Japon adalarından esen bir hüzün rüzgarı 'Ertuğrul..'
Kıtalar ötesinde bir adalar ülkesi Japonya. Tarihi, Türk tarihi kadar eski. Fakat her ne kadar Türk ırkının kökenleri asyalı olsa da tarihte devletler bazında yollarımız kesişmemiş bu milletle. Kaynaklar ise seyyahların yazdıkları ve tüccarların notlarından ibaret.
Mesela Katip Çelebi'nin Cihannuma'sı "Caponya" ülkesine bir kaç sayfa vakfeder ve Japonların soğuk su ile yıkanmayı sevdiklerinden ve son derecede güçlü bir ahlaka sahip olduklarından bahseder.
Japonların coğrafyacı yazarı Komozatsuwa ise Kızıl saçlı halklar hakkında hikayeler, on bin ülke hakkında efsaneler gibi eserlerinde Osmanlı Devleti ve Türklerin ülkesi, Toruko yani Türkiye olarak adlandırılır. Bu eserlerde Türkiye, üç kıtaya yayılmış olan çok güçlü ve korkutucu bir askeri güç olarak tanıtılmaktadır. Japonlara bu bilgilerin Portekizliler ve Hollandalılar tarafından bildirildiği de bir gerçektir.
Türk-Japon ilişkileri ilk olarak 19.yy'da başlar. Japonya'nın dünyaya açılma isteği yanında Ruslara karşı bir müttefik arama çabası da bu adımların hızlanmasında sebep olmuştur.
Aynı şekilde Sultan Abdülhamid Han da İslam Birliği'ni sağlamak ve doğu âlemi ile iyi ilişkiler kurmak istiyordu. Sultan Abdülhamid Han siyasi hatıratında "Rusya asırlardan beri iki devletin de düşmanı olduğuna göre, Japonya ile akdedeceğimiz ittifakların temin edeceği faydaları ciddi olarak mütalaa etmek icab eder." diyordu.
İlk resmi temas 1871 yılında Japon Dışişleri Bakanlığı kâtibi Fukuchi Genichiro'nun temsilci olarak İstanbul'a gelmesidir. 7 yıl sonra Seiki gemisi Avrupa gezisi çerçevesinde Haliç'e demirlemiştir.
1887 yılı ekim ayında Japon İmparatoru'nun amcası Prens Komatsu Akihito eşi ile İstanbul'a geldi. Sultan Abdülhamid prens ve beraberindekileri Dolmabahçe Sarayı'nda misafir etmişti. Prens Komatsu padişahla görüşmesi sırasında Japon İmparatorunun en büyük nişanı olan "Chrysanthemum"u Sultan'a takdim etti. Sultan ise o zamana kadar hiçbir yabancı devletin nişanını kabul etmediği halde, onu zevkle kabul etmiştir.
Buna karşılık sultan da Japon imparatoruna bir nişan verecekti. Bu hediyeleri götürmek için Osmanlı donanmasından bir eğitim gemisinin Japonya'ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Sultan Abdülhamid Han'ın hediyelerini Japon İmparatoru'na takdime memur olan Miralay Osman Bey aynı zamanda Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa'nın da damadıydı.
Bu ziyaret vesilesi ile Hind ve Pasifik okyanusları sahillerinde Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış, müslüman eyaletlerdeki halklar Ertuğrul'u görmek için limanlara akın etmiş yüksek tezahuratlar ve sevgi gösterileriyle gözyaşları arasında uğurlamışlardır. Özellikle Bombay'a uğradığı sırada gemi Hintli Müslümanlar tarafından akına uğramış günde yirmi bin, toplamda ise ellibin kişi tarafından ziyaret edilmişti.
