Neler oldu.. Neler oluyor.. Neler olacak!.. -2
Şimdi, bu ikincisiyle gelinen noktayı sizlerle paylaşarak Bir Portremize devam edeceğiz.
Cemaat cephesindeki durum
Dershane tartışmaları sonrası cemaat cephesi, (camia veya cemaat içinde bir grup veya paralel yapı veya örgüt, kim nasıl algılamak isterse…) hız kesmeden, iç ve dış ortaklarıyla beraber saldırıyı artırarak 17 Aralık, 25 Aralık ve sonra da, küçük ölçekte de olsa İzmir operasyonlarıyla devam ettiler… Malzeme ve lojistik üstünlüğü kendilerde gözüküyordu, fakat bu süreçlerde yaşanılan olayların, halkta, kamuoyunda ve bu konuyla, ilgili ilgisiz herkeste yarattığı intiba, cemaat’in beklediği şekilde bir seyir içinde olmadığını gösterdi.
Cemaat’in bir kesimi ve en samimi olanları; yani cemaatin “avam” kısmı, bu durumdan rahatsız, üzüntülü ve kaygılı ve hatta bu kesimin büyükçe bir kısmı cemaate mesafe koymak noktasına gelmiş durumda..
Bir kesimi ise yaşanılanların hala şokundan kurtulamamış ve hayretle durumu izliyor. Benim cemaatim bunları yapmaz, yapamaz şaşkınlığı içinde… Olanlara inanamıyor ve beklemeyi tercih ediyor.
Cemaatin en üst kategorisindeki kesim ise; hani cemaatin “havas, elit, yönetsel ağabeyler, en büyük ağabeyler, yazar, çizer ve akademisyen titrli seçkinleri….” Burada durum ise bambaşka; herkes en doğru kendileri olduğuna inanmak ve inandırmanın gayreti içinde ve hatta öyle bir gayret ki , kendi seslerini duymak ve dinlemekten dolayı başka hiçbir sesi duymayacak duyurmayacak haldeler. Kaldı ki cemaatin bahsettiğim ilk iki kesiminin de başka sesleri duymasını da istemiyorlar.
Cemaatin medyası ve medyatik sesleri , daha önce hiç göstermedikleri agresif ve saldırı refleksiyle hareket ederek her tür zemini kullanmaktan imtina etmemektedirler. Bu zemin, kendi sahip oldukları basın yayın organları yanında, Halk TV, Sözcü, Aydınlık, Ulusalcı medya, Hürriyet vb. gibi ne ve kim olursa….. Her yol mubah kabilinden… (Ha bu arada medyatik kalem ve söylemcileri yetmiyor gibi bir de medyatik ve biraz da magazinsel yönü ağır basan bir savcı çıktı ki, evlere şenlik…) Resmi kayıtlarda bir yılda (0) sıfır, davaya bakan savcının medyatik enstrümanlığı mesleki boyutunun çok çok ötesine geçmiş durumda…
Bu arada hükümetin paralel devlet dediği, kamu güvenlik bürokrasisindeki kesim ise kendilerine taşöre edilen ihalenin “hizmet sunumuna sadakatle” çaba sarf etmektedirler. Adeta efendisince ipnotize edilmiş kölenin “kör sadakati” gibi yola devam demektedirler.
Bu noktada kimi yazarlar artık Ak Partiye kapatma davası açılması gerektiğini bile dillendirmeye başlayarak gizli niyetlerini aleni hale getirmiş durumdalar. Türkiye’de kriz durumu bu ortamdayken, ortaya çıkan telefon kayıtları Fethullah Gülen’in inandırıcılığını iyice tartışmaya başlattı. Çünkü Cumhurbaşkanına gönderdiği mektupla, uzlaşma ve devlete itaat konusunda nazik bir üslup kullanan Hoca efendi’nin, bu telefon görüşmesinde hemen her şeyden haberdar olduğu, her şeyin bilgisi dahilinde cereyan ettiği gerçeği ortaya çıkmış oldu. Bu durum da Türkiye’deki kimi işadamlarını fazlasıyla rahatsız etti. Artık açık oldular ve hükümete karşı ikili oynama tavırları ortaya çıkmış oldu. Kendilerinin Pensilvanya’ya giderek “el öperek bağlılık” bildirmelerinin ortaya çıkması bu iş çevrelerinde ciddi tedirginliğe yol açtı. Çünkü artık gördüler ki; “güneş balçıkla sıvanmadı” ve kimin kime iş tuttuğu aşikar hale geldi, gün yüzüne çıktı. Ama her şeyin bir bedeli de vardır ve bir ülke kamu otoritesinin üstünde başka otorite tanımaz, tanımadı ve tanımayacaktır da…
Vaazlarında hizmet, iman, tebliğ vb. gibi argümanlara vurgu yapan Hoca efendi’nin, aslında ülkedeki neyle, ne kadar ileri düzeyde iç içe olduğunu göstermiş oldu. “Masumiyet” figürü zihinlerde yıkılmaya başladı.
