İdlib; çatışma ve gerginlik bölgesi..
İdlib…
Güya, "Çatışmasızlık ve Gerginliği Azaltma Bölgesi".
Ne acıdır ki; şuanda yaşananlar çerçevesinde "Çatışma ve Gerginlik Bölgesi" desek abartı olmaz.
Geçen hafta sekiz şehit…
"Şehitlerimizin kanı yerde kalmadı" diyoruz.
Kalmayacak da…
Cumhurbaşkanı'mız Putin'le telefon görüşmesi yaptı ve bir Rus heyeti, İdlib'de ortaya çıkan gerginlikle ilgili görüşmeler yapmak üzere Ankara'ya geldi.
Rus ve Türk heyetler haftasonu beraberdi.
Bugün de Rus Heyetiyle Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bir aradayken beş şehit beş yaralı haberi geldi.
Yine yüreğimiz yandı.
Sağcısı solcusu, partili partisizi herkes kahroldu.
Vatan, millet, devlet için hepimiz ve herkes can vermeye ve mücadeleye hazırız.
Bu ülke ve millet yüzyıllardır şehit verdi, vatan sağolsun dedi, "istiklal ve bağımsızlık karakterimiz" diye haykırdı.
İçinden geçtiğimiz bugünler öyle kritik, önemli ve tehlikeli ki; sen-ben kavgasını unutup, dişimizi sıkıp, dahili ihtilafları bir kenara koyup tek yumruk olma anıdır.
Tek yumruk olalım ki; demoralizasyon olmasın, metanetimiz kaybolmasın ve düşman sevinmesin.
Bu bağlamda siyasilerin taziye mesajlarında birlik, dirlik ve kalbi üzüntü vurgusunu; ihtilaf ve tefrikaya meydan vermeyecek dil ve söylemi çok değerli buluyorum.
Ama Sorular sorular, sorular; aklımı kemiren sorular..!
İdlib'de neden bu kadar ısrar.?
Rusya'ya neden bu kadar güven.?
Esad'la görüşmekten neden bu kadar imtina.?
Suriye konusunda başka bir planımız yok mu.?
Veya bazı politikaların değiştirilmesi gerekmez mi.?
Hatta yanlışa yanlış diyerek, yanlıştan vazgeçilemez mi.?
Neden hep aldatılıyoruz.?
Neden verilen sözler tutulmuyor.?
Neden hep aldanıyoruz.?
Askerlerimize saldıran Esad veya Rejim güçleri değil.
Onların adı var kendi yok.
Eğer Rusya destek vermiyor olsa; Rejim Güçleri ve Esad yerinden kıpırdayamaz.
Hava, havan ve füze saldırılarını asla yapamaz.
Rusya ve Putin'in güvenilmezliğini yazmaktan, söylemekten yoruldum.
Olmaz, olmaz…
Bu Putin'le yol alınmaz, yoldaş olunmaz, yola çıkılmaz, dedim.
Daha önce de söylemiştim;
İdlib için planlanan "Çatışmasızlık ve Gerginliğin Azaltılması" planı bir tuzak idi. Tüm muhalifleri bir noktaya toplayarak, topyekün imha stratejisi idi.
Astana ve Soçi süreçleri oyalama idi.
Türkiye'nin elini kolunu bağlama oyunları idi.
Geldiğimiz nokta ise; Türkiye'yi Rejim Güçleriyle savaştırmak ve uluslararası arenada müttehem duruma düşürerek, saldıran devlet konumuna getirmek.
Emin olun ki; Suriye'yi terörün kaynağı gören başta Rusya olmak üzere; ABD ve Avrupa ülkeleri de koro halinde Esad'cı olacak ve ülkemizi suçlayacaktır.
Çünkü biz de onların ekmeğine yağ sürüyor ve bu sinsi planlarına çanak tutuyor gibiyiz.
"Direnişçi" diyoruz…
İdlib'de bir araya getirilen muhalif savaşçılara "direnişçi" diyoruz.
Suriye Rejimi ve Rusya "terörist" diyor.
Kimi batılılar "Cihadist" diyor.
Herkes herşey diyebilir ve buna ne biz ne bir başkası da mani olamaz ve olunmuyor da…
Fakat biz neden bu kadar işin göbeğindeyiz ve bölgedeki çatışmanın, iç savaşın en büyük mağduru oluyoruz.!
"Harpte hile caizdir" diye bir söz var.
Hele de senin haricinde herkesin "hilekar, sinsi ve bulanık" bir strateji ve yaklaşımı var ise…
Gözümüzü açmak zorundayız.