"Firkateynin Bombay'a gelişi Hindistan'ın Müslüman halkı üzerinde geniş bir tesir bırakmış; bu halk, din kardeşlerini büyük bir içtenlikle bağırlarına basmışlardır. Cuma günü gemi mürettebatından 150 kadar asker ve subay gayet temiz giyinmiş oldukları hâlde Cuma namazını eda etmek üzere camilere gitmişler ve yolda kalabalık bir halk kitlesi tarafından saygıyla selamlanmışlardır." (Advocate of India – 29 Ekim 1889)
Ertuğrul'un Yokohama'ya giriş çok muhteşem olmuştu. Bir taraftan selam topları atılırken diğer taraftan binlerce Japon "Banzai… Banzai (Yaşasın… Yaşasın…)" sesleriyle limanı inletiyor ve Ertuğrul'u daha yakından görmek için uğraşıyordu.
Tuğamiral Osman Paşa, karaya çıktıktan sonra İmparator Meiji tarafından kabul edilmiş ve Sultan Abdülhamid Han'ın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunmuştu.
Vazife yerine getirilmiş artık dönüş hazırlıkları da tamamlanmıştı. Fırkateyn, 15 Eylül 1890'da Yokohama'dan hareket etti. Hava bulutlu ve pusluydu. Ertuğrul'un Japonya'ya gelirken karşılaştığı hava muhalefeti, şimdi, dönüşünde de karşısındaydı. Bir müddet yol alan gemi, kısa süre sonra büyük bir fırtınaya yakalandı hızla kayalıklara sürüklenen gemiye kaptan ve mürettebatın olağanüstü gayretleri netice vermedi ve gemi 16 Eylül 1890’da saat 21.00 sularında Funakura kayalıklarına çarpan ve ortadan ikiye bölünen Ertuğrul, yavaş yavaş sulara gömüldü.
69 mürettebat kurtulurken Başta Amiral Osman Paşa olmak üzere 527 subay, erbaş ve erimiz ise şehit olmuştu.
Japonya yaralıların tedavisinde gereken bütün ilgiyi gösterdi. Sonrasında ise Ertuğrul'un enkazından topladığı 8 Krup topu, 2 top kundağı, 4 Armstrong topu, 4 Hudges topu, 4 Revolver topu, 2 torpil kovanı, 182 tüfek, 24 tabanca, 61 kılıç, 71 süngü ve yabancı para gibi şeyleri daha sonra bir Fransız vapuruyla Osmanlı'ya göndermiştir.
Ertuğrul şehitleri, 21 Eylül günü, kazanın olduğu yeri gören tepenin üzerine defnedildikten sonra buraya dikilen abidenin üzerine Türkçe ve Japonca, "Osman Paşa" yazılmış, 1891 Şubat'ında da hadisenin hikâyesi kitabe halinde taşa işlenmişti.
Oşimalılar, burayı mukaddes bir yer kabul edip temiz tutup her on yılda bir burada merasim yapmayı gelenek haline getirdiler. Vazifeleri uğruna canlarını veren bu vatan evlatlarına Japon hükümetinin ve halkının gösterdiği saygı ve hürmet günümüze kadar sürdü.
"Bir geminin uğradığı limanlarda bir ülkeyi nasıl tanıttığının ve böyle bir teşebbüsün diplomasi açısından ne derece önemli olduğunun, ülke halklarını birbirine nasıl yakınlaştırdığının, kalıcı dostluklara nasıl sebep olduğunun kanıtı Ertuğrul Fırkateyni'dir.
"Karadeniz'de, Ege'de, Akdeniz'de, Kızıldeniz'de, Atlas Okyanusu'nda, Hint Okyanusu'nda sancak dalgalandırmış, yardıma ihtiyacı olana el uzatmış, kendisine verilen her vazifeyi başarı ile ifa etmiş olan donanmamızın şanlı tarihinden sadece bir yapraktır, Ertuğrul Firkateyni. (Erdoğan Şimşek, Uzakdoğu Elçisi Ertuğrul Firkateyni, İstanbul 2005).
HİKAYET EDERLER Kİ…
Büyük Krizantem Nişanı Sultan'a takdim edildiği sırada ona uzatılan özel bir mektupta Japon İmparatoru, "İslâm dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumları vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler" gönderilmesini rica etmişti.