Her şeye rağmen cemaat ve “yeminli müntesip ve bağımlılarının” gözden kaçırdıkları şey ise, kendilerine gönül verenlerin, gönül gözlerinin kendileri gibi kör olmadığını gerçeğidir. Kendileri bu kavganın cerahatiyle körelmiş “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” gözleriyle gün gibi gerçekleri göremezken, samimi mensuplar her şeyi apaçık görüyor. Kendileri gözlerini yumarak gündüzü gece yapabilirler ama emin olun ki, cemaatin samimi tabanı bambaşka düşünce ve tercih noktasına gelmiş durumdadırlar.
Hükümet cephesinde durum
Hükümet 17 Aralık deprem şokunu büyük ölçüde atlatmış gözüküyor. Gelecek muhtemel hamleleri de dikkate alarak kısa, orta ve uzun vadeli tedbir ve çalışma planlarını oluşturmaya başlamış ve “paralel devlet” yapılanmasını ortadan kaldırıcı radikal önlemlerle ilgili çalışmalarını sürdürüyor. Kendi içinde hasar tespit çalışmasını yapmış ve sonraki süreçlerde de olası hasarları da göz önüne alarak atacağı adımları netleştirmeye çalışıyor. Bu esnada cemaat medyasınca oluşturulmaya çalışılan “cemaat ve cemaate dair oluşum ve kuruluşları topyekün imha edecekler, bir cadı avı yapacaklar ve yeni bir 28 şubat süreci başlatacaklar” türünden dezenformasyonu ve bu konudaki cemaatin kulaktan kulağa ve yayın organları kanalıyla propagandalarındaki başarılı hallerini de göz ardı etmiyorlar.
Hükümet en kısa vadeli adım olarak özellikle emniyet konusunda arazları gidermeye başladı. Bu, maliye ve milli eğitim bakanlığı uhdesinde devam ediyor ve yakında, yeni bir valiler ve emniyet müdürleri kararnamesi de muhtemeldir. Bunun haricinde pek çok bakanlık uhdesindeki bürokrasi noktalarında da ciddi değişiklikler gelecektir.
Ancak hükümetin asıl atacağı adım ise; yargı ve dolayısıyla da HSYK üzerindeki kanun değişikliği teklifidir. Çünkü yürütmeye dair diğer tüm kurum ve kuruluşlarda değişiklikler yapsa da, paralel yapı uzantıları konumundakileri başka görevlere atasa da, tüm bunların yargıyla bir şekilde yollarının kesişeceğinin çok iyi farkındadır. Bu nedenle de, çok büyük kavga- gürültüye rağmen, muhalefetin tüm ajitasyon ve engellemelerine rağmen, yasa boyutuyla da olsa HSYK’nın bu kendine buyruk, hoyrat ve agresif muhalif tavrını dizginleyecek önlemler içeren değişikliği yapacaktır. Çünkü HSYK artık yürütmenin önünde ciddi bir kambur haline gelmiş, ve kimi üyeler adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumunun üyeleri olmaktan öte, içsel ve gizli aidiyet hissettikleri bir “odağın” sesi haline gelmişlerdir. En son HSYK kanun değişikliğine dair, aynı kurumun başkan vekilinin açıklamaları manidardır ve yürütmeyle, dolayısıyla da devletle kavga halinin tezahürüdür.
Konuyla ilgili, yurtdışından dönen ve pazar günü basına kısa açıklama yapan Tayyip Erdoğan kararlı ve net tavrını sürdürmüş, mecliste yasa tasarısı görüşmelerindeki çıkan karışıklıkların, bu konudaki ileri yürüyüşü durduramayacağı şeklinde dile getirmiştir. Görünen odur ki; hükümet çok kısa süre içinde HSYK ile ilgili, yasa değişikliğini yaparak, bu kurumun idari yapısında, yasayla yapılabilecek tüm değişiklikleri yaparak, paralel yapı’nın ortadan kaldırılması sürecini ciddi şekilde başlatacaktır.
Gelinen noktada ortaya dökülen telefon kayıtları, bu kayıtlardaki karmaşık ve karanlık ilişkiler ağı, kişiler, kurumlar, hükümetin bu yapıya karşı mutlak ve kesin anlamda bir ortadan kaldırma ve bitirme adımını daha da pekiştirmiş görünüyor. Adeta ABD’de “sürgündeki başbakan” yaklaşımı içinde devleti ve devlet bürokrasisini, iş alemini ve iş ilişkilerini yönetip organize edip ve etmeye çalışan bir kompozisyon olduğu apaçık ortaya çıktı. “Paralel yapı” denilen devlet içindeki yapılanmanın varlığının görünmesi için daha bariz bir delile ihtiyaç kalmadı.
