Kadınlara bir gün mü? Kalsın…
ABD’de 1857 yılında 180 kadın işçinin yanarak ölmesiyle onların anısına ortaya çıkmış bir gün…
Hemen herkesin bildiği gün haline geldi…
365 günden birini lütfediyoruz kadınlara…
Ama nedense 19 Kasım’ı pek bilmiyoruz, niye bilemim ki?
Zaten kalan 364 gün erkeklerin değil mi?
Kadın…
Çoğu zaman taa doğmadan “tüh, kız bebekmiş” diye karşılanarak başlar bu dünyadaki haksız muameleye…
On-sıfır geriden başlamıştır hayata…
Kadın…
Doğurur, büyütür, dayak yer, aşağılanır, bazen fındık kabuğunu doldurmayan sebeplerle öldürülür…
Kadın…
Evde çalışır…
Evdeki zaten işten sayılmaz; “kadın” olmanın getirdiği rutin bir görevdir.
Zaten iyi ev işi yapmak “kadınlık”ın asli unsurudur… Aksi takdirde “ne biçim kadınsın” suçlamasına muhataplık mukadderdir…
Eğer erkek bir ev işi yaparsa onun adı ancak “yardım”dır… Çünkü –haşa- ev işiyle erkeğin ne işi olur…
Kadın… İşte çalışır…
Ama daha az performans gösteren bir erkekten daha iyi çalışamaz, çünkü kaprislidir, duygusaldır, -hem annedir ya- işini aksatabilir, bu yüzden daha üst pozisyonları hak etmemektedir… Her söylediğine itibar edilmemelidir…
Kadın… Annedir…
Yavrusunu yedirir, içirir, bakar büyütür…
Çocuğu hastaysa sabahlara kadar başında bekleyen ve beklemesi gereken odur…
Çocuğunun bir derdi varsa o gözyaşı döker…
Maalesef bazen yaşlanınca, ömrünü adadığı çocuğu tarafından kapının önüne de konulabilir…
Kadın…
Toplumda yalnızca erkekler tarafından değil, diğer kadınlar tarafından da ikinci sınıf muamelesi görür…
Çünkü toplum kadınlara, hemcinslerinin daha az değerli veya hatta değersiz olduğunu öğretmiştir…
Kadın… kadın… kadın…
Aslında daha hassas, ince ve derin hisleri olan bir varlık olarak yaratılmıştır. Çünkü Yaratan, kadını aslında varlıkların en yücesi olarak ve diğer yarattıklarının da bu şekilde görmesini isteyerek yaratmıştır.
Maalesef ki zaman içerisinde bu incelik kadınlarda bir eksiklikmiş gibi kullanılır hale gelmiştir.
Gittiğim her organizasyonda gözüm istemsiz bir şekilde protokol sıralarına ilişiyor. Tamamına yakını erkekler ile dolu. Arada bayanlar da var ama genellikle “eş” sıfatı ile oralarda bulunuyor…
Soruyorum kendime; acaba kadınlar gerçekten hak etmedikleri için mi buralarda bulunmuyor?
Peki ya hak ediyorlarsa?
Kadın bakanlarımızın, milletvekillerimizin, genel müdürlerimizin, müdürlerimizin vs. sayısını artıracağız diye hedefler koyuyoruz.
Ve bunu da eşitlikçiymiş gibi övüne övüne anlatıyoruz.
Hayır…
Başına “kadın” ifadesi konulan her şeye hayır...
Biz, “kadın” olduğumuz için değil hak ettiğimiz için oralarda olmak istiyoruz. Kadınlara hak ettiğinin verilmesini bile erkeklerden bekleyen bir anlayışa hayır…
Yöneten koltukları erkekler ile doldurup da sonra kadınlara bu erkeklerin “el uzatması”nı bir “insanlık örneği” gibi kabul eden zihniyete hayır…
Harvard Üniversitesinde Heidi-Howard diye bir çalışma yapılmış.
