Konfüçyüs yönetim dersi..

Konfüçyüs bir süre için şehrin yönetiminde görev alır.
Konfüçyüs yönetim dersi..

Yedi gün sadece şehirde olanları izler.
Yedinci gün şehirdeki en yüksek memur Shao-Cheng'i görevden alır.
Bu davranış üzerine öğrencileri çok şaşırırlar, yanına giderler ve sorarlar:

– Shao-Cheng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı.
Şehrin yönetiminin de yetki aldıktan sonra ilk işiniz onu görevden almak oldu.
Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı.
Bunu neden yaptınız?

Konfüçyüs, öğrencilerine neden yaptığını anlattı;
– Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık bunlardan sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır:

  1. İyi eğitimli ve bilgili olmasını gizlice kendi fırsatları için kullanmak.
  2. Aşırıya kaçan bir hayat tarzı ve inatçılık.
  3. Doğruyu söylemese de insanları yanıltabilmek
  4. Sadece olumsuz olaylar ve her şeyin hep kötü yanları hakkında konuşmak.
  5. Yanlış olduğunu bildiği şeyleri sanki doğruymuş gibi göstermek ve desteklemek.

Shao-Cheng'de bunların hepsi vardı.
Nereye gitse taraftar topluyor, isyanlar yaratabiliyordu.
Aldatıcı fikirlerini parlak konuşmaların arkasına gizleyebiliyordu.
Doğruyu ve yanlışı, bilinçli şekilde karıştırıyordu.
Ben de halk için üzülmek yerine, halkı bu adamdan kurtarmayı tercih ettim.

İlginç değil mi…
Günümüzde de bunun örneklerini hep görüyor ve müşahede ediyoruz.
Kerameti kendinden menkul sananları,
İlmini, bilmini kişisel çıkarlarına hasredip, sanki doğuştan verili, ayrıcalıklı ve üstün olduğu kibrine girenleri,

Doğru gibi söylediği yanlışlarla, yanlışta gösterdiği sebatla, suret-i haktan görünen ikna kabiliyetleriyle insanları yanıltanları,

Sürekli negatiflik pompalayarak, sıtmayı gösterip insanları nezleye razı etmek isteyenleri,
Allah rızası, devlet görevi, millet hizmeti için yapması gereken işleri sanki kişisel bir lütuf gibi lanse edip kişisel paye çıkartanları gördükçe Konfüçyüs’in tercih ve tasarrufunun ne kadar hak ve isabet olduğunu düşünüyorum.

Çünkü nefis denen melanet kimi insanlara vazgeçilmezlik algı ve kibri verebiliyor.
Halbuki kimse vazgeçilmez ve yeri doldurulmaz değildir.
Bakınca görüyoruz hepimiz; görevi kendiyle özdeştirip, azledilince unutulup gidenleri…

İki Keşiş…

İki keşiş nehir boyunca giderken, nehrin karşısına geçmek için yardım bekleyen bir kadına rastlamışlar.
Kadın yüzme bilmiyormuş ve bu yüzden çok korkuyormuş.
Keşişlerden genç olanı kadına yardım edemeyeceklerini çünkü inançları gereği kadınlarla temas kurmalarının yasak olduğunu söylemiş.

Fakat kesişlerden yaşlı olan, genç kadına yardım edeceğini söylemiş ve kadını sırtına alarak nehrin diğer yanına geçirmiş.

Diğer keşiş bu durumdan hiç memnun olmamış.
Ama kadın keşişe yardım ettiği için çok teşekkür etmiş, şükranını göstermek için tekrar tekrar önünde eğilmiş.

Keşişler yollarına devam etmişler.
Yol boyu genç keşiş kendi kendine söyleniyormuş.
Yaşlı keşiş dayanamayıp yaklaşık bir mil sonra sormuş:
– Neden hala söyleniyorsun, bir sıkıntın mı var?
Genç keşiş kızmış olarak cevap vermiş:
– Biz keşişiz; bir kadını sırtında taşıyıp karşıya geçirmek şöyle dursun, kadınlara bakmamız bile yasak. Nasıl böyle bir hareket yapabildin?

Diğer keşiş gülümseyerek cevap vermiş;
– Ben o genç kadını bir mil geride bıraktım. Sen neden hala taşıyorsun?

Maalesef hepimizde görülen bir araz…
Hayat ileri doğru seyir izlerken, geleceğe bakmak gerekirken, ilerlemek lazımken; nedense, geçmişi bugüne taşımakla meşgul oluyoruz…

Ne kazandırıyor bize…
Hiçbir şey… Ve hatta bugünün kararması, geleceğin kaybı…
Hayat yükü zaten oldukça ağır,
Bir de dünün bagajını, rezervini, soru işaretlerini sırtımıza yüklemenin ne getirisi var.
Merak ediyorum; geçmişte olan olaylara yoğunlaşarak bugünü daha iyi yaşayabilen, geleceğe daha verimli bakabilen var mı…

Sanmıyorum..
Çünkü Mevlana da der ya;
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi, 
Her gün bir yere konmak ne güzel…
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım"

Yardımsever keşişin bilgeliğine bakar mısınız;
Taşıma taşıma…
Ben o kadını nehirde taşıdım, karşıya geçirdim ve bıraktım.
Bir mil geride kalan o ağırlığı hala taşıma, diyor…
Eski defterleri karıştırmanın, sıkıştıkça eskiye dönüşlerin, dün'leşmenin insanı eskitmekten ve önünü tıkamaktan başka hiçbir katkısı olmaz.

Evet yaşananlardan ders alacağız ama yaşananlarda kalmayacağız.
Yaptığımız iyilikte de, başımıza gelen kötülükte de takılıp kalmayacak; gelecek yürüyüşünü aksatmayacağız.
Aksi takdirde, yaptığımız; dünü bugüne taşımak,  bugünü de zehirleyip yerinde saymak ve hatta gerisin geriye gitmekten başka bir şey olmaz.

Halil Cibran der ki;
"Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur…"

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
  • Halil B.
    "Allah rızası, devlet görevi, millet hizmeti için yapması gereken işleri sanki kişisel bir lütuf gibi lanse edip kişisel paye çıkartanlar" bana birini hatırlatıyor ama...
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet elektronik sigara cinsel sohbet su böreği sipariş oyun haberleri tıkanıklık açma dijital pazarlama ajansı galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı Evden eve nakliyat