Hükümetin yapması gerekenler konusunda, bugünlerde bürokratik idari tasarrufların ötesine geçti. Muhalefet partileriyle HSYK yapısına ilişkin görüşmelerle beraber, HSYK kanun teklifini meclise getirdi ve eş zamanlı olarak komisyondan geçirdi. Bu esnada Cumhurbaşkanının da telkiniyle muhalefetle anayasa değişikliği konusunda uzlaşmaya çalıştı. Fakat CHP ve MHP ilginç bir şekilde daha öncesinde dillendirdikleri formüle bile sıcak bakmayarak bu girişimleri akim bıraktı. Hal böyle olunca da görünen odur ki, hükümetin bu kanunu meclisten geçirmekten başka çaresi kalmadı. Ki önümüzdeki hafta içinde de teklifin yasalaşması kesin gibi…
Tüm bu çalışmalar yapılırken HSYK tarafından özellikle İstanbul Savcılarıyla ilgili yapılan atamalar da bu adımların bir diğer boyutunu teşkil etmektedir. Bu değişiklikle hükümet aynı zamanda, Ergenekon ve Balyoz gibi davalara dair yeniden yargılamanın önündeki yargısal engelleri de ortadan kaldırmakta olduğunu gözlemekteyiz.
Hükümet, bu noktadan sonra mücadelede tereddüt ve zaaf göstermenin asıl hezimeti başlatacağının idrakine varmış durumdadır. Hükümetin bu konudaki kararlılığını Bediüzzaman’nın şu sözleriyle özetleyebiliriz; “aç canavara karşı tahabbüb( muhabbet etmek, dost görmek), merhametini değil, iştiharını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”
Tüm bu mücadeleye başlarken ve bu paralel yapıyı ortadan kaldırmaya çalışırken, hükümetin çok hassas olması, iyiyle kötüyü birbirine karıştırmaması, adeta kılı kırk yararcasına “masumiyet karinesine” dikkat etmesi ve kaş yaparken göz çıkartmaması gereklidir. Başbakan’ın bu hassasiyet üzere olacağına inancımız sonsuzdur ama “kurunun yanında yaşın yanmaması” için de bu konuda adım atacak devletlilere uyarımızdır.
Muhalefet ve Medyanın durumu
Muhalefet yine “sinekten yağ çıkartmak” ister misali yangına körükle gitmeye devam etmektedir. Hükümete sağduyu davet eder kurnazlığı içinde estirilen “yolsuzluk” rüzgarıyla, oy devşirmenin hesabı içindedirler. Alternatif öneriler ve projeler sunmak yerine, “kriz dellal”lığına devam etmektedirler. Üstelik, bu süreçte Metin Feyzioğlu gibi “medarı iftiharları” olan kişilerin Başbakanla görüşmesine bile tahammül edemeyecek düzeyde popülist ve fırsatçı bir siyasi mantıkla hırs siyasetine devam etmektedirler. Bu hallerinin yaklaşan yerel seçimler için kendilerine umdukları şekilde sandığa yansımayacağını göremeyecek bir körlük içindeler.
Cumhurbaşkanının da telkiniyle HSYK yapısına ilişkin Ak Parti’nin getirmiş olduğu anayasa değişikliğini reddederek aslında kendi sivil siyaset alanlarına dair bir aymazlık ve umursamazlık hallerini aşikare ortaya koydular. Çünkü getirilen öneri sivil siyasetin önünü açan, yargı diktasını ortadan kaldıran ve yargıda “çoğulculaşmayı” ortaya koyan öneriydi. Ama garip bir şekilde adeta “paralel yapı”nın ekmeğine yağ sürer gibi bu öneriyi reddettiler.
Aslında muhalefet ve farklı şekilde hükümete muhalif olanlar da kendi içlerinde, bu sürecin bir “komplo” olduğunun çok iyi idrakindeler ama siyasi hırs ve ihtirasın körlük düzeyi , her şeyi başkalaştırıyor onların nazarında…
Daha önce de dile getirmiştim; her şeye rağmen bu süreçte BDP diğer muhalif partilerden çok daha sağduyulu ve soğukkanlı duruş sergilemiş ve halen de, esas itibariyle öyle devam etmektedirler. BDP’nin ve hatta İmralı’nın bu darbe ateşine odun taşımayacağını söylemiş olması, olayın özü itibariyle doğru algılandığını göstermektedir. Bu “saray darbesi”nin aslında, çözüm sürecini ve terörün sonlandırılması çabalarını hedef aldığını, çok net şekilde idrak etmiş olmaları çok manidar ve kıymetlidir.
Medyanın hali ise tam bir karmaşa….
