Eller 'Yeni Dünya' kurarken, biz ne yapıyoruz..
Bu buhran ve sancı, “Yeni Dünya”nın inşaası için ortaya çıkan semptomlardır. Ama dramatik şekilde; inşaadan önce imha edişleri, edilişleri yaşamak zorundayız ve yaşıyoruz.
Afganistan, Libya, Sudan, Yemen, Katar, Ukrayna, Brezilya, Türkiye başta olmak üzere; Latin Amerika, Afrika ve özellikle güney Asya ülkelerinde yaşanan savaş, çatışma ve karışıklıklar bunun en temel örnekleridir.
Yeni Dünya’nın Egemenleri yıkmadan yapmayı, bulandırmadan durultmayı, öldürmeden var etmeyi düşünmüyor.
Hedefe koydukları menfaatlerinin dama taşı, ülkeler onlar için birer coğrafyadan ibaret toprak parçaları olarak görülüyor.
İnsan mı…?
Onlar için hiçbir önemi yok.
Varsa yoksa; vahşi sömürgecilik ve hakimiyet ihtiraslarının maksimizasyonu…
Egemen Güçler’in (ABD-İngiltere-Avrupa- Çin-Rusya) parselasyon kavgaları tüm yeryüzü sathını sarmış vaziyette. Yani; “Filler tepişiyor”, maalesef ki; “çimler de vahşice eziliyor”.
Bu konuda takipçilerim bilir; “Yeni Dünya Düzeni, Yeni Dünya Konsepti” içerikli yazılar yazdım.
Egemen güçler dediğim Merkez Devlet’lerin, Hedef Ülkeler’in paylaşımı konusunda örtülü veya açık bir 3. Dünya Savaşı yürüttüğü gerçeğine önemle vurgu yaptım.
Gerçekten de; şuanda “Yeni İpek Yolu” başlıklı büyük bir askeri, siyasi ve psikolojik savaş yaşıyoruz. Yaşanılan hiçbir şey tesadüfi değildir. Afganistan’da yıllarca süren karışıklıklar, Katar Krizi, Türki Cumhuriyetler’deki FETÖ Yapılanması, Ukrayna Krizi, Avrupa’daki karışıklıklar ve İngiltere’nin AB’den çıkma kararı, Ülkemizde yaşanan iç sorun ve masumiyet görüntülü kimi kıpırdanmalar…
Bunların hepsinin arka planında “Egemen Güçlerin” uzun vadeli şeytani paylaşım ve yeni harita oluşumuna dair gerekçeler yatmaktadır.
“Egemenler” yaptıkları bu “yeni parselasyon” planlarında, meşruiyet gibi insani algıdan yoksunlar. Bu konuda amaçlarına hizmet eden her türlü enstrümanı kullanabilirler ve kullanıyorlar.
“Yerleşik Güçler” de diyebileceğimiz, “milli ve yerli” görüntülü, ihanet kokan dahili işbirlikçiler bu güçler için her zaman tedavüle sokulmaya hazır kıtalardır.
Hedef ettikleri ülkelere saldırılar genelde şu görüntülerle karşımıza çıkmaktadır;
Terör Örgütleri üzerinden “Vekalet Savaş”ları, Hedef Ülkelerin iç siyasi dengelerini bozma,
Vakıf-Dernek-STK gibi sivil oluşumlar üzerinden manipülasyon ve provakatif girişimler,
Ekonomi üzerinden hizalama ve ayar vermeye dönük finansal saldırılar,
Hedef Ülke halkları için hassasiyet gösteren; adalet, yolsuzluk, özgürlük, iktidar gibi kişisel şehveti kabartacak doneleri kullanarak, masumiyet örüntülü, art niyetli eylemlerle gelebiliyorlar.