Bu çalışmaya göre bir sınıfın yarısına, başında Heidi (bayan) yazan, diğer yarısına ise başında Howard (erkek) yazan bir özgeçmiş dağıtmışlar. Ve bir pozisyon için bu adayların alınıp alınamayacağı sorusunu sormuşlar.
Bu özgeçmişler tamamen aynı olmakla birlikte, tek fark en üstte yazan isimmiş…
Bunun üzerine Howard gayet uygun ve yeterli bir aday olarak görülürken; Heidi’nin için çok kaprisli olduğu, adil ve işe uygun bir aday olmadığı belirtilmiş. Bu bizim, tamamen aynı donanıma sahip bir kadın ile bir erkeğe nasıl baktığımızı göstermek için çok
iyi bir örnek…
Başka bir çalışma ise kız çocuk babası erkeklerin işyerlerinde kadınlara karşı daha adaletli davrandığını gösteriyor. Çünkü erkekler ancak kendi evlatları kız olunca, bir nebze olsun empati kurarak kadınlara daha adil ve önyargısız olarak yaklaşabiliyor.
Toplumda kadın-erkek ayrışması artık o kadar derinleşmiş ki…
Kadınlığımızdan kendimiz dahi şikayet eder noktaya gelmişiz…
Aslında gördüğümüz ikinci sınıf insan muamelesinden bağımsız olarak, bir kadın olduğumuz için övünmeliyiz, çünkü biz aslında zoru başarıyoruz…
Çünkü biz bu adaletsizliğe rağmen ayakta kalmayı başarabiliyoruz…
Bıkmadan usanmadan çalışıyoruz…
Bırakalım, bir gün ile mutlu olmayı…
Böyle bir günün varlığından dahi rahatsız oluyorum.
Başta, bir kadın olarak; kadınlar hakkında kendi önyargılarımızdan kurtulalım… Hakkı hak edene veren bir düzen oluşturmak için sesimizi duyuralım…
8 Mart “dünya kadınlar günü” mü, kimi kandırıyoruz?
Buyrun efendiler o da sizin olsun..
Hemen herkesin bildiği gün haline geldi…
365 günden birini lütfediyoruz kadınlara…
Ama nedense 19 Kasım’ı pek bilmiyoruz, niye bilemim ki?
Zaten kalan 364 gün erkeklerin değil mi?
Kadın…
Çoğu zaman taa doğmadan “tüh, kız bebekmiş” diye karşılanarak başlar bu dünyadaki haksız muameleye…
On-sıfır geriden başlamıştır hayata…
Kadın…
Doğurur, büyütür, dayak yer, aşağılanır, bazen fındık kabuğunu doldurmayan sebeplerle öldürülür…
Kadın…
Evde çalışır…
Evdeki zaten işten sayılmaz; “kadın” olmanın getirdiği rutin bir görevdir.
Zaten iyi ev işi yapmak “kadınlık”ın asli unsurudur… Aksi takdirde “ne biçim kadınsın” suçlamasına muhataplık mukadderdir…
Eğer erkek bir ev işi yaparsa onun adı ancak “yardım”dır… Çünkü –haşa- ev işiyle erkeğin ne işi olur…
Kadın… İşte çalışır…
Ama daha az performans gösteren bir erkekten daha iyi çalışamaz, çünkü kaprislidir, duygusaldır, -hem annedir ya- işini aksatabilir, bu yüzden daha üst pozisyonları hak etmemektedir… Her söylediğine itibar edilmemelidir…
Kadın… Annedir…
Yavrusunu yedirir, içirir, bakar büyütür…
Çocuğu hastaysa sabahlara kadar başında bekleyen ve beklemesi gereken odur…
Çocuğunun bir derdi varsa o gözyaşı döker…
Maalesef bazen yaşlanınca, ömrünü adadığı çocuğu tarafından kapının önüne de konulabilir…
Kadın…
Toplumda yalnızca erkekler tarafından değil, diğer kadınlar tarafından da ikinci sınıf muamelesi görür…
Çünkü toplum kadınlara, hemcinslerinin daha az değerli veya hatta değersiz olduğunu öğretmiştir…
Kadın… kadın… kadın…
Aslında daha hassas, ince ve derin hisleri olan bir varlık olarak yaratılmıştır. Çünkü Yaratan, kadını aslında varlıkların en yücesi olarak ve diğer yarattıklarının da bu şekilde görmesini isteyerek yaratmıştır.