Sağduyulu kalemler var… ve sürekli itidal tavsiyesiyle bu kavganın, bu karmaşanın ülkeye verdiği zararı dile getirip sükunet çağrısı yapıyorlar. Ancak özellikle cemaat ve “ bürokratik çete” uzantısı olan kalemşorlar, kendi içlerinden gelen sükunet tavsiyesini bile görmüyorlar. Üstelik, o yazı ve yazarlara ateş püskürüyorlar. Adeta “ya bizdensin ya değilsin” şeklinde yaklaşım içindeler. Kimisi yargıdan bilgilerle, kimisi emniyetten bilgilerle, kimisi istihbarattan bilgilerle hükümeti köşeye sıkıştırma gayretine destek olma çabasındalar.
Hükümete yakın medya ve yazarlar ise yapılan komployu ortaya koyma gayreti içindeler, ama “yoksa yolsuzluğu unutturmak, yok saymak mı istiyorsunuz” ithamlarıyla, daha zor bir durum ve konum içinde mücadele etmekteler. Halbuki yolsuzluk konusunda ,dinli-dinsiz, taraflı-tarafsız, politik-apolitik, herkesin fikir birliğinde olup bu konuda müsamaha gösterilmeyeceğini herkes biliyor ama tam da burası yumuşak karın…. Hiç kimsenin rahat kelam edemeyeceği “mayınlı zemin”… Hükümete vurmak istedikçe, buradan vurmak en kolayı, en basiti…. ama en adicesi…
Kimi yazarlar vardır, onlar müzmin muhalif… Tayyip Erdoğan’a saldırmanın şehvetine kapılmışlar, bu yolda “at gözlüğü” takıp, iştiha ile ilerlemekteler. Geçmişten geleceğe en iyi gazeteci, en deneyimli , en bilgili, duayen olarak hep kendilerini düşündükleri için, zaman zaman kendilerini eleştirenlere de, “ya filan gazetede adını da hatırlamıyorum ya, yazar olmaya çalışan birisi…” gibi müstehzi, ukala ve küstah bir yaklaşım içindeler. Bu kesim muhalefet edecek bir otorite göremeseler kendi kendilerine bile muhalefet edecek haldeler.
Kamuoyu ve Halk'ın durumu…
Halk ise bu süreçte üzgün, mağdur ve kızgın… Gerçekleri yapyalın ve sade sağduyusuyla görmeye başlamış halde arkaplan sorgulaması yapıyor… “yolsuzluk ve rüşvet” diyerek halkı bir kalemde etkileyeceğini düşünenleri, yine bu halk yanıltmaya devam ediyor. Çünkü; Soruyor… Sorguluyor… Neden… Niçin diyor….
Halk, ilk başlardaki kararsız ve şaşkın halini üzerinden atmış ve yapılanların aslında “yolsuzluk ve rüşvet” işi olmadığını, asıl hedefin Tayyip Erdoğan bile olmadığını, asıl hedefin kendisi olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti olduğunu, asıl hedefin bu ülkedeki barış havası olduğunu, asıl hedefin bu ülke insanının daha zenginleşmesi olduğunu gözlüyor, biliyor, fark ediyor…
Artık halk, Tayyip Erdoğan’dan devletin içine sirayet etmiş olan ve bir “virüs” gibi içten içte devleti kemiren bu hastalıkla mücadele ederek bu bozulmuşluğu düzeltmesi için ciddi adımlar bekliyor. Ve bu konuda Başbakana hala güveniyor (siyasi muhalefet ve cemaati muhalefet buna üzülecek ama...) Başbakanın millet nazarındaki “sahicilik ve inanılırlık” kredibilitesi hala devam ediyor. Ama Başbakan bu paralel yapı denilen virüsle, gerekli mücadeleyi vermeyip devlet bünyesini bundan temizlemezse veya bu temizlik işleminde azcık zaaf gösterirse, işte o zaman bu halk Başbakana oy vermeyecektir, işte o zaman Tayyip Erdoğan, halk nazarında sarsılmaya başlayacaktır….
SON DAKİKA ...
Yazımı tamamlayıp yayına vereceğim sırada geçen haftaki yazımızda bizimle sohbet eden değerli üstat aradı ve cemaatten bazı dostlarının onu da aba altından tehdit ettiğini, anlattığı olaydan sonra aynı dostunun tekrar aradığını ve buluştuklarını, yazımızı okuduğunu ve bundan son derece üzüntü duyduğunu, yanlış anlaşıldığını ifade ettiğini söyledikten sonra "Cemaat'te dağılma süreci başladı kardeşim, yanıma gelen dost bunu resmen zikretti, hepsi tuhaf bir panik içerisine düşmüş ve Vatana ihanet suçlaması ile yargılanmaktan korku içinde olduklarını ve hoca efendiyi eleştirmeye başladıklarını gördüm. Tabi bu benim tavrımı ve Sayın Başbakan ve hükümetin net bir şekilde bu konuda yanında olduğumu gördükleri içinde yapılan bir takiyye olabilir, korkularını hissetmeme rağmen temkinli düşünmekten de kendimi alamıyorum." dedi.
Bende benim için çok önemli bu gelişmeyi de sizlere sıcak sıcak iletmek istedim. Önümüzdeki günlerde bu konuya devam edeceğiz. Yeni yazımızda buluşmak üzere sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.