Sultan konuyu Şeyhülislam Cemâleddin Efendi'ye açar Osmanlı'nın bilgi ve teknolojisi hakkında bilgi isteyen, deniz aşırı bir ülkeye, eli boş elçiler gönderilemezdi. İlk etapta tezhipli bir Kur’ân-ı Kerim ve daha birçok hediye, elçilerle Japon İmparatoru'na gönderilir. Diğer istenen bilgiler için de süre istenir.
Bir zaman sonra Sultanın direktifleri sonucunda yedi kişilik bir ekip geceli gündüzlü çalışarak teknolojik bir saat üretir. Bu bildiğimiz saatlerden değil o zamanın teknolojisine göre oldukça ileri bir teknolojiye sahip semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robottu.
Robotun özellikleri şu şekilde idi: Kaideye oturtulmuş gövdesi saat başı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan ezan sesi geliyordu. Öyle bir mekânizma kurulmuştu ki, tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, etrafında dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek eski yerine dönüyor, kollarını ve eteklerini indiriyordu. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.
Sultan bu robotun adını da "Alâmet" koymuştu. Alâmet'in gövdesinin boyun kısmına yakın yerinde altın işlemeli ay-yıldız, eteğindeki mazgalların altında ise Osmanlı Devlet Arması bulunuyordu. Sağ kolunun altında ise, bu projede yer alan ustaların baş harfleri yer almıştı.
Sultan Abdülhamid Han asrın harikası, sanat ve teknoloji eseri olan, ezan okuyan bu robotu, Ertuğrul Fırkateyni ile Japon İmparatoru'na özel bir mektup, nişanlar ve başka hediyelerle birlikte göndermişti.
Derler ki "Japonlar bu teknolojiyi sonraki yıllarda çok ileri bir seviyeye götürüp, ülkelerini bu alanda yükseğe taşımışlardır."
Bu hikayenin arşivlerde kesinliği var mıdır bilinmez ama Ertuğrul Fırkateyni batmasaydı ve sonrasında bu yolculukların devamı mümkün olsaydı bugün karşımızda bambaşka bir Japonya olabilirdi, belki müslüman bir Japonya, kim bilir….
Okyanusun serin sularında hazin bir şekide hatıralarıyla gömülü olan bütün Ertuğrul Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Allah’a emanet olunuz!
Mesela Katip Çelebi'nin Cihannuma'sı "Caponya" ülkesine bir kaç sayfa vakfeder ve Japonların soğuk su ile yıkanmayı sevdiklerinden ve son derecede güçlü bir ahlaka sahip olduklarından bahseder.
Japonların coğrafyacı yazarı Komozatsuwa ise Kızıl saçlı halklar hakkında hikayeler, on bin ülke hakkında efsaneler gibi eserlerinde Osmanlı Devleti ve Türklerin ülkesi, Toruko yani Türkiye olarak adlandırılır. Bu eserlerde Türkiye, üç kıtaya yayılmış olan çok güçlü ve korkutucu bir askeri güç olarak tanıtılmaktadır. Japonlara bu bilgilerin Portekizliler ve Hollandalılar tarafından bildirildiği de bir gerçektir.
Türk-Japon ilişkileri ilk olarak 19.yy'da başlar. Japonya'nın dünyaya açılma isteği yanında Ruslara karşı bir müttefik arama çabası da bu adımların hızlanmasında sebep olmuştur.
Aynı şekilde Sultan Abdülhamid Han da İslam Birliği'ni sağlamak ve doğu âlemi ile iyi ilişkiler kurmak istiyordu. Sultan Abdülhamid Han siyasi hatıratında "Rusya asırlardan beri iki devletin de düşmanı olduğuna göre, Japonya ile akdedeceğimiz ittifakların temin edeceği faydaları ciddi olarak mütalaa etmek icab eder." diyordu.
İlk resmi temas 1871 yılında Japon Dışişleri Bakanlığı kâtibi Fukuchi Genichiro'nun temsilci olarak İstanbul'a gelmesidir. 7 yıl sonra Seiki gemisi Avrupa gezisi çerçevesinde Haliç'e demirlemiştir.