Kuşatılıyoruz,
Dört bir yandan muhasara altındayız ve tecrit edilmeye çalışılıyoruz.
Akdeniz'den ve Güney sınırlarımızdan yoğun ve kirli bir saldırı altındayız.
Ve bu muhasarada birbiriyle müttefik muhalif hemen tüm devletler Türkiye karşıtlığında konsensüs halindeler.
Adeta aralarında bir işbölümü yapmışlar ve herkes kendine düşeni yapmakta.
Biz ise sürekli yalnızlaşmakta ve körlük içinde.
Bir ülke ne kadar çok cephede savaşırsa, o kadar zayıflar.
Hele de Türkiye gibi bir devleti tek noktadan yenmenin mümkün olmadığını tarihsel bağlamda da bilenler, saldırıyı çok cepheden yapmaktalar.
Geldiğimiz nokta da İdlib ülkemize kurulmuş bir tuzaktır.
Çünkü burası El Bab'a da, Afrin’e de ve Barış Pınarı bölgesine de benzemez.
Kimin kim olduğun, kimin elinin kimin cebinde olduğunun; kimin direnişçi, kimin terörist, kimin cihadist ve kimin ahali olduğunun belli olmadığı bir bölgedir, İdlib.
"Ortadoğu Bataklığı" söylemini çok duyardım ama kullanmasını pek de sevmezdim.
Ama İdlib deyince nedense aklıma hep bu "Bataklık" kavramı geliyor ve içim darlanıyor.
Askerlerimizin şehit edilmesi ve bu saldırıları, adı var kendi yok olan Suriye Rejimi'nin yapıyor görünmesi en büyük aldatmacadır.
Tezgahın, belki de en önemsiz ve bitik halkası Suriye Rejimi'dir.
Asıl tezgahtar Rusya'dır, ABD'dir, Fransa'dır; kısaca Küresel Hakimiyet Savaşı ve yeni yüzyıl oluşturmak isteyenlerdir.
Yahudilerdir, Evanjeliklerdir, Merkeziyetçi Akıl'dır.
Suriye sadece bir arenadır ve Suriye'liler ise filler tepişmesinde ezilen "hiç hükmündeki" çimlerdir.
Asıl hedef ise jeopolitik, jeostratejik ve tarihsel özelliği nedeniyle Türkiye'dir.
Anadolu ve Türklerdir.
Üç kıtanın kesiştiği bu coğrafyadır.
İstanbul ve İstanbul Boğazı'nın olduğu bu kadim topraklardır.
Hedef, Karadeniz'dir, Akdeniz'dir, Ege'dir ve hatta Marmara'dır.
KKTC'dir, Mezopotamya'dır…
İdlib'e bakarken sadece Suriye'nin muhtelif yerlerinden Rejim zulmünden kaçanların yerleştiği ve yaşamaya çalıştığı bir alan görürsek; vay halimize…
Yirmi-otuz yıl öncesinden CIA raporlarında yer alan bölgesel planları ve "Radikal Hristiyan"ların kutsal hedefi "Kıyamet Savaşı" projesini görmeden adım atarsak; vay halimize…
İdlib'e bakarken Suriye iç savaş ve karmaşasının ana düğümü ve savaşın tam da göbeği olduğunu gözardı edersek; vay halimize…
Goben ve Breslau zırhlılarına Yavuz ve Midilli ismini verip Rusya'nın Sivastopol limanını bombalayıp, bir oldu bittiye gelerek 1. Dünya Savaşına girmiş olduğumuzu unutmuş şekilde İdlib'e bakarsak; vay halimize…
Arap dünyasından ve Ortadoğu halklarından sempati ve destek geleceğini; coğrafyanın halkları ile yönetimleri arasındaki kopukluğu görmezden gelip de bir adım atarsak; vay halimize…
İdlib’de karşımıza Rusya, İsrail, ABD ve Avrupa'dan önce; Suudi Prensi Salman'ın, Birleşik Arap Emirlikleri Prensi, Zayid'in, Filistin'in Müslüman kimlikli yahudisi Dahlan'ın çıkacağını hesaplamazsak; vay halimize…
Özetle;
İdlib'e "bizim bizden başka dostumuz ve destekçimiz olmadığını" unutarak bakarsak; vay ki vay halimize…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Sadık Tara
Fırat Yolcu
İlknur Irmak
Niyazi Tur
Mutlu E.
Bayram Bulgurlu