Cemaat cephesindeki durum
Dershane tartışmaları sonrası cemaat cephesi, (camia veya cemaat içinde bir grup veya paralel yapı veya örgüt, kim nasıl algılamak isterse…) hız kesmeden, iç ve dış ortaklarıyla beraber saldırıyı artırarak 17 Aralık, 25 Aralık ve sonra da, küçük ölçekte de olsa İzmir operasyonlarıyla devam ettiler… Malzeme ve lojistik üstünlüğü kendilerde gözüküyordu, fakat bu süreçlerde yaşanılan olayların, halkta, kamuoyunda ve bu konuyla, ilgili ilgisiz herkeste yarattığı intiba, cemaat’in beklediği şekilde bir seyir içinde olmadığını gösterdi.
Cemaat’in bir kesimi ve en samimi olanları; yani cemaatin “avam” kısmı, bu durumdan rahatsız, üzüntülü ve kaygılı ve hatta bu kesimin büyükçe bir kısmı cemaate mesafe koymak noktasına gelmiş durumda..
Bir kesimi ise yaşanılanların hala şokundan kurtulamamış ve hayretle durumu izliyor. Benim cemaatim bunları yapmaz, yapamaz şaşkınlığı içinde… Olanlara inanamıyor ve beklemeyi tercih ediyor.
Cemaatin en üst kategorisindeki kesim ise; hani cemaatin “havas, elit, yönetsel ağabeyler, en büyük ağabeyler, yazar, çizer ve akademisyen titrli seçkinleri….” Burada durum ise bambaşka; herkes en doğru kendileri olduğuna inanmak ve inandırmanın gayreti içinde ve hatta öyle bir gayret ki , kendi seslerini duymak ve dinlemekten dolayı başka hiçbir sesi duymayacak duyurmayacak haldeler. Kaldı ki cemaatin bahsettiğim ilk iki kesiminin de başka sesleri duymasını da istemiyorlar.
Cemaatin medyası ve medyatik sesleri , daha önce hiç göstermedikleri agresif ve saldırı refleksiyle hareket ederek her tür zemini kullanmaktan imtina etmemektedirler. Bu zemin, kendi sahip oldukları basın yayın organları yanında, Halk TV, Sözcü, Aydınlık, Ulusalcı medya, Hürriyet vb. gibi ne ve kim olursa….. Her yol mubah kabilinden… (Ha bu arada medyatik kalem ve söylemcileri yetmiyor gibi bir de medyatik ve biraz da magazinsel yönü ağır basan bir savcı çıktı ki, evlere şenlik…) Resmi kayıtlarda bir yılda (0) sıfır, davaya bakan savcının medyatik enstrümanlığı mesleki boyutunun çok çok ötesine geçmiş durumda…
Bu arada hükümetin paralel devlet dediği, kamu güvenlik bürokrasisindeki kesim ise kendilerine taşöre edilen ihalenin “hizmet sunumuna sadakatle” çaba sarf etmektedirler. Adeta efendisince ipnotize edilmiş kölenin “kör sadakati” gibi yola devam demektedirler.
Bu noktada kimi yazarlar artık Ak Partiye kapatma davası açılması gerektiğini bile dillendirmeye başlayarak gizli niyetlerini aleni hale getirmiş durumdalar. Türkiye’de kriz durumu bu ortamdayken, ortaya çıkan telefon kayıtları Fethullah Gülen’in inandırıcılığını iyice tartışmaya başlattı. Çünkü Cumhurbaşkanına gönderdiği mektupla, uzlaşma ve devlete itaat konusunda nazik bir üslup kullanan Hoca efendi’nin, bu telefon görüşmesinde hemen her şeyden haberdar olduğu, her şeyin bilgisi dahilinde cereyan ettiği gerçeği ortaya çıkmış oldu. Bu durum da Türkiye’deki kimi işadamlarını fazlasıyla rahatsız etti. Artık açık oldular ve hükümete karşı ikili oynama tavırları ortaya çıkmış oldu. Kendilerinin Pensilvanya’ya giderek “el öperek bağlılık” bildirmelerinin ortaya çıkması bu iş çevrelerinde ciddi tedirginliğe yol açtı. Çünkü artık gördüler ki; “güneş balçıkla sıvanmadı” ve kimin kime iş tuttuğu aşikar hale geldi, gün yüzüne çıktı. Ama her şeyin bir bedeli de vardır ve bir ülke kamu otoritesinin üstünde başka otorite tanımaz, tanımadı ve tanımayacaktır da…
Vaazlarında hizmet, iman, tebliğ vb. gibi argümanlara vurgu yapan Hoca efendi’nin, aslında ülkedeki neyle, ne kadar ileri düzeyde iç içe olduğunu göstermiş oldu. “Masumiyet” figürü zihinlerde yıkılmaya başladı.