Ülkemize de, bu ve benzeri libaslarla gelmeye başladılar,
Terörle de geldiler,
Teröre destek veriyorsun diyerek de,
Yargı Darbe girişimiyle de geldiler,
Yargı bağımsızlığı yok diyerek de,
Cemaat kisvesiyle de geldiler,
Cemaate mensuplarını yok ediyorsunuz diyerek de,
Finansal krizlerle de geldiler,
Büyümeniz ve ekonominiz kötü notlarıyla da,
Tankla, topla, bombalarla Askeri Darbe girişimiyle de geldiler, “diyalogta olduğumuz komutanları hapsediyorsunuz” diyerek de.
Durmayacaklar…
Muhtelif şekil ve suretlerle gelmeye devam edecekler…
Hele de; “Yerleşik düzenle” hesaplaşmasını bitirememiş, bizim gibi ülkeler için sinsi, ciddi ve gizli tehlikeler çok fazladır. Son beş yılımızı kapsayan süreçte karşılaştığımız bu tarz tehlike ve saldırılar, biz, “biz” olamadığımız sürece devam edecektir.
Uluslararası “Egemen Güçler”e ve içerde yerleşik düzene kafa tutan liderler her zaman bunların hedefidir. Kurulan oyunda figüran değil de, oyun kurucu olmayı, milli ve yerli refleksi, içerde ve dışarda bağımsız politikalar gütmeyi tercih eden liderler sürekli hedefte olmuştur ve oluyordur.
İçerde yaşadığımız her olaya bu gözle bakmak zorundayız. Ülkemiz ve hinterlandı coğrafyada yaşanan hiçbir olay tesadüf değildir ve olamaz. Sıradan, öylesineymiş gibi, masumane istek içerikli olaylar bile; mutlaka arkasında farklı bir niyet barındırmaktadır. Çok akıllı, soğukkanlı ve aklıselim olmazsak görünenin arkasına nüfuz edip, tehlikeleri fark edemeyiz. Bu ise, bize çok pahalıya patlar.
Bu nedenle de; FETÖ Mücadele süreçlerini, Muhalefetin eylemlerini, STK söylemlerini, iktidar kavgalarını, yeni parti çıkışlarını, sosyal medyadan pazarlanan provakatif iletileri müdakkik, analitik ve derin şekilde takip etmeliyiz.
Olan hiç bir şey nedensiz değildir.
Hiçbir olay, olgu, söylem, eylem tesadüf değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu yüzden son yıllarda hep hedef lider olagelmiştir.
Ülkemizin prangalardan kurtularak, kendi olabilmesi için uzun soluklu ve geniş yelpazeli projeksiyon yapması, onu küresel ölçekli bir hedef haline getirmiştir.
Hele buna bir de; ülkemizin coğrafi, stratejik ve tarihsel konumu ve durumu katılınca, Hedef Ülke’liği ve Erdoğan’ın yokedilmesi gereken lider konumu mutlak hale gelmiştir.
Peki, bu kadar kompleks ve komplike tehlike ve saldırıların sahne aldığı günümüzde, biz ne durumdayız?
Maalesef fotoğrafın büyüğünü pas geçiyoruz.
Büyük resme bakmayı beceremiyoruz.
Güncelin ve iç siyasetin şehvetine kapılıyoruz.
İç siyasete ve kişisel istikbale dönük yaklaşım içinde oldukça da; dünyasal boyutlu gelişmelere bigane kalıyor, geleceğimize pranga vuruyoruz.
Acı olan ise; yaptıklarımızın nelere mal olabileceğinin farkında bile değiliz. Kimimiz iyi niyetle, kimileri art niyetle, kimileri ise cahilce dar ufuklarda, içe kapanmışlıkta sörf yapmaya devam ediyor.
Beni en çok üzen de; bilgisi, birikimi, deneyimi, öngörüsüyle ufuk açıcı olması gerekirken, iç siyaset istikballerini öne çıkartarak, kendini heba eden, sübjektivitenin cenderesine kaptıran; siyasiler, bürokratik yöneticiler, akademisyenler, yazarlar ve düşünürlerdir.
Halbuki; “hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilemez” diyerek inandıkları, bildikleri doğruları ve birikimlerini lisan-ı münasiple dile getirip söyleseler, adımlarını bu minvalde atıp “ülkeselliği” temel amaç ittihaz etseler; inanın bu tavırları Cumhurbaşkanı’mızın daha çok hoşuna gider ve gidecektir.