Maalesef ki zaman içerisinde bu incelik kadınlarda bir eksiklikmiş gibi kullanılır hale gelmiştir.
Gittiğim her organizasyonda gözüm istemsiz bir şekilde protokol sıralarına ilişiyor. Tamamına yakını erkekler ile dolu. Arada bayanlar da var ama genellikle “eş” sıfatı ile oralarda bulunuyor…
Soruyorum kendime; acaba kadınlar gerçekten hak etmedikleri için mi buralarda bulunmuyor?
Peki ya hak ediyorlarsa?
Kadın bakanlarımızın, milletvekillerimizin, genel müdürlerimizin, müdürlerimizin vs. sayısını artıracağız diye hedefler koyuyoruz.
Ve bunu da eşitlikçiymiş gibi övüne övüne anlatıyoruz.
Hayır…
Başına “kadın” ifadesi konulan her şeye hayır...
Biz, “kadın” olduğumuz için değil hak ettiğimiz için oralarda olmak istiyoruz. Kadınlara hak ettiğinin verilmesini bile erkeklerden bekleyen bir anlayışa hayır…
Yöneten koltukları erkekler ile doldurup da sonra kadınlara bu erkeklerin “el uzatması”nı bir “insanlık örneği” gibi kabul eden zihniyete hayır…
Harvard Üniversitesinde Heidi-Howard diye bir çalışma yapılmış.
Bu çalışmaya göre bir sınıfın yarısına, başında Heidi (bayan) yazan, diğer yarısına ise başında Howard (erkek) yazan bir özgeçmiş dağıtmışlar. Ve bir pozisyon için bu adayların alınıp alınamayacağı sorusunu sormuşlar.
Bu özgeçmişler tamamen aynı olmakla birlikte, tek fark en üstte yazan isimmiş…
Bunun üzerine Howard gayet uygun ve yeterli bir aday olarak görülürken; Heidi’nin için çok kaprisli olduğu, adil ve işe uygun bir aday olmadığı belirtilmiş. Bu bizim, tamamen aynı donanıma sahip bir kadın ile bir erkeğe nasıl baktığımızı göstermek için çok
iyi bir örnek…
Başka bir çalışma ise kız çocuk babası erkeklerin işyerlerinde kadınlara karşı daha adaletli davrandığını gösteriyor. Çünkü erkekler ancak kendi evlatları kız olunca, bir nebze olsun empati kurarak kadınlara daha adil ve önyargısız olarak yaklaşabiliyor.
Toplumda kadın-erkek ayrışması artık o kadar derinleşmiş ki…
Kadınlığımızdan kendimiz dahi şikayet eder noktaya gelmişiz…
Aslında gördüğümüz ikinci sınıf insan muamelesinden bağımsız olarak, bir kadın olduğumuz için övünmeliyiz, çünkü biz aslında zoru başarıyoruz…
Çünkü biz bu adaletsizliğe rağmen ayakta kalmayı başarabiliyoruz…
Bıkmadan usanmadan çalışıyoruz…
Bırakalım, bir gün ile mutlu olmayı…
Böyle bir günün varlığından dahi rahatsız oluyorum.
Başta, bir kadın olarak; kadınlar hakkında kendi önyargılarımızdan kurtulalım… Hakkı hak edene veren bir düzen oluşturmak için sesimizi duyuralım…
8 Mart “dünya kadınlar günü” mü, kimi kandırıyoruz?
Buyrun efendiler o da sizin olsun..
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.