Terzi'nin herkese ibret, ibretlik hikayesi..!

Genç adam iyi bir terziymiş.
Terzi'nin herkese ibret, ibretlik hikayesi..!

Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış.
Sabahlara kadar uğraşıp didinir, kıt-kanaat geçinip gidermiş.
Çok soğuk bir kış gecesi dükkanındaki sobadan çıkan yangın onun felaketi olmuş.
Artık ne bir işi varmış ne de parası.
Günler boyu iş aramış ama bulamamış...
Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını bile ödeyecek  para kazanamamış.

Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini... Mevsim kış, hava ayaz olsa da, genç adamın köşedeki parktan başka gidecek bir yeri  yokmuş.
Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında.
Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma.
Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş; arabadan inen yaşlı adam;
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.

Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş.
Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş, dikkatle.
Birden siniri geçiveren ihtiyar; "Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği, paltonun sıcaklığı değilmiş.
O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş.
Yaşlı iş adamı, terzinin yanına yaklaşıp;  
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince;
"Hayır, teşekkür ederim.
Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum.
Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş, terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış.
Çünkü, o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.

"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam;
"Ben terziyim" yanıtını alınca;
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş, bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş.
Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş.

Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş.

Terzi yeniden bir işe, hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış.
Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş.

Küçük dükkân, önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış.
Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş.
Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış.
Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış;  kalp krizi geçiriyormuş.
Terzi, hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış.
Sonra da, büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş.
Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış; bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş.

Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken, bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki, bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş.

Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış.
Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala, yine küçücük bir dükkan kalmış.
Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş; nerede hata yaptığını sormak için.
Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:

"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış.
Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış.
Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın ormanı da kül etmiş.
O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince;  çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş.
Başını kaldırınca, konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş.
Bülbül ona; "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış.
Oduncu, o şehir senin bu kasaba benim, dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş.

Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler.

Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş, oduncu.
Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş.
Şöyle bir duraksamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş; bülbülün halini umursamadan yoluna devam etmiş.

Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Yani, sadece anırmış...
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış.
İşte o zaman; bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış…”
Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu,
Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipini koparmasaydın..."   demiş İhtiyar…
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş..!

Kıssa içinde kıssa,
Alabilene; hisse içinde hisse…
Herkese ders var.
Siyaseten de, insaniyeten de..
Vefa, kadirşinaslık ve nereden geldiğini unutmamak…
Yola çıktığın anı; yola çıkarken arkanda duranları,
Büyüdükçe unutanları,
Unuttukça mahvolanları,
Aklı başına gelip; Eyvahhh diyenleri…
İş işten geçince pişman olanları,
Son pişmanlığın fayda etmezliğini,
Unutulanların unutanları unutmadıklarını,
Anlatıyor, gösteriyor ve hatta kör göze bile sokuyor, hikaye…
İpi kopartmamak lazım, ipi…
Dostluk ipini…
O ip bir koptu mu; olmaz eskisi gibi…
Düğümlemek istersin yeniden; uçları…
Belki de bağlarsın…
Ama olmaz olmaz…
Eskisi gibi; asla olmaz.
O ip bir kere koptu ya, güven sarsıldı ya, vefa İstanbul’da bir semtten ibaretleşti ya…
Hiçbir şey eskisi gibi olmaz, olamaz…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
  • Orhan turan
    Bu kadar uzun yazılar okunmaz.
  • Arzu Takaş
    Insanlar artık ahde vefayi unutmuş çıkar ilişkileri onlar için önemli hâle gelmiş
  • Adem KELOGLU Kastamonu ASKF
    Allah dostun dostu, olmayı, NERDEN gelip nereye gideceğini, Namkör ve Rıyakarlık yapmayacak, zihniyete olanlarla karşilaşmayı Nasip etsin inşallah
  • Mutlu E.
    Anlayana çok güzel dersler var umarım sizin ile bağımız hiç kopmaz.
  • Ertan Karaman
    Nede güzel bir konuya temas etmişsiniz..Kaleminize sağlık..Bu kıssalara uygun günümüz dünyasında Emin’im ki herkesin etrafında vefasız, Kadir kıymet bilmeyen birçok insan vardır.umarım eşeğin anırmasından önce onlara el vermiş elleri iş işten geçmeden saygıyla öperler...yoksa er veya geç eşeğin anırması kaçınılmazdır .
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet elektronik sigara cinsel sohbet su böreği sipariş oyun haberleri tıkanıklık açma dijital pazarlama ajansı galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı Evden eve nakliyat