Eleştiri getirenleri; toptancı şekilde linç etmek yerine, toptan reddiyecilik yerine, her eleştirene şüpheli gözle bakmak yerine; daha soğukkanlı olup, eleştirilerden ders çıkarmak, mesaj almak ve özeleştiri yapmak cihetinde hareket etseler, Cumhurbaşkanımızın daha çok takdirini kazanırlar.
Yahu anlasanıza…
Cumhurbaşkanı’mız tetikçi istemiyor, vatansever istiyor,
Onaylayıcı istemiyor, akıl yürütüp, fikir oluşturan istiyor,
Bilgi sahibi olup fikir sahibi olunsun istiyor,
Her şeye kafa sallayan istemiyor, doğruları uygun dille, dile getiren istiyor,
Her şeyi tozpembe anlatan istemiyor, gerçekleri olduğu gibi yansıtan istiyor,
Dalkavuk istemiyor, adam gibi adam istiyor,
Fitne de istemiyor, fitne çıkaran da, riya da istemiyor, riyakar da, yalan da istemiyor, yalancı da, yalaka da istemiyor, yalakalık da…
Benim Cumhurbaşkanım; “milli-yerli”, kalbi samimi, olduğu gibi olabilen, önce Vatan-Bayrak-Devlet-Millet diyen, Hakkın ve Halkın hukukunu önceleyen adam gibi adam istiyor…
Bir önceki eleştirel yazıma olumlu-olumsuz pek çok tepki aldım.
Ağır olumsuz söylemlere bile kızmadım, darılmadım.
Bazıları benim Erdoğan’a olan muhabbet ve sevgimi sorguluyordu.
Sorun etmedim, etmem de…
Ben eleştirdim ve eleştiririm, ama, asla belden aşağı vurmam.
Benim Erdoğan’a olan kalbi muhabbetimi, onun devletin bekasına katkısına inancımı, onun liderliğine olan hayranlığımı yakın tanıyanlar ve buradan yazılarımı okuyanlar çok iyi bilir. Ben sevgimi, takdirimi ve beğenimi dile getirirken de, hataları, noksanları, yanlışları eleştirirken de; ülkemizi, vatanımızı, bayrağımızı devletimizi temel esas kabul edip samimane yaptım, yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim.
Ben neye, niçin ve nasıl kızıp itiraz ediyorum?
Ben, Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’a rağmen, onun FETÖ denilen illetle mücadeledeki net ve azimli tutumuna rağmen; gaflet, rehavet, atalet ve hatta dalalet içinde olanlara kızgınım.
Ben, böylesi devasa sorunlarla uğraşırken, sorunu çözmek yerine, sorunun daha da giriftleşmesine sebebiyet verip, mağduriyetler oluşturulmasına tepkili ve kızgınım.
Egemen Güçlerce “Yeni bir Dünya” oluşturulurken ve bu konseptin merkezindeki hedef ülkelerden birisi ülkemizken; FETÖ gibi bir belanın defedilmesinde ortaya çıkan aptalca durumların nelere mal olabileceğinin bilinmeme cehalet ve aymazlığına isyan ettim.
Enerjimizi, planlanan “yeni yüzyıl” denklemine sarf etmek gerekirken; içerde sen-ben kavgasına, içsel oyunlara alet olunmasına, enerjimizin boşa harcanmasına ve içerdeki kısır gündeme cahilce teslim olunmasına itiraz ettim.
Beni bilen zaten çok iyi bilir
Son yazımda, FETÖ Mücadelesinde gördüğüm eksikleri, yanlışları, mağduriyetleri dile getirirken; daha önce, kimselerin ortalıkta görünmediği zamanlarda verdiğim FETÖ mücadelesini, yazdığım yazılardaki şiddetli uyarıları, FETÖ tehlikesine bastığım parmakları, adeta feryat edercesine; “FETÖ’ye rehavet devlete ihanettir” ikazlarımı, beni tanıyan, okuyan çok iyi bilir.
