Mehmet Konuk

Mehmet Konuk

Bernarda..

Bernarda..

İspanyol oyun yazarı, şair, ressam ve aynı zamanda piyanist olan Federico Garcia Lorca’nın yazdığı Bernarda Alba’nın Evi oyunundan adapte edilen ancak bambaşka bir formda seyirciye sunulan Bernarda, henüz yeni kurulan Proje No: 2 adlı tiyatro grubunun ilk oyunu…

Siyahlı kadınların kapkara hayatlarını anlatan Bernarda Alba’nın Evi, Lorca'nın Köy Trajedileri Üçlemesi adlı serisinin Kanlı Düğün ve Yerma’dan sonraki son oyunu ve tiyatro severlerin neredeyse tamamının malûmu olan bir eserdir.

Oyun, 1930'ların İspanya’sında geçmektedir. Bernarda, ikinci kocasının ölümünden sonra taziyeye gelenleri evden çabucak göndermektedir. Evinde 5 kız çocuğu vardır ve hem bunlara leke gelmemesi için gerekli önlemleri tez elden almak hem de bir an önce yas tutmak istemektedir. Çünkü dedesinin evinde de böyle olmuştur, babasının evinde de; geleneklerinde bu vardır ve o, geleneklere harfiyen uyulması gerektiğini düşünmektedir! Yaşları 20 ila 40 arasındaki beş kızı, hizmetçileri ve annesiyle eve kapanır; amacı ailesinden gördüğü gibi sekiz yıl aralıksız yas tutmaktır. Bernarda, evi despotça yönetmekte, bir manastırı andıran evini, kızlarını ve diğer ev ahalisini dış dünyadan tümüyle uzak tutmaktadır. Kocasının ölümü ile sözde erkeklere özgü bir yöntemle idareyi üstlenen Bernarda, kendisini de bir kurbana dönüştüren geleneğe sımsıkı tutunarak hükmetmeye başlar. Artık kendi evinin tahammülsüz ve korkulan kanunudur o. Ölen kocasının kendisini aldattığı Poncia'ya olan öfkesini ise yoksullara düşmanlık duyarak bastırmaya çalışmaktadır. Bernarda, evinin temiz adına leke düşürmemek için her tür baskıyı uygulamaya kararlıdır. Genç kızlar ise bu baskıdan dolayı birçok konuda bunalım yaşamaktadır. Bu duruma ilk olarak kızların en küçüğü Adela isyan eder, ardından da evin en yaşlısı, Bernarda’nın seksen yaşındaki annesi Maria Josefa (Nine) başkaldırır. İkisi de evlenmek istediklerini açık açık dile getirirler. Oysa yas döneminde annelerinin izni olmadan akla dahi getirilmemesi gereken bir düşüncedir bu!



Bernarda, Pepe adında bir gençle kızlarının en büyüğü ve en çirkini olan Angustias ile nişanlar. Aslında Pepe, Angustias ile parası için evlenmek istemektedir. Pepe, dış dünyadan yalıtılmış kızların hepsinin hayranlığını çeker. O ise kızların en güzeli ve en küçüğü olan Adela'dan hoşlanır. Adela'nın Pepe ile ahırda gizlice buluşmasını kambur kız kardeşleri Martirio fark eder ve Bernarda'ya söyler. Bernarda tüfeğini alıp Pepe'ye ateş eder ama hafifçe sıyırır. Martirio, Adela'ya Pepe'nin öldüğünü söyleyince kendini çaresiz hisseden Adela intihar eder. Bernarda, hâlâ ailesinin namusu peşindedir ve Adela'nın “kız oğlan kız” olarak öldüğünün söylenmesini, Pepe ile ilişkisinin kimse tarafından bilinmemesini ister. Suskunluk sarmalını devam ettirir… Bu sarmal, kendi bedenlerine hapsolmuş bu kadınların dünyasında, tutkularının peşine düşenler için trajediyi kaçınılmaz hâle getirirken, arzularını dizginleyebilenler için ise sustukları sürece kendileri ve var olan düzeni tökezletmemelerini sağlayacaktır! Babaları ile birlikte diri diri gömülen bu dilsiz kadınlar için susmak dışında bir seçenek yoktur. Ne yapmaları gerektiğini dahi bilemez, eyleme geçmezler. Yaşarken yavaş yavaş çürürler. Zira en küçük kız kardeşlerinin ölümü dahi evlerinin karanlık duvarlarını ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.



Beyazlık Uğruna Siyah Bir Son…

İspanya iç savaşında askerler tarafından eşcinsel bir komünist olduğu gerekçesiyle infaz edilen Lorca, bu oyunda kurguladığı ev, aile ve ilişkiler ile iç savaş öncesi içinde olduğu ve ülkedeki birçok insanın maruz kaldığı toplumsal yapıyı yeniden gözler önüne serer. Bernarda Alba'nın Evi, baskıyla dize getirilen, herkesin susturulmaya çalışıldığı ancak içten içe kaynayan bir ülke gibidir adeta. Tıpkı, Lorca'nın falanjistler tarafından sert bir biçimde yönetilen kaotik, bunalımlı ve acılarla dolu İspanya'sı gibi. “Ev”de de “ülke”de de dışarıdan bakıldığında ilk etapta her şey düzenliymiş gibi görünse de zaman geçtikçe aslında eziyetlerle dolu bir zindan olduğu ortaya çıkmaktadır. İyi, doğru, temiz ve müreffeh bir yaşamı vaat edip böyle bir ortam yaratmak uğruna farklılıkları ve insana has en temel ve en doğal duyguları yok sayarak, niyetlenilenin tam tersine, yalan dolanlarla dolu, baskı ve şiddetle lekelenmiş bir yaşama yol açmakta ve muhatabı olduğu tüm insanları da bunun kurbanı yapmaktadır. O yöntemle başka bir sonucun ortaya çıkması mümkün değildir zira… Lorca’nın ışık ve beyazlık anlamlarına gelen Bernarda ismini oyunun katı, kötümser, despot, acımasız ve karanlık başkarakteri için seçmiş olmasının altında yatan ironi budur belki de…