Her şeye rağmen cemaat ve “yeminli müntesip ve bağımlılarının” gözden kaçırdıkları şey ise, kendilerine gönül verenlerin, gönül gözlerinin kendileri gibi kör olmadığını gerçeğidir. Kendileri bu kavganın cerahatiyle körelmiş “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” gözleriyle gün gibi gerçekleri göremezken, samimi mensuplar her şeyi apaçık görüyor. Kendileri gözlerini yumarak gündüzü gece yapabilirler ama emin olun ki, cemaatin samimi tabanı bambaşka düşünce ve tercih noktasına gelmiş durumdadırlar.
Hükümet cephesinde durum
Hükümet 17 Aralık deprem şokunu büyük ölçüde atlatmış gözüküyor. Gelecek muhtemel hamleleri de dikkate alarak kısa, orta ve uzun vadeli tedbir ve çalışma planlarını oluşturmaya başlamış ve “paralel devlet” yapılanmasını ortadan kaldırıcı radikal önlemlerle ilgili çalışmalarını sürdürüyor. Kendi içinde hasar tespit çalışmasını yapmış ve sonraki süreçlerde de olası hasarları da göz önüne alarak atacağı adımları netleştirmeye çalışıyor. Bu esnada cemaat medyasınca oluşturulmaya çalışılan “cemaat ve cemaate dair oluşum ve kuruluşları topyekün imha edecekler, bir cadı avı yapacaklar ve yeni bir 28 şubat süreci başlatacaklar” türünden dezenformasyonu ve bu konudaki cemaatin kulaktan kulağa ve yayın organları kanalıyla propagandalarındaki başarılı hallerini de göz ardı etmiyorlar.
Hükümet en kısa vadeli adım olarak özellikle emniyet konusunda arazları gidermeye başladı. Bu, maliye ve milli eğitim bakanlığı uhdesinde devam ediyor ve yakında, yeni bir valiler ve emniyet müdürleri kararnamesi de muhtemeldir. Bunun haricinde pek çok bakanlık uhdesindeki bürokrasi noktalarında da ciddi değişiklikler gelecektir.
Ancak hükümetin asıl atacağı adım ise; yargı ve dolayısıyla da HSYK üzerindeki kanun değişikliği teklifidir. Çünkü yürütmeye dair diğer tüm kurum ve kuruluşlarda değişiklikler yapsa da, paralel yapı uzantıları konumundakileri başka görevlere atasa da, tüm bunların yargıyla bir şekilde yollarının kesişeceğinin çok iyi farkındadır. Bu nedenle de, çok büyük kavga- gürültüye rağmen, muhalefetin tüm ajitasyon ve engellemelerine rağmen, yasa boyutuyla da olsa HSYK’nın bu kendine buyruk, hoyrat ve agresif muhalif tavrını dizginleyecek önlemler içeren değişikliği yapacaktır. Çünkü HSYK artık yürütmenin önünde ciddi bir kambur haline gelmiş, ve kimi üyeler adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumunun üyeleri olmaktan öte, içsel ve gizli aidiyet hissettikleri bir “odağın” sesi haline gelmişlerdir. En son HSYK kanun değişikliğine dair, aynı kurumun başkan vekilinin açıklamaları manidardır ve yürütmeyle, dolayısıyla da devletle kavga halinin tezahürüdür.
Konuyla ilgili, yurtdışından dönen ve pazar günü basına kısa açıklama yapan Tayyip Erdoğan kararlı ve net tavrını sürdürmüş, mecliste yasa tasarısı görüşmelerindeki çıkan karışıklıkların, bu konudaki ileri yürüyüşü durduramayacağı şeklinde dile getirmiştir. Görünen odur ki; hükümet çok kısa süre içinde HSYK ile ilgili, yasa değişikliğini yaparak, bu kurumun idari yapısında, yasayla yapılabilecek tüm değişiklikleri yaparak, paralel yapı’nın ortadan kaldırılması sürecini ciddi şekilde başlatacaktır.
Gelinen noktada ortaya dökülen telefon kayıtları, bu kayıtlardaki karmaşık ve karanlık ilişkiler ağı, kişiler, kurumlar, hükümetin bu yapıya karşı mutlak ve kesin anlamda bir ortadan kaldırma ve bitirme adımını daha da pekiştirmiş görünüyor. Adeta ABD’de “sürgündeki başbakan” yaklaşımı içinde devleti ve devlet bürokrasisini, iş alemini ve iş ilişkilerini yönetip organize edip ve etmeye çalışan bir kompozisyon olduğu apaçık ortaya çıktı. “Paralel yapı” denilen devlet içindeki yapılanmanın varlığının görünmesi için daha bariz bir delile ihtiyaç kalmadı.