Bugün vitrinize olanlar, isimlerini vizyona koyanlar, dün saklanıp bugün kendini afişe yapanlar gibi yapamam ve olamam ben.
Ben, konjonktüre göre, yel değirmeni gibi yanar dönerlik gösteremem.
Ben FETÖ Mücadelesi konusunda hala ve daima aynı noktadayım. Günebakan çiçeği gibi hiç olmadım. Hep aynı yönden ve aynı yöne baktım.
Ben, dün de yanlışa yanlış dedim, bugün de diyorum ve demeye devam edeceğim.
Ben, Erdoğan’ın 2002’de yola çıkışından beri; makam, mevki, koltuk, etiket beklemedim, istemedim, kabul etmedim.
Makam-mevki, koltuk beklentisiyle kamikaze’lik etmedim
Akademik titirlerini, bürokratik makamlarını, sosyal statülerini, ekonomik varlıklarını kişisel istikbal ve ihtiras için gözünü kırpmadan kullananlardan olmadım.
Ben, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı dün nasıl seviyorsam, şimdi de öyle seviyorum, Hatta; ülkem, devletim, milletim için kelle koltukta yaptığı milli ve yerli hamleler boyutuyla, şimdi daha çok seviyorum.
Sevdiğim için de; onun hızına ayak uydurulmamasına, ona takoz olunmasına, ona rağmen onun içinmiş gibi davranılmasına, onun ufka bakan ideal ve iddiasına çomak sokucu aptallık ve aymazlıklara eleştiri getiriyorum.
Getireceğim de…
Doğru bildiklerimi, inandıklarımı, hak ve hakikatleri çekinmeden, bıkmadan söylemeye de devam edeceğim.
Not: Cumartesi günü sene-i devriyesi olan; Kahpe, kalleş ve alçak Darbe girişimini şimdiden bir kez daha en güçlü şekilde lanetliyorum. Allah bunları ve bunlar gibi niyeti olanları kahr u perişan etsin. Memleketimizi bunlar gibilerden, harici düşmanlardan ve işbirlikçi hainlerden daimen korusun.
Bir sonraki Bir Portre yazımda buluşmak ümidi ile Allah'a emaet olu sevgili okurlarım.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Afganistan, Libya, Sudan, Yemen, Katar, Ukrayna, Brezilya, Türkiye başta olmak üzere; Latin Amerika, Afrika ve özellikle güney Asya ülkelerinde yaşanan savaş, çatışma ve karışıklıklar bunun en temel örnekleridir.
Yeni Dünya’nın Egemenleri yıkmadan yapmayı, bulandırmadan durultmayı, öldürmeden var etmeyi düşünmüyor.
Hedefe koydukları menfaatlerinin dama taşı, ülkeler onlar için birer coğrafyadan ibaret toprak parçaları olarak görülüyor.
İnsan mı…?
Onlar için hiçbir önemi yok.
Varsa yoksa; vahşi sömürgecilik ve hakimiyet ihtiraslarının maksimizasyonu…
Egemen Güçler’in (ABD-İngiltere-Avrupa- Çin-Rusya) parselasyon kavgaları tüm yeryüzü sathını sarmış vaziyette. Yani; “Filler tepişiyor”, maalesef ki; “çimler de vahşice eziliyor”.
Bu konuda takipçilerim bilir; “Yeni Dünya Düzeni, Yeni Dünya Konsepti” içerikli yazılar yazdım.
Egemen güçler dediğim Merkez Devlet’lerin, Hedef Ülkeler’in paylaşımı konusunda örtülü veya açık bir 3. Dünya Savaşı yürüttüğü gerçeğine önemle vurgu yaptım.
Gerçekten de; şuanda “Yeni İpek Yolu” başlıklı büyük bir askeri, siyasi ve psikolojik savaş yaşıyoruz. Yaşanılan hiçbir şey tesadüfi değildir. Afganistan’da yıllarca süren karışıklıklar, Katar Krizi, Türki Cumhuriyetler’deki FETÖ Yapılanması, Ukrayna Krizi, Avrupa’daki karışıklıklar ve İngiltere’nin AB’den çıkma kararı, Ülkemizde yaşanan iç sorun ve masumiyet görüntülü kimi kıpırdanmalar…
Bunların hepsinin arka planında “Egemen Güçlerin” uzun vadeli şeytani paylaşım ve yeni harita oluşumuna dair gerekçeler yatmaktadır.
