TİC Holding Header
  • USD 32.339
  • EUR 35.181
  • Altın 2240.354
  • BIST 100 8753.67
Pınar Dura Özer

Pınar Dura Özer

Yemekteyiz ve Seda Sayan..

Bu sezon biliyorsunuz, 'Yemekteyiz' adlı yarışma programını Seda Sayan sunuyor.
Yemekteyiz ve Seda Sayan..
Seda Sayan, şarkıcılığının yanı sıra uzun yıllardır televizyonda bir çok programa imza atmış bir sunucudur.

Ama bu programların hepsi Stüdyo çekimli formatlardır.

TV8’ de, 'O Ses Türkiye Jüriliği'nin yanı sıra, yine aynı kanalda, gündüz kuşağında 'Yemekteyiz'i de sunan Seda Sayan’ı ara ara izliyorum.

Yemekteyiz programı maalesef olmadı çünkü Seda Sayan tam bir Show kadını.

O stüdyo programlarına yakışıyor. Görkemli, bol ışıklı, seyircilerin olduğu formatlara.

Bir evin içinde, mutfakta, salonda, yemek masasında hiç ama hiç olmuyor.

Yani boş alan oyuncusu, dar alanda kısa paslaşmalar Seda Sayan’a göre değil.

Seda Sayan benim gözümde; hareketli, şıkır şıkır giyinen ve de çok yakışan, yüksek tondan konuşabilen ve istediğinde programa müdahale edip, akıştan çıkabilecek kadar cesareti olan bir programcıdır.

Yemekteyiz de ise, bambaşka bir Seda Sayan izliyorum.

Programda, sesinin volümünü duymakta adeta zorlanıyorum.

Masada yarışmacılarla oturup, yemeğin olup olmadığını eleştirmesi, çıkan tartışmalarda bir seyirci gibi şaşkınlıkla olup biteni izlemesini ona yakıştıramıyorum.

"Böylesi hiperaktif, hareketli bir kişi, açısı dar mekanlarda hiç sabit oturtulur mu?" diye kendi kendime soruyorum.

Mesela Onur Büyüktopçu’da bir o kadar stüdyoya yakışmadı.

Programı ele geçirip müdahale edemedi, acemi kaldı.

Bundan haftalar önce onunla ilgili bir yazımda değinmiştim.
Dediğim gibi de oldu, yayından kalktı.

Hani tarzın olmayan bir kıyafet giyersin ve arkadaşın sana içtenlikle "Bu kıyafet sana olmadı be canım" der ya hani, işte tam da anlatmak istediğim budur.

Yemekteyiz çok güzel bir yarışma evet ,Seda Sayan da çok başarılı bir televizyoncu evet...
ama ikisinin kimyası tutmayınca, tutmuyor işte.




Haftanın Filmi: The Fanatic

Yönetmen Fred Durst’ün başına gelen bir olaydan esinlenerek Dave Bekerman ile kaleme aldığı The Fanatic’in başrolünü John Travolta üstleniyor.

Saturday Night Fever, Staying Alive, Grease, From Paris With Love, Face Off, Pulp Fiction ve Swordfish gibi efsanevi filmlerde başrol oynamış aktör, yine alt edilmesi zor bir rolün, hakkıyla üstesinden gelmiş.

Filmde Travolta dışında; Devon Sawa Ana Golja, James Paxton ve Jessica Uberuaga gibi isimler yer alıyor.

Filmin Konusu şöyle:
Hayranı olduğu bir film oyuncusunu, takıntı haline getirip, sürekli onu takip eden Moose (John Travolta), bir süre sonra oyuncunun hayatı için büyük bir tehlike oluşturmaya başlar.

Zeka geriliği olan ama yaşamını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilen Moose’un hayattaki tek isteği, kahramanı olarak gördüğü oyuncudan bir imza alabilmektir.

Film size "Kahramanınla asla tanışma, çünkü seni muhakkak hayal kırıklığına uğratır.” mesajı veriyor.

Filmin baş karakteri, hayranı olduğu kişiden istediği ilgiyi göremediğinden, olanların gerçek olduğunu kabul etmekte zorlanır.

Filmin sinematografisi, Moose’un bakış açısını yansıtmada da oldukça başarılıydı.

Karakterin, hayalini gerçekleştirmek için uğraşmasını, bu uğurda hüsrana uğrayacak çizgide ilerleyen seyrini takip ediyorsunuz.

Film boyunca tavırlarıyla “hah şimdi şiddet uyguladı,uygulayacak” dedirtiyor.

John Travolta’ya sorunlu roller çok yakışıyor.
Sadece rol yapmıyor sanki ruhundan bir parçayı ortaya çıkarıyor.
Onu izlemek çok keyifli.

Kesinlikle tavsiye ederim.




Haftanın Yabancı Dizisi: See

Bu diziye direkt konusundan giriş yapmak istedim.
Etkileyici bir hikaye.

Gelecekte bir virüs yüzünden dünyada sadece 2 milyon insan kalır.

Bu kalan insanlar, görme yetilerini kaybeder.
Kalan insanların soyu da kör olarak doğar.

Aradan yüzyıllar geçince, geçmiş zamana ait hiçbir şey kalmaz.

Ve o soylar geçtikçe ve tarihe ait hiç bir şey kalmayınca, insanlar ilkelleşir.

Teknoloji nedir?
Elektrik, televizyon, internet, bina, gemi, uçak vs. nedir?
Ne anlama gelir, bilmiyorlardır.

Kendilerine ait bir inanışları olup, ilk çağdaki gibi yaşamlarını sürdürmektedirler.

Tabii bu insanların görme yetileri olmayınca, koku ve duyuları çok iyi gelişir.

Ta ki bir gün, Alkenny kabilesinin lideri olan Baba Voss’un hamile eşi, biri erkek, biri kız olan ikizleri doğurur.

Yeni doğan ikizler görebiliyordur.
İkizlerin ilkel dünyada görebiliyor olması, bütün kuralları değiştirir.

Dizinin başrolünü Game of Thrones’da canlandırdığı Kahl Drogo karakteri ile dikkatleri çeken Jason Momoa (Baba Voss) üstleniyor.

See’nin senaryosunu "Peaky Blinders" ın yaratıcısı Steven Knight ile "Açlık Oyunları" serisinin son üç filminin yönetmen koltuğunda oturan Francis Lawrence birlikte kaleme alıyor.

10 bölümden oluşan See’nin yürütücü yapımcılığını Knight, Lawrence, Peter Chernin, Jenno Topping ve Kristen Campo üstleniyor.

Dizide, görme engelli onlarca insanın, birbirleriyle savaştıkları sahneler, kendi aralarında geliştirdikleri mesaj yöntemleri, modern çağın ne demek olduğunu bilmeden yaşayan insanların hikayesini, çok güzel anlatmışlar.

İnsanoğlunun tarihini yıllarca, Adem ve Havva, ilk çağ, orta çağ vs. üzerine okuduk.

Diziyi izleyince, günümüzde bilim çevrelerinde sözde bilimsel bir iddia olduğu kabul gören efsanevi Mu kıtası aklıma geldi.

Dünyanın doğuşundan bu yana, kim bilir insanoğlu bizim bile daha bilmediğimiz neler yarattı.

Dizinin konusu gerçekten enteresan ve izlemeye değer.

Bir solukta, yayınlanan ilk dört bölümünü izledim.

Mutlaka izleyin, tavsiye ederim.

Herkese iyi haftalar..

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın