni ittifak ve diplomaside ekstrem bir durum sözkonusu olmadıkça, 2018 yılında ülkemizde ciddi ekonomik rahatlama olacağını, 2019 arefesinde tam bir icraat yılı olacağını söyleyebilirim. Bu bağlamda; yurtdışından finansal transfer ve yatırımcı gelişleri de hız kazanacaktır.
2018 ve 2019 içinde yabancı medyada ve ülkelerde, Erdoğan’ın bölgesel önemi ve liderlik karizmasına ilişkin övücü makale ve söylemlere şahit olacağız.
“Erdoğan Rejimi, Erdoğan diktatörlüğü, ekseni kayan Türkiye” vb. gibi söylemlerin son yıllarda dillerden düşmediği bir dünyada; bu söylemler değişerek yerini, Türkiye ve Erdoğan övücü yazı ve sözlere bırakacaktır.
Sonuç olarak; oluşan “yeni ittifak” için Türkiye konusu netleşmiştir. ABD ile vize sorununun bile sonlanması bunun son işaretidir.
Artık Erdoğan alternatifi düşüncesi sona ermiştir denebilir.
Önümüzdeki yıllar Erdoğan liderliğinde bir Türkiye’nin, liderleşmesi boyutlu gelişmelere gebedir.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.