“Egemenler” yaptıkları bu “yeni parselasyon” planlarında, meşruiyet gibi insani algıdan yoksunlar. Bu konuda amaçlarına hizmet eden her türlü enstrümanı kullanabilirler ve kullanıyorlar.
“Yerleşik Güçler” de diyebileceğimiz, “milli ve yerli” görüntülü, ihanet kokan dahili işbirlikçiler bu güçler için her zaman tedavüle sokulmaya hazır kıtalardır.
Hedef ettikleri ülkelere saldırılar genelde şu görüntülerle karşımıza çıkmaktadır;
Terör Örgütleri üzerinden “Vekalet Savaş”ları, Hedef Ülkelerin iç siyasi dengelerini bozma,
Vakıf-Dernek-STK gibi sivil oluşumlar üzerinden manipülasyon ve provakatif girişimler,
Ekonomi üzerinden hizalama ve ayar vermeye dönük finansal saldırılar,
Hedef Ülke halkları için hassasiyet gösteren; adalet, yolsuzluk, özgürlük, iktidar gibi kişisel şehveti kabartacak doneleri kullanarak, masumiyet örüntülü, art niyetli eylemlerle gelebiliyorlar.
Ülkemize de, bu ve benzeri libaslarla gelmeye başladılar,
Terörle de geldiler,
Teröre destek veriyorsun diyerek de,
Yargı Darbe girişimiyle de geldiler,
Yargı bağımsızlığı yok diyerek de,
Cemaat kisvesiyle de geldiler,
Cemaate mensuplarını yok ediyorsunuz diyerek de,
Finansal krizlerle de geldiler,
Büyümeniz ve ekonominiz kötü notlarıyla da,
Tankla, topla, bombalarla Askeri Darbe girişimiyle de geldiler, “diyalogta olduğumuz komutanları hapsediyorsunuz” diyerek de.
Durmayacaklar…
Muhtelif şekil ve suretlerle gelmeye devam edecekler…
Hele de; “Yerleşik düzenle” hesaplaşmasını bitirememiş, bizim gibi ülkeler için sinsi, ciddi ve gizli tehlikeler çok fazladır. Son beş yılımızı kapsayan süreçte karşılaştığımız bu tarz tehlike ve saldırılar, biz, “biz” olamadığımız sürece devam edecektir.
Uluslararası “Egemen Güçler”e ve içerde yerleşik düzene kafa tutan liderler her zaman bunların hedefidir. Kurulan oyunda figüran değil de, oyun kurucu olmayı, milli ve yerli refleksi, içerde ve dışarda bağımsız politikalar gütmeyi tercih eden liderler sürekli hedefte olmuştur ve oluyordur.
İçerde yaşadığımız her olaya bu gözle bakmak zorundayız. Ülkemiz ve hinterlandı coğrafyada yaşanan hiçbir olay tesadüf değildir ve olamaz. Sıradan, öylesineymiş gibi, masumane istek içerikli olaylar bile; mutlaka arkasında farklı bir niyet barındırmaktadır. Çok akıllı, soğukkanlı ve aklıselim olmazsak görünenin arkasına nüfuz edip, tehlikeleri fark edemeyiz. Bu ise, bize çok pahalıya patlar.
Bu nedenle de; FETÖ Mücadele süreçlerini, Muhalefetin eylemlerini, STK söylemlerini, iktidar kavgalarını, yeni parti çıkışlarını, sosyal medyadan pazarlanan provakatif iletileri müdakkik, analitik ve derin şekilde takip etmeliyiz.
Olan hiç bir şey nedensiz değildir.
Hiçbir olay, olgu, söylem, eylem tesadüf değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu yüzden son yıllarda hep hedef lider olagelmiştir.