Proje No: 2’nin Bernarda’sı…

Yukarıda yazdığım her şeyi bir kenarda tutarak bu oyunu izleyip değerlendirelim. Elbette, izlerken vâkıf olabilmek adına Lorca’nın oyununu bilmekte fayda var. Ancak Pelin Temur oyunu öyle bir başarıyla uyarlamış ki oyunu bilmeyenlerin dahi izlediklerinde anlayabilecekleri yeni bir metne dönüşmüş. Dilini de ona göre adapte etmiş. Bütün karakterleri bir tek kişide toplayarak oynayana güç olsa da izleyene farklı bir tat bırakmış.

Yönetmen koltuğunda oturan Can Ali Çalışandemir de karakter geçişlerine eklediği ufak hareketler, danslar, müzikler ve yansıya aktardığı görüntülerle oluşabilecek zihin karmaşasını önlediği gibi karakterler arasındaki farklılıklara da bir tire koymuş. Manifestoların ve despot söylemlerin yer aldığı kısımlar için sahneye mikrofon eklemesi hem bir gönderme yapma hem de yabancılaştırma bağlamında manidar bir nüans olmuş. Lorca, oyununu trajik komedya olarak nitelendirmiştir ama maalesef bu oyunu yorumlayanların çoğu trajedi yönüne ağırlık vermişlerdir. Çalışandemir, yazarın amaçladığına uygun bir şekilde trajedi ile komedi arasında denge oluşturmuş.



Oyunun aynı zamanda yönetmen yardımcılığını da yapan Onur Duru ve Serdest Vural’ın plânlayıp düzenledikleri videolar, oyuna ciddi anlamda destek vermiş. Bu videolar sayesinde evdeki acı hayatla beraber ülkedeki kaotik hâli de görebiliyoruz. Şayet sinematografik ögeler bir tiyatroda kullanılacaksa bu oyunda kullanıldığı şekilde olmalı; yani oyuna destek vermeli, oyunun önüne geçmemeli veya alâkasız bir şekilde sırf güzel görüntüler ve fotoğraflar olduğu için yansıya verilmemeli.

Oyunun kostüm tasarımı Serde Erdoğan’a ait. Bernarda Alba’nın Evi oyununda genelde siyah kumaşlar ve aksesuarlar tercih edilir. Bu oyunda da tasarımcı tercihini o yönde kullanmış ancak kostüme eklediği ayrıntılarla aynı anda farklı karakterlerin canlandırılmasına müsaade edecek başarılı ve fonksiyonel bir kostüm hazırlamış.



Özge Arslan…

Tek başına ayrı bir başlık olmayı hak edecek bir oyuncu Özge Arslan… Belki benim eksiğim ama kendisini ilk defa sahnede izledim. Ancak neden daha fazla sahnelerde görmüyoruz diye hayıflanmamıza ve umarım bundan sonra daha fazla görürüz diye temennide bulunmamıza neden olan bir performans izletti hepimize. Samimiyeti ve doğal oyunculuğu sahneye adım attığı ilk anda kendini hissettirdi ki oyun biraz geç başlamasına ve bazı teknik aksaklıklar meydana gelmesine rağmen bu içtenliği ve oyuna bağlılığı en azından o an için korumak her oyuncunun harcı değildir. Olumsuzluğa dair kendisinde en ufak belirti görmedik. Kendisiyle barışıklığı ve ayaklarının yere sağlam basışı her hâlinden belliydi. Bazı oyuncular için de “ayakları yere sağlam basıyor” deriz ancak bunların içinde yine kimilerinin “ayakları yere sağlam basan oyuncu” rolü yaptıklarını anlarız. Özge Arslan gerçekten her hâliyle doğal… Seyirciyle flörtünü de o kadar dozunda yapıyor ki bu oyun için ciddi mânâda risktir ancak hiç aşırılığa kaçmadığı için iticilik arz etmiyor. Sadece bir iki saniye arayla birbirinden zıt karakterlere harika geçişler yapıyor. Canlandırdığı hiçbir karakter, kendisinin üzerinde eğreti durmuyor; karakter geçişleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Her biri için ayrı ayrı jest, mimik ve ses tonu kullanıyor. Hepsini de iç enerjisi en üst düzeyde olacak şekilde oynuyor. Sanki o karakterlerin hepsiyle yıllarca yaşamış, analiz etmiş, çözümlemiş ve üzerine giymiş gibiydi. Bütün bunların üstüne, salt oyunculuğuyla değil aynı zamanda hem kendi düzenlediği koreografiyle hem de Erdem Altınses’le beraber yaptıkları müziklerle oyuna katkı sağlayan oyuncu, bu sezon şu ana dek gördüğüm en iyi oyunlardan birini izlememe neden oldu.

Tek kişilik oyunlara mesafeli duran kişilerin bile tereddütsüz gidip görebilecekleri bir oyun. Zira tek başına koca bir kadroya bedel oyunculuk sergiliyor Özge Arslan…

Son sözüm, konservatuvarlarda okuyan öğrenciler için: Derslerde gördükleri yabancılaştırma, boş mekân, iç aksiyon, duygu geçişi, yerindelik, adaptasyon, minimalizm gibi daha birçok kavramın can bulmuş hâlini görmek için bu oyunu muhakkak izlesinler.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet elektronik sigara cinsel sohbet su böreği sipariş oyun haberleri tıkanıklık açma dijital pazarlama ajansı galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı