Yeni dönem, yeni riskler..
Bu tek amaç için ise,soğuk savaş yöneticilerin işini iyice kolaylaştırmıştı. Fazla bir çabaya, akla ve yeteneğe ihtiyaçları da yoktu. NATO çerçevesinde Sovyet tehdidine karşı uluslar arası bir koruma altına alınmış ve bu şekilde güvenlik sorununu kendi iç meselesinden daha çok uluslar arası bir sorun şemsiyesi altında almış ve rahatlamıştı.
İç siyaset ve ekonomisini de Batı İttifakı, Avrupa, İMF, Dünya Bankası gibi yine uluslar arası kurum ve kuruluşlara teslim etmişti. Dolayısıyla devleti yönetenlerin işi kolaydı ve bu stratejilerinin doğruluğu üzerinde tam bir ittifakları mevcuttu.
Bu rehavet ve kolaylık Sovyetlerin dağılması, soğuk savaşın bitmesi ve iki bloklu dünya sisteminin bozulması ile sona erdi. Türkiye’de yapılan 12 Eylül 1980 ABD darbesi ile aslında taşlar yerinden oynamaya başlamıştı bile. ABD, Ortadoğu bölgesindeki strateji değişikliklerinin sinyallerini vermeye başlamıştı. ABD, Ortadoğu da kendisine yeni bir kart belirlemişti, Kürt kartı. Ortadoğu coğrafyasının pek çok ülkesinde toplumsal olarak dağınık şekilde varlığını sürdüren Kürtler, bu yapıları ile, hem Türkiye,hem Irak, hem Suriye hem de İran üzerinde kullanılabilinecek elverişli bir karttı.
Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, güvenliğini nasıl sağlayacağı ve geleceğini nasıl inşa edeceği noktasında yeni bir döneme girmişti.
Bu durum özellikle devlet içindeki güvenlik bürokrasisinde kızgınlığa yol açtı. Devletin güvenlik bürokrasisi içerisinde farklı temayüller oluşmaya başladı. Özelde Rusya genelde de Rusya-İran-Çin ittifakı tarafgirliği ABD ye karşı bu güvensizlik ve kızgınlık ortamında filizlendi.
Yine tüm yumurtaları aynı kefeye koymamak lazım
ABD ve Batı’ya olan bu milli ve dini güvensizlik ve kızgınlık, Türkiye’nin tarihi stratejik ve jeopolitik rakipleri olan Rusya ve Batı ile şeksiz, şüphesiz, tam birlikteliğine yol açmamalıdır. Çünkü Rusya ve İran’ın tarih boyunca Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik etkisini zayıflatan güçler oldukları gerçeğini göz ardı etmemek lazımdır.
Rusya ile, tarihsel tecrübe olarak Avrasya gücü olmak noktasında iki rakip güç durumundayız. Rusya’nın Balkanlar’daki Slav milletler üzerindeki hegomonik iddiası vardır. Türkiye’nin ise yine Balkanlarda tarihi, kültürel, dini ve milli etkinliği ve gücü bulunmaktadır. Bu durumda Balkanlar, Türkiye ve Rusya için bir rekabet alanıdır.
Yine Rusya soy ve din bağımız olan Orta Asya Türki Devlet ve toplumlarını ve coğrafyasını kendisinin arka bahçesi olarak görmektedir. Orta Asya da bu hali ile Türkiye ve Rusya’nın rekabet alanıdır.
Rusya’nın tarihsel kızıl elması olan sıcak denizlere (bundan kasıt her zaman Akdeniz olmuştur) açılmasının anahtarı Karadeniz, Boğazlar, Marmara ve Ege’dir. Bu jeopolitik ve jeostratejik hedef ise Türkiye için hayati bir değer taşımaktadır.
Son dönemde Rusya’nın Suriye başta olmak üzere Irak ve diğer Ortadoğu coğrafyasındaki fiili müdahaleleri ve stratejilerini bu açılardan okumamız daha doğru olacaktır.
İran’ın Rusya’nın aksine tarihsel olarak tıpkı Çin gibi bir Avrasya gücü olma iddiası bulunmamaktadır. İran Tarihsel olarak bir Asya gücü olma tecrübesine sahiptir.
İran siyasi kültürünün yabancı korkusuyla kodlandığını söylemek yanlış olmaz. Bu patolojik durum özelikle 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra daha da şiddetlenmiş, devletin iç ve dış politikasını belirleyen ölçütlerden birine dönüşmüştür. İran devleti, rejimin ideolojik kimliğinin bir sonucu
olan bu korkuyu meşruiyet/rıza üretme, muhalifleri yok etme, devrimi ihraç etme doğrultusunda elverişli araç olarak görmüştür.
Bu yönü ile İran’ın ise, mezhepsel yalnızlık ve tarihsel Pers devlet aklı arka planı nedeni ile, Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin tarihsel rakibi olduğu bir gerçektir. İran’ın, tarihsel Pers Devlet aklı mezhepsel özellikleri ile birleştiğinde Orta Doğu da Türkiye aleyhine olabilecek her tür ittifak içinde yer alabileceği gerçeğini unutmamak lazımdır. İran, Rusya ilişkileri bugünkü Azerbaycan’ın önemli bir bölümünü İran topraklarında bırakan 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay antlaşmalarına kadar uzanmaktadır.
Dünya ve özellikle içinde bulunduğumuz coğrafya "lineer olmayan" çok değişkenli bir mücadele ve karanlık dönemi yaşamaktadır.
Türkiye’nin bir kez daha tüm yumurtalarını aynı kefeye koyma lüksü bulunmamaktadır. Bu durum ülkenin ve insanların güvenlik ve geleceğinin yeniden inşası sürecinde yeni risklere neden olacaktır.
*(Makâle devam edecek)
İç siyaset ve ekonomisini de Batı İttifakı, Avrupa, İMF, Dünya Bankası gibi yine uluslar arası kurum ve kuruluşlara teslim etmişti. Dolayısıyla devleti yönetenlerin işi kolaydı ve bu stratejilerinin doğruluğu üzerinde tam bir ittifakları mevcuttu.
Bu rehavet ve kolaylık Sovyetlerin dağılması, soğuk savaşın bitmesi ve iki bloklu dünya sisteminin bozulması ile sona erdi. Türkiye’de yapılan 12 Eylül 1980 ABD darbesi ile aslında taşlar yerinden oynamaya başlamıştı bile. ABD, Ortadoğu bölgesindeki strateji değişikliklerinin sinyallerini vermeye başlamıştı. ABD, Ortadoğu da kendisine yeni bir kart belirlemişti, Kürt kartı. Ortadoğu coğrafyasının pek çok ülkesinde toplumsal olarak dağınık şekilde varlığını sürdüren Kürtler, bu yapıları ile, hem Türkiye,hem Irak, hem Suriye hem de İran üzerinde kullanılabilinecek elverişli bir karttı.
Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, güvenliğini nasıl sağlayacağı ve geleceğini nasıl inşa edeceği noktasında yeni bir döneme girmişti.
Bu durum özellikle devlet içindeki güvenlik bürokrasisinde kızgınlığa yol açtı. Devletin güvenlik bürokrasisi içerisinde farklı temayüller oluşmaya başladı. Özelde Rusya genelde de Rusya-İran-Çin ittifakı tarafgirliği ABD ye karşı bu güvensizlik ve kızgınlık ortamında filizlendi.
Yine tüm yumurtaları aynı kefeye koymamak lazım
ABD ve Batı’ya olan bu milli ve dini güvensizlik ve kızgınlık, Türkiye’nin tarihi stratejik ve jeopolitik rakipleri olan Rusya ve Batı ile şeksiz, şüphesiz, tam birlikteliğine yol açmamalıdır. Çünkü Rusya ve İran’ın tarih boyunca Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik etkisini zayıflatan güçler oldukları gerçeğini göz ardı etmemek lazımdır.
Rusya ile, tarihsel tecrübe olarak Avrasya gücü olmak noktasında iki rakip güç durumundayız. Rusya’nın Balkanlar’daki Slav milletler üzerindeki hegomonik iddiası vardır. Türkiye’nin ise yine Balkanlarda tarihi, kültürel, dini ve milli etkinliği ve gücü bulunmaktadır. Bu durumda Balkanlar, Türkiye ve Rusya için bir rekabet alanıdır.
Yine Rusya soy ve din bağımız olan Orta Asya Türki Devlet ve toplumlarını ve coğrafyasını kendisinin arka bahçesi olarak görmektedir. Orta Asya da bu hali ile Türkiye ve Rusya’nın rekabet alanıdır.
Rusya’nın tarihsel kızıl elması olan sıcak denizlere (bundan kasıt her zaman Akdeniz olmuştur) açılmasının anahtarı Karadeniz, Boğazlar, Marmara ve Ege’dir. Bu jeopolitik ve jeostratejik hedef ise Türkiye için hayati bir değer taşımaktadır.
Son dönemde Rusya’nın Suriye başta olmak üzere Irak ve diğer Ortadoğu coğrafyasındaki fiili müdahaleleri ve stratejilerini bu açılardan okumamız daha doğru olacaktır.
İran’ın Rusya’nın aksine tarihsel olarak tıpkı Çin gibi bir Avrasya gücü olma iddiası bulunmamaktadır. İran Tarihsel olarak bir Asya gücü olma tecrübesine sahiptir.
İran siyasi kültürünün yabancı korkusuyla kodlandığını söylemek yanlış olmaz. Bu patolojik durum özelikle 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra daha da şiddetlenmiş, devletin iç ve dış politikasını belirleyen ölçütlerden birine dönüşmüştür. İran devleti, rejimin ideolojik kimliğinin bir sonucu
olan bu korkuyu meşruiyet/rıza üretme, muhalifleri yok etme, devrimi ihraç etme doğrultusunda elverişli araç olarak görmüştür.
Bu yönü ile İran’ın ise, mezhepsel yalnızlık ve tarihsel Pers devlet aklı arka planı nedeni ile, Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin tarihsel rakibi olduğu bir gerçektir. İran’ın, tarihsel Pers Devlet aklı mezhepsel özellikleri ile birleştiğinde Orta Doğu da Türkiye aleyhine olabilecek her tür ittifak içinde yer alabileceği gerçeğini unutmamak lazımdır. İran, Rusya ilişkileri bugünkü Azerbaycan’ın önemli bir bölümünü İran topraklarında bırakan 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay antlaşmalarına kadar uzanmaktadır.
Dünya ve özellikle içinde bulunduğumuz coğrafya "lineer olmayan" çok değişkenli bir mücadele ve karanlık dönemi yaşamaktadır.
Türkiye’nin bir kez daha tüm yumurtalarını aynı kefeye koyma lüksü bulunmamaktadır. Bu durum ülkenin ve insanların güvenlik ve geleceğinin yeniden inşası sürecinde yeni risklere neden olacaktır.
*(Makâle devam edecek)
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.