Takımda, tepeden tırnağa değişim zamanı..
Dünya Kupası eleme maçlarına alınan yenilgilerle veda edilmişti.
Peki ne oldu da bu defa iki galibiyetle başladık..?
Futbol Federasyonu başkanı değişti,
Sonra Milli Takımlar teknik direktörü değişti,
Teknik direktöre yeni yardımcılar geldi,
Hatta kondisyoner, doktorlar, masörler bile değişti,
Bu yeni yönetim ve teknik ekip yeni, yepyeni futbolcuları takıma çağırdı.
Yıllardır takımda yer alan ekonomik ve millilik olarak doyuma ulaşmış, heyecanını kaybetmiş, kazanmanın tutkusu, kaybetmenin hüznü kaybolmuş kişiler kenara koyulmuştu.
Takımda hırs, heyecan ve azmini kaybetmemiş birkaç deneyim sahibi futbolcudan başka, eskilerden kimse kalmamıştı.
Amatör ruha sahip, zinde, ideal ve iddiası olan genç, dinamik ve azimli futbolcular kadroda idi.
Hatta milli takım uçağına binen gazeteciler bile değişmişti.
Teknik direktör oyun stratejisini de değiştirmiş; taktik, teknik ve yeni bir kurgu oluşturmuştu.
Bu yeni “milli strateji” hem defansif sağlamlık, hem ortasaha üstünlüğü, hem dar alanda başarılı kısa paslar kapsıyor ve hem de tribünleri dolduran binlerden alkış alıyordu.
Görünen o ki; milli takımın değişim aşısı tutmuş ve daha önce küskün seyirciyle de barışmıştı.
Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı da benzeri bir noktada ve takımına yeni bir kadro, yön, yönelim ve strateji oluşturacak kavşakta.
Ki, Cumhurbaşkanı’nın takımı yola çıktığında önemli ve özenli bir “amatör ruha” sahipti.
Oyuncular kazanmak için tüm “milli, manevi ve yerli” refleksle hareket ediyor ve bu da başarıyı getiriyordu.
Oyuncu, seyirci, gazeteci, yardımcılar gece gündüz dava bilinciyle hareket eden; ruhları amatör, gönülleri amatör cansiperane çalışan adsız kahramanlar gibiydi.
Ama ne yazık ki, köprünün altından çok sular aktı.
Amatörlerin çoğu profesyonelleşti, bir kısmı küstü, geri kalanı da etkisizleştirildi.
Oyuncular diyebileceğimiz pek çok il örgütleri, belediye başkanları ekonomik ve siyasi hazda doruğa ulaştı ve bu görevleri kendilerine sağlanan bir imtiyaz gibi görmeye başladılar.
Takım yönetimi taktik ve strateji geliştiremez oldu.
Profesyonel bir medya oluştu ve her duruma bir kılıf buldular.
Belediye beslemesi eline kalem alamayacak olanlar bir anda yazar oluverdiler.
Hepsi beslendiği kişileri aday olarak lanse ederken, partinin başarı veya başarısızlığından ziyade, “en büyük başkan bizim başkan” tezahüratları yaptı.
Takım kazanıyordu ama tökezliyordu.
Osmanlının duraklama dönemi nasıl yükseliş döneminde başladıysa; takımda da sorunlar kazanırken başlamıştı.
Takıma kayırmacılıkla oyuncular alınıyor, pirimler bile taraflı dağıtılıyordu.
Filanın yakını, falancanın akrabası, feşmekanın oğlu, yeğeni, arkadaşı diyerek oyuncu seçiliyor, yönetici atanıyor hatta futboldan anlamayan kişiler ekibe alınarak takımın kadrosu şiştikçe şişiyordu.
Durum öyle bir hal almıştı ki; artık takımda herkes yıldız idi ve işçi olacak, ter akıtacak kondisyon sahibi kimse kalmamıştı.
Gelinen noktada takımın mali yapısı bozulmuş,
İnsicam ve ahenk kalmamış,
Futbolcular kaybetme pahasına birbirine pas atmaz hale gelmiş,
Teknik ekip umursamazlaşmış hatta takımı sabote etmekten imtina etmezleşmiş,
Takımın masörü, temizlikçisi ve hatta top toplayıcısı bile kerameti kendinden menkul bir havaya girmiş,
Velhasılı kelam takımın takımlığı görüntüden ibaret bir hale gelmişti.
Peki bu durum neye mal oldu..?