1887 yılı ekim ayında Japon İmparatoru'nun amcası Prens Komatsu Akihito eşi ile İstanbul'a geldi. Sultan Abdülhamid prens ve beraberindekileri Dolmabahçe Sarayı'nda misafir etmişti. Prens Komatsu padişahla görüşmesi sırasında Japon İmparatorunun en büyük nişanı olan "Chrysanthemum"u Sultan'a takdim etti. Sultan ise o zamana kadar hiçbir yabancı devletin nişanını kabul etmediği halde, onu zevkle kabul etmiştir.
Buna karşılık sultan da Japon imparatoruna bir nişan verecekti. Bu hediyeleri götürmek için Osmanlı donanmasından bir eğitim gemisinin Japonya'ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Sultan Abdülhamid Han'ın hediyelerini Japon İmparatoru'na takdime memur olan Miralay Osman Bey aynı zamanda Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa'nın da damadıydı.
Bu ziyaret vesilesi ile Hind ve Pasifik okyanusları sahillerinde Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış, müslüman eyaletlerdeki halklar Ertuğrul'u görmek için limanlara akın etmiş yüksek tezahuratlar ve sevgi gösterileriyle gözyaşları arasında uğurlamışlardır. Özellikle Bombay'a uğradığı sırada gemi Hintli Müslümanlar tarafından akına uğramış günde yirmi bin, toplamda ise ellibin kişi tarafından ziyaret edilmişti.
"Firkateynin Bombay'a gelişi Hindistan'ın Müslüman halkı üzerinde geniş bir tesir bırakmış; bu halk, din kardeşlerini büyük bir içtenlikle bağırlarına basmışlardır. Cuma günü gemi mürettebatından 150 kadar asker ve subay gayet temiz giyinmiş oldukları hâlde Cuma namazını eda etmek üzere camilere gitmişler ve yolda kalabalık bir halk kitlesi tarafından saygıyla selamlanmışlardır." (Advocate of India – 29 Ekim 1889)
Ertuğrul'un Yokohama'ya giriş çok muhteşem olmuştu. Bir taraftan selam topları atılırken diğer taraftan binlerce Japon "Banzai… Banzai (Yaşasın… Yaşasın…)" sesleriyle limanı inletiyor ve Ertuğrul'u daha yakından görmek için uğraşıyordu.
Tuğamiral Osman Paşa, karaya çıktıktan sonra İmparator Meiji tarafından kabul edilmiş ve Sultan Abdülhamid Han'ın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunmuştu.
Vazife yerine getirilmiş artık dönüş hazırlıkları da tamamlanmıştı. Fırkateyn, 15 Eylül 1890'da Yokohama'dan hareket etti. Hava bulutlu ve pusluydu. Ertuğrul'un Japonya'ya gelirken karşılaştığı hava muhalefeti, şimdi, dönüşünde de karşısındaydı. Bir müddet yol alan gemi, kısa süre sonra büyük bir fırtınaya yakalandı hızla kayalıklara sürüklenen gemiye kaptan ve mürettebatın olağanüstü gayretleri netice vermedi ve gemi 16 Eylül 1890’da saat 21.00 sularında Funakura kayalıklarına çarpan ve ortadan ikiye bölünen Ertuğrul, yavaş yavaş sulara gömüldü.
69 mürettebat kurtulurken Başta Amiral Osman Paşa olmak üzere 527 subay, erbaş ve erimiz ise şehit olmuştu.
Japonya yaralıların tedavisinde gereken bütün ilgiyi gösterdi. Sonrasında ise Ertuğrul'un enkazından topladığı 8 Krup topu, 2 top kundağı, 4 Armstrong topu, 4 Hudges topu, 4 Revolver topu, 2 torpil kovanı, 182 tüfek, 24 tabanca, 61 kılıç, 71 süngü ve yabancı para gibi şeyleri daha sonra bir Fransız vapuruyla Osmanlı'ya göndermiştir.