Hükümetin yapması gerekenler konusunda, bugünlerde bürokratik idari tasarrufların ötesine geçti. Muhalefet partileriyle HSYK yapısına ilişkin görüşmelerle beraber, HSYK kanun teklifini meclise getirdi ve eş zamanlı olarak komisyondan geçirdi. Bu esnada Cumhurbaşkanının da telkiniyle muhalefetle anayasa değişikliği konusunda uzlaşmaya çalıştı. Fakat CHP ve MHP ilginç bir şekilde daha öncesinde dillendirdikleri formüle bile sıcak bakmayarak bu girişimleri akim bıraktı. Hal böyle olunca da görünen odur ki, hükümetin bu kanunu meclisten geçirmekten başka çaresi kalmadı. Ki önümüzdeki hafta içinde de teklifin yasalaşması kesin gibi…
Tüm bu çalışmalar yapılırken HSYK tarafından özellikle İstanbul Savcılarıyla ilgili yapılan atamalar da bu adımların bir diğer boyutunu teşkil etmektedir. Bu değişiklikle hükümet aynı zamanda, Ergenekon ve Balyoz gibi davalara dair yeniden yargılamanın önündeki yargısal engelleri de ortadan kaldırmakta olduğunu gözlemekteyiz.
Hükümet, bu noktadan sonra mücadelede tereddüt ve zaaf göstermenin asıl hezimeti başlatacağının idrakine varmış durumdadır. Hükümetin bu konudaki kararlılığını Bediüzzaman’nın şu sözleriyle özetleyebiliriz; “aç canavara karşı tahabbüb( muhabbet etmek, dost görmek), merhametini değil, iştiharını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”
Tüm bu mücadeleye başlarken ve bu paralel yapıyı ortadan kaldırmaya çalışırken, hükümetin çok hassas olması, iyiyle kötüyü birbirine karıştırmaması, adeta kılı kırk yararcasına “masumiyet karinesine” dikkat etmesi ve kaş yaparken göz çıkartmaması gereklidir. Başbakan’ın bu hassasiyet üzere olacağına inancımız sonsuzdur ama “kurunun yanında yaşın yanmaması” için de bu konuda adım atacak devletlilere uyarımızdır.
Muhalefet ve Medyanın durumu
Muhalefet yine “sinekten yağ çıkartmak” ister misali yangına körükle gitmeye devam etmektedir. Hükümete sağduyu davet eder kurnazlığı içinde estirilen “yolsuzluk” rüzgarıyla, oy devşirmenin hesabı içindedirler. Alternatif öneriler ve projeler sunmak yerine, “kriz dellal”lığına devam etmektedirler. Üstelik, bu süreçte Metin Feyzioğlu gibi “medarı iftiharları” olan kişilerin Başbakanla görüşmesine bile tahammül edemeyecek düzeyde popülist ve fırsatçı bir siyasi mantıkla hırs siyasetine devam etmektedirler. Bu hallerinin yaklaşan yerel seçimler için kendilerine umdukları şekilde sandığa yansımayacağını göremeyecek bir körlük içindeler.
Cumhurbaşkanının da telkiniyle HSYK yapısına ilişkin Ak Parti’nin getirmiş olduğu anayasa değişikliğini reddederek aslında kendi sivil siyaset alanlarına dair bir aymazlık ve umursamazlık hallerini aşikare ortaya koydular. Çünkü getirilen öneri sivil siyasetin önünü açan, yargı diktasını ortadan kaldıran ve yargıda “çoğulculaşmayı” ortaya koyan öneriydi. Ama garip bir şekilde adeta “paralel yapı”nın ekmeğine yağ sürer gibi bu öneriyi reddettiler.
Aslında muhalefet ve farklı şekilde hükümete muhalif olanlar da kendi içlerinde, bu sürecin bir “komplo” olduğunun çok iyi idrakindeler ama siyasi hırs ve ihtirasın körlük düzeyi , her şeyi başkalaştırıyor onların nazarında…
Daha önce de dile getirmiştim; her şeye rağmen bu süreçte BDP diğer muhalif partilerden çok daha sağduyulu ve soğukkanlı duruş sergilemiş ve halen de, esas itibariyle öyle devam etmektedirler. BDP’nin ve hatta İmralı’nın bu darbe ateşine odun taşımayacağını söylemiş olması, olayın özü itibariyle doğru algılandığını göstermektedir. Bu “saray darbesi”nin aslında, çözüm sürecini ve terörün sonlandırılması çabalarını hedef aldığını, çok net şekilde idrak etmiş olmaları çok manidar ve kıymetlidir.
Medyanın hali ise tam bir karmaşa….
Sağduyulu kalemler var… ve sürekli itidal tavsiyesiyle bu kavganın, bu karmaşanın ülkeye verdiği zararı dile getirip sükunet çağrısı yapıyorlar. Ancak özellikle cemaat ve “ bürokratik çete” uzantısı olan kalemşorlar, kendi içlerinden gelen sükunet tavsiyesini bile görmüyorlar. Üstelik, o yazı ve yazarlara ateş püskürüyorlar. Adeta “ya bizdensin ya değilsin” şeklinde yaklaşım içindeler. Kimisi yargıdan bilgilerle, kimisi emniyetten bilgilerle, kimisi istihbarattan bilgilerle hükümeti köşeye sıkıştırma gayretine destek olma çabasındalar.