Seyirci takıma ve oyuna küsmüş,
Sürekli dişini ve yumruğunu sıkıyor,
Rakip takımlar ise asgari müştereklerde birleşmiş; yeter ki A takımı kaybetsin de ne olursa olsun ittifakını oluşturmuş,
Uluslararası maçlarda bile takıma milli destek azalmıştı.
Ama seyirci takımın patronunun mücadelesine, koşturmacasına ve azmine hala inançlı ve destekçi idi.
Ama sürekli feryat ediyordu.
Patronun danışmanlarından, takım yönetiminden, oyunculardan ve hatta görevli hemen herkesten şikayet ediyorlardı.
Ama yine de vefa ve cefa içinde bile olsa Patrona sadakatleri devam ediyordu.
Pankart açıyor ve; “patron ne olur duy sesimizi. İnanma bu belediye beslemesi gazetecilere. Güvenme bu yönetime. Değiştir kadroyu, gönder bu oyuncuları ve yeni yepyeni, amatör ruha sahip oyuncuları al” diyordu.
Ama maalesef seyircinin bu sesi, pek müessir olmadı.
Son maç bardağı taşıran damla gibi oldu.
Şapka düştü kel göründü.
Herkesin eteğindeki taşlar döküldü.
Ve takımın tüm hastalıklı, aksak ve eksik yanları bu maçla birlikte su yüzüne çıktı.
Patron da aslında bunu gördü ve farketti.
O yüzden de takımın tüm hazırlıklarını takip etti ve hatta kendisi çalıştırdı.
Fakat yetmedi.
Ama seyirci patronun çaba ve gayretini gözardı etmedi ve tirübünleri doldurdu.
Takım çok kötü goller yese de, seyircinin teşviki ve birkaç amatör ruhunu yitirmemiş oyuncuların cansiperane gayretiyle maçı berabere bitirdi.
Ama artık patronun kılıcı eline alma vakti.
Tıpkı A Milli Futbol Takımında olduğu gibi tepeden tırnağa değişim, dönüşüm, yeni taktik zamanı…
Hem de müsamahasız, ayrım gözetmeksizin, acımasız ve geniş, çok geniş kapsamlı bir değişim zamanı….
Ve inanıyorum ki; patron bunu yapacak güç, dirayet ve liderliğe sahiptir.
Hal böyle olunca; seyircinin patrona devam eden inancı ile de, yeni şampiyonluklar gelecektir.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Peki ne oldu da bu defa iki galibiyetle başladık..?
Futbol Federasyonu başkanı değişti,
Sonra Milli Takımlar teknik direktörü değişti,
Teknik direktöre yeni yardımcılar geldi,
Hatta kondisyoner, doktorlar, masörler bile değişti,
Bu yeni yönetim ve teknik ekip yeni, yepyeni futbolcuları takıma çağırdı.
Yıllardır takımda yer alan ekonomik ve millilik olarak doyuma ulaşmış, heyecanını kaybetmiş, kazanmanın tutkusu, kaybetmenin hüznü kaybolmuş kişiler kenara koyulmuştu.
Takımda hırs, heyecan ve azmini kaybetmemiş birkaç deneyim sahibi futbolcudan başka, eskilerden kimse kalmamıştı.
Amatör ruha sahip, zinde, ideal ve iddiası olan genç, dinamik ve azimli futbolcular kadroda idi.
Hatta milli takım uçağına binen gazeteciler bile değişmişti.
Teknik direktör oyun stratejisini de değiştirmiş; taktik, teknik ve yeni bir kurgu oluşturmuştu.
Bu yeni “milli strateji” hem defansif sağlamlık, hem ortasaha üstünlüğü, hem dar alanda başarılı kısa paslar kapsıyor ve hem de tribünleri dolduran binlerden alkış alıyordu.
Görünen o ki; milli takımın değişim aşısı tutmuş ve daha önce küskün seyirciyle de barışmıştı.
Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı da benzeri bir noktada ve takımına yeni bir kadro, yön, yönelim ve strateji oluşturacak kavşakta.
Ki, Cumhurbaşkanı’nın takımı yola çıktığında önemli ve özenli bir “amatör ruha” sahipti.
Oyuncular kazanmak için tüm “milli, manevi ve yerli” refleksle hareket ediyor ve bu da başarıyı getiriyordu.
Oyuncu, seyirci, gazeteci, yardımcılar gece gündüz dava bilinciyle hareket eden; ruhları amatör, gönülleri amatör cansiperane çalışan adsız kahramanlar gibiydi.
Ama ne yazık ki, köprünün altından çok sular aktı.