Ülkemizin prangalardan kurtularak, kendi olabilmesi için uzun soluklu ve geniş yelpazeli projeksiyon yapması, onu küresel ölçekli bir hedef haline getirmiştir.
Hele buna bir de; ülkemizin coğrafi, stratejik ve tarihsel konumu ve durumu katılınca, Hedef Ülke’liği ve Erdoğan’ın yokedilmesi gereken lider konumu mutlak hale gelmiştir.
Peki, bu kadar kompleks ve komplike tehlike ve saldırıların sahne aldığı günümüzde, biz ne durumdayız?
Maalesef fotoğrafın büyüğünü pas geçiyoruz.
Büyük resme bakmayı beceremiyoruz.
Güncelin ve iç siyasetin şehvetine kapılıyoruz.
İç siyasete ve kişisel istikbale dönük yaklaşım içinde oldukça da; dünyasal boyutlu gelişmelere bigane kalıyor, geleceğimize pranga vuruyoruz.
Acı olan ise; yaptıklarımızın nelere mal olabileceğinin farkında bile değiliz. Kimimiz iyi niyetle, kimileri art niyetle, kimileri ise cahilce dar ufuklarda, içe kapanmışlıkta sörf yapmaya devam ediyor.
Beni en çok üzen de; bilgisi, birikimi, deneyimi, öngörüsüyle ufuk açıcı olması gerekirken, iç siyaset istikballerini öne çıkartarak, kendini heba eden, sübjektivitenin cenderesine kaptıran; siyasiler, bürokratik yöneticiler, akademisyenler, yazarlar ve düşünürlerdir.
Halbuki; “hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilemez” diyerek inandıkları, bildikleri doğruları ve birikimlerini lisan-ı münasiple dile getirip söyleseler, adımlarını bu minvalde atıp “ülkeselliği” temel amaç ittihaz etseler; inanın bu tavırları Cumhurbaşkanı’mızın daha çok hoşuna gider ve gidecektir.
Eleştiri getirenleri; toptancı şekilde linç etmek yerine, toptan reddiyecilik yerine, her eleştirene şüpheli gözle bakmak yerine; daha soğukkanlı olup, eleştirilerden ders çıkarmak, mesaj almak ve özeleştiri yapmak cihetinde hareket etseler, Cumhurbaşkanımızın daha çok takdirini kazanırlar.
Yahu anlasanıza…
Cumhurbaşkanı’mız tetikçi istemiyor, vatansever istiyor,
Onaylayıcı istemiyor, akıl yürütüp, fikir oluşturan istiyor,
Bilgi sahibi olup fikir sahibi olunsun istiyor,
Her şeye kafa sallayan istemiyor, doğruları uygun dille, dile getiren istiyor,
Her şeyi tozpembe anlatan istemiyor, gerçekleri olduğu gibi yansıtan istiyor,
Dalkavuk istemiyor, adam gibi adam istiyor,
Fitne de istemiyor, fitne çıkaran da, riya da istemiyor, riyakar da, yalan da istemiyor, yalancı da, yalaka da istemiyor, yalakalık da…
Benim Cumhurbaşkanım; “milli-yerli”, kalbi samimi, olduğu gibi olabilen, önce Vatan-Bayrak-Devlet-Millet diyen, Hakkın ve Halkın hukukunu önceleyen adam gibi adam istiyor…
Bir önceki eleştirel yazıma olumlu-olumsuz pek çok tepki aldım.
Ağır olumsuz söylemlere bile kızmadım, darılmadım.
Bazıları benim Erdoğan’a olan muhabbet ve sevgimi sorguluyordu.
Sorun etmedim, etmem de…
Ben eleştirdim ve eleştiririm, ama, asla belden aşağı vurmam.
Benim Erdoğan’a olan kalbi muhabbetimi, onun devletin bekasına katkısına inancımı, onun liderliğine olan hayranlığımı yakın tanıyanlar ve buradan yazılarımı okuyanlar çok iyi bilir. Ben sevgimi, takdirimi ve beğenimi dile getirirken de, hataları, noksanları, yanlışları eleştirirken de; ülkemizi, vatanımızı, bayrağımızı devletimizi temel esas kabul edip samimane yaptım, yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim.