Ertuğrul şehitleri, 21 Eylül günü, kazanın olduğu yeri gören tepenin üzerine defnedildikten sonra buraya dikilen abidenin üzerine Türkçe ve Japonca, "Osman Paşa" yazılmış, 1891 Şubat'ında da hadisenin hikâyesi kitabe halinde taşa işlenmişti.
Oşimalılar, burayı mukaddes bir yer kabul edip temiz tutup her on yılda bir burada merasim yapmayı gelenek haline getirdiler. Vazifeleri uğruna canlarını veren bu vatan evlatlarına Japon hükümetinin ve halkının gösterdiği saygı ve hürmet günümüze kadar sürdü.
"Bir geminin uğradığı limanlarda bir ülkeyi nasıl tanıttığının ve böyle bir teşebbüsün diplomasi açısından ne derece önemli olduğunun, ülke halklarını birbirine nasıl yakınlaştırdığının, kalıcı dostluklara nasıl sebep olduğunun kanıtı Ertuğrul Fırkateyni'dir.
"Karadeniz'de, Ege'de, Akdeniz'de, Kızıldeniz'de, Atlas Okyanusu'nda, Hint Okyanusu'nda sancak dalgalandırmış, yardıma ihtiyacı olana el uzatmış, kendisine verilen her vazifeyi başarı ile ifa etmiş olan donanmamızın şanlı tarihinden sadece bir yapraktır, Ertuğrul Firkateyni. (Erdoğan Şimşek, Uzakdoğu Elçisi Ertuğrul Firkateyni, İstanbul 2005).
HİKAYET EDERLER Kİ…
Büyük Krizantem Nişanı Sultan'a takdim edildiği sırada ona uzatılan özel bir mektupta Japon İmparatoru, "İslâm dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumları vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler" gönderilmesini rica etmişti.
Sultan konuyu Şeyhülislam Cemâleddin Efendi'ye açar Osmanlı'nın bilgi ve teknolojisi hakkında bilgi isteyen, deniz aşırı bir ülkeye, eli boş elçiler gönderilemezdi. İlk etapta tezhipli bir Kur’ân-ı Kerim ve daha birçok hediye, elçilerle Japon İmparatoru'na gönderilir. Diğer istenen bilgiler için de süre istenir.
Bir zaman sonra Sultanın direktifleri sonucunda yedi kişilik bir ekip geceli gündüzlü çalışarak teknolojik bir saat üretir. Bu bildiğimiz saatlerden değil o zamanın teknolojisine göre oldukça ileri bir teknolojiye sahip semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robottu.
Robotun özellikleri şu şekilde idi: Kaideye oturtulmuş gövdesi saat başı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan ezan sesi geliyordu. Öyle bir mekânizma kurulmuştu ki, tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, etrafında dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek eski yerine dönüyor, kollarını ve eteklerini indiriyordu. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.
Sultan bu robotun adını da "Alâmet" koymuştu. Alâmet'in gövdesinin boyun kısmına yakın yerinde altın işlemeli ay-yıldız, eteğindeki mazgalların altında ise Osmanlı Devlet Arması bulunuyordu. Sağ kolunun altında ise, bu projede yer alan ustaların baş harfleri yer almıştı.
Sultan Abdülhamid Han asrın harikası, sanat ve teknoloji eseri olan, ezan okuyan bu robotu, Ertuğrul Fırkateyni ile Japon İmparatoru'na özel bir mektup, nişanlar ve başka hediyelerle birlikte göndermişti.
Derler ki "Japonlar bu teknolojiyi sonraki yıllarda çok ileri bir seviyeye götürüp, ülkelerini bu alanda yükseğe taşımışlardır."
Bu hikayenin arşivlerde kesinliği var mıdır bilinmez ama Ertuğrul Fırkateyni batmasaydı ve sonrasında bu yolculukların devamı mümkün olsaydı bugün karşımızda bambaşka bir Japonya olabilirdi, belki müslüman bir Japonya, kim bilir….
Okyanusun serin sularında hazin bir şekide hatıralarıyla gömülü olan bütün Ertuğrul Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Allah’a emanet olunuz!
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
Hazim yolyürüyen
Uzman Yorumcu