Hükümete yakın medya ve yazarlar ise yapılan komployu ortaya koyma gayreti içindeler, ama “yoksa yolsuzluğu unutturmak, yok saymak mı istiyorsunuz” ithamlarıyla, daha zor bir durum ve konum içinde mücadele etmekteler. Halbuki yolsuzluk konusunda ,dinli-dinsiz, taraflı-tarafsız, politik-apolitik, herkesin fikir birliğinde olup bu konuda müsamaha gösterilmeyeceğini herkes biliyor ama tam da burası yumuşak karın…. Hiç kimsenin rahat kelam edemeyeceği “mayınlı zemin”… Hükümete vurmak istedikçe, buradan vurmak en kolayı, en basiti…. ama en adicesi…
Kimi yazarlar vardır, onlar müzmin muhalif… Tayyip Erdoğan’a saldırmanın şehvetine kapılmışlar, bu yolda “at gözlüğü” takıp, iştiha ile ilerlemekteler. Geçmişten geleceğe en iyi gazeteci, en deneyimli , en bilgili, duayen olarak hep kendilerini düşündükleri için, zaman zaman kendilerini eleştirenlere de, “ya filan gazetede adını da hatırlamıyorum ya, yazar olmaya çalışan birisi…” gibi müstehzi, ukala ve küstah bir yaklaşım içindeler. Bu kesim muhalefet edecek bir otorite göremeseler kendi kendilerine bile muhalefet edecek haldeler.
Kamuoyu ve Halk'ın durumu…
Halk ise bu süreçte üzgün, mağdur ve kızgın… Gerçekleri yapyalın ve sade sağduyusuyla görmeye başlamış halde arkaplan sorgulaması yapıyor… “yolsuzluk ve rüşvet” diyerek halkı bir kalemde etkileyeceğini düşünenleri, yine bu halk yanıltmaya devam ediyor. Çünkü; Soruyor… Sorguluyor… Neden… Niçin diyor….
Halk, ilk başlardaki kararsız ve şaşkın halini üzerinden atmış ve yapılanların aslında “yolsuzluk ve rüşvet” işi olmadığını, asıl hedefin Tayyip Erdoğan bile olmadığını, asıl hedefin kendisi olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti olduğunu, asıl hedefin bu ülkedeki barış havası olduğunu, asıl hedefin bu ülke insanının daha zenginleşmesi olduğunu gözlüyor, biliyor, fark ediyor…
Artık halk, Tayyip Erdoğan’dan devletin içine sirayet etmiş olan ve bir “virüs” gibi içten içte devleti kemiren bu hastalıkla mücadele ederek bu bozulmuşluğu düzeltmesi için ciddi adımlar bekliyor. Ve bu konuda Başbakana hala güveniyor (siyasi muhalefet ve cemaati muhalefet buna üzülecek ama...) Başbakanın millet nazarındaki “sahicilik ve inanılırlık” kredibilitesi hala devam ediyor. Ama Başbakan bu paralel yapı denilen virüsle, gerekli mücadeleyi vermeyip devlet bünyesini bundan temizlemezse veya bu temizlik işleminde azcık zaaf gösterirse, işte o zaman bu halk Başbakana oy vermeyecektir, işte o zaman Tayyip Erdoğan, halk nazarında sarsılmaya başlayacaktır….
SON DAKİKA ...
Yazımı tamamlayıp yayına vereceğim sırada geçen haftaki yazımızda bizimle sohbet eden değerli üstat aradı ve cemaatten bazı dostlarının onu da aba altından tehdit ettiğini, anlattığı olaydan sonra aynı dostunun tekrar aradığını ve buluştuklarını, yazımızı okuduğunu ve bundan son derece üzüntü duyduğunu, yanlış anlaşıldığını ifade ettiğini söyledikten sonra "Cemaat'te dağılma süreci başladı kardeşim, yanıma gelen dost bunu resmen zikretti, hepsi tuhaf bir panik içerisine düşmüş ve Vatana ihanet suçlaması ile yargılanmaktan korku içinde olduklarını ve hoca efendiyi eleştirmeye başladıklarını gördüm. Tabi bu benim tavrımı ve Sayın Başbakan ve hükümetin net bir şekilde bu konuda yanında olduğumu gördükleri içinde yapılan bir takiyye olabilir, korkularını hissetmeme rağmen temkinli düşünmekten de kendimi alamıyorum." dedi.
Bende benim için çok önemli bu gelişmeyi de sizlere sıcak sıcak iletmek istedim. Önümüzdeki günlerde bu konuya devam edeceğiz. Yeni yazımızda buluşmak üzere sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.