Ben neye, niçin ve nasıl kızıp itiraz ediyorum?
Ben, Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’a rağmen, onun FETÖ denilen illetle mücadeledeki net ve azimli tutumuna rağmen; gaflet, rehavet, atalet ve hatta dalalet içinde olanlara kızgınım.
Ben, böylesi devasa sorunlarla uğraşırken, sorunu çözmek yerine, sorunun daha da giriftleşmesine sebebiyet verip, mağduriyetler oluşturulmasına tepkili ve kızgınım.
Egemen Güçlerce “Yeni bir Dünya” oluşturulurken ve bu konseptin merkezindeki hedef ülkelerden birisi ülkemizken; FETÖ gibi bir belanın defedilmesinde ortaya çıkan aptalca durumların nelere mal olabileceğinin bilinmeme cehalet ve aymazlığına isyan ettim.
Enerjimizi, planlanan “yeni yüzyıl” denklemine sarf etmek gerekirken; içerde sen-ben kavgasına, içsel oyunlara alet olunmasına, enerjimizin boşa harcanmasına ve içerdeki kısır gündeme cahilce teslim olunmasına itiraz ettim.
Beni bilen zaten çok iyi bilir
Son yazımda, FETÖ Mücadelesinde gördüğüm eksikleri, yanlışları, mağduriyetleri dile getirirken; daha önce, kimselerin ortalıkta görünmediği zamanlarda verdiğim FETÖ mücadelesini, yazdığım yazılardaki şiddetli uyarıları, FETÖ tehlikesine bastığım parmakları, adeta feryat edercesine; “FETÖ’ye rehavet devlete ihanettir” ikazlarımı, beni tanıyan, okuyan çok iyi bilir.
Bugün vitrinize olanlar, isimlerini vizyona koyanlar, dün saklanıp bugün kendini afişe yapanlar gibi yapamam ve olamam ben.
Ben, konjonktüre göre, yel değirmeni gibi yanar dönerlik gösteremem.
Ben FETÖ Mücadelesi konusunda hala ve daima aynı noktadayım. Günebakan çiçeği gibi hiç olmadım. Hep aynı yönden ve aynı yöne baktım.
Ben, dün de yanlışa yanlış dedim, bugün de diyorum ve demeye devam edeceğim.
Ben, Erdoğan’ın 2002’de yola çıkışından beri; makam, mevki, koltuk, etiket beklemedim, istemedim, kabul etmedim.
Makam-mevki, koltuk beklentisiyle kamikaze’lik etmedim
Akademik titirlerini, bürokratik makamlarını, sosyal statülerini, ekonomik varlıklarını kişisel istikbal ve ihtiras için gözünü kırpmadan kullananlardan olmadım.
Ben, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı dün nasıl seviyorsam, şimdi de öyle seviyorum, Hatta; ülkem, devletim, milletim için kelle koltukta yaptığı milli ve yerli hamleler boyutuyla, şimdi daha çok seviyorum.
Sevdiğim için de; onun hızına ayak uydurulmamasına, ona takoz olunmasına, ona rağmen onun içinmiş gibi davranılmasına, onun ufka bakan ideal ve iddiasına çomak sokucu aptallık ve aymazlıklara eleştiri getiriyorum.
Getireceğim de…
Doğru bildiklerimi, inandıklarımı, hak ve hakikatleri çekinmeden, bıkmadan söylemeye de devam edeceğim.
Not: Cumartesi günü sene-i devriyesi olan; Kahpe, kalleş ve alçak Darbe girişimini şimdiden bir kez daha en güçlü şekilde lanetliyorum. Allah bunları ve bunlar gibi niyeti olanları kahr u perişan etsin. Memleketimizi bunlar gibilerden, harici düşmanlardan ve işbirlikçi hainlerden daimen korusun.
Bir sonraki Bir Portre yazımda buluşmak ümidi ile Allah'a emaet olu sevgili okurlarım.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.