Amatörlerin çoğu profesyonelleşti, bir kısmı küstü, geri kalanı da etkisizleştirildi.
Oyuncular diyebileceğimiz pek çok il örgütleri, belediye başkanları ekonomik ve siyasi hazda doruğa ulaştı ve bu görevleri kendilerine sağlanan bir imtiyaz gibi görmeye başladılar.
Takım yönetimi taktik ve strateji geliştiremez oldu.
Profesyonel bir medya oluştu ve her duruma bir kılıf buldular.
Belediye beslemesi eline kalem alamayacak olanlar bir anda yazar oluverdiler.
Hepsi beslendiği kişileri aday olarak lanse ederken, partinin başarı veya başarısızlığından ziyade, “en büyük başkan bizim başkan” tezahüratları yaptı.
Takım kazanıyordu ama tökezliyordu.
Osmanlının duraklama dönemi nasıl yükseliş döneminde başladıysa; takımda da sorunlar kazanırken başlamıştı.
Takıma kayırmacılıkla oyuncular alınıyor, pirimler bile taraflı dağıtılıyordu.
Filanın yakını, falancanın akrabası, feşmekanın oğlu, yeğeni, arkadaşı diyerek oyuncu seçiliyor, yönetici atanıyor hatta futboldan anlamayan kişiler ekibe alınarak takımın kadrosu şiştikçe şişiyordu.
Durum öyle bir hal almıştı ki; artık takımda herkes yıldız idi ve işçi olacak, ter akıtacak kondisyon sahibi kimse kalmamıştı.
Gelinen noktada takımın mali yapısı bozulmuş,
İnsicam ve ahenk kalmamış,
Futbolcular kaybetme pahasına birbirine pas atmaz hale gelmiş,
Teknik ekip umursamazlaşmış hatta takımı sabote etmekten imtina etmezleşmiş,
Takımın masörü, temizlikçisi ve hatta top toplayıcısı bile kerameti kendinden menkul bir havaya girmiş,
Velhasılı kelam takımın takımlığı görüntüden ibaret bir hale gelmişti.
Peki bu durum neye mal oldu..?
Seyirci takıma ve oyuna küsmüş,
Sürekli dişini ve yumruğunu sıkıyor,
Rakip takımlar ise asgari müştereklerde birleşmiş; yeter ki A takımı kaybetsin de ne olursa olsun ittifakını oluşturmuş,
Uluslararası maçlarda bile takıma milli destek azalmıştı.
Ama seyirci takımın patronunun mücadelesine, koşturmacasına ve azmine hala inançlı ve destekçi idi.
Ama sürekli feryat ediyordu.
Patronun danışmanlarından, takım yönetiminden, oyunculardan ve hatta görevli hemen herkesten şikayet ediyorlardı.
Ama yine de vefa ve cefa içinde bile olsa Patrona sadakatleri devam ediyordu.
Pankart açıyor ve; “patron ne olur duy sesimizi. İnanma bu belediye beslemesi gazetecilere. Güvenme bu yönetime. Değiştir kadroyu, gönder bu oyuncuları ve yeni yepyeni, amatör ruha sahip oyuncuları al” diyordu.
Ama maalesef seyircinin bu sesi, pek müessir olmadı.
Son maç bardağı taşıran damla gibi oldu.
Şapka düştü kel göründü.
Herkesin eteğindeki taşlar döküldü.
Ve takımın tüm hastalıklı, aksak ve eksik yanları bu maçla birlikte su yüzüne çıktı.
Patron da aslında bunu gördü ve farketti.
O yüzden de takımın tüm hazırlıklarını takip etti ve hatta kendisi çalıştırdı.
Fakat yetmedi.
Ama seyirci patronun çaba ve gayretini gözardı etmedi ve tirübünleri doldurdu.
Takım çok kötü goller yese de, seyircinin teşviki ve birkaç amatör ruhunu yitirmemiş oyuncuların cansiperane gayretiyle maçı berabere bitirdi.
Ama artık patronun kılıcı eline alma vakti.
Tıpkı A Milli Futbol Takımında olduğu gibi tepeden tırnağa değişim, dönüşüm, yeni taktik zamanı…
Hem de müsamahasız, ayrım gözetmeksizin, acımasız ve geniş, çok geniş kapsamlı bir değişim zamanı….
Ve inanıyorum ki; patron bunu yapacak güç, dirayet ve liderliğe sahiptir.
Hal böyle olunca; seyircinin patrona devam eden inancı ile de, yeni şampiyonluklar gelecektir.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.