Dere geçerken at değiştirilmez..
ABD’den Avrupa’ya, Afrika’dan Pasifiğe hemen her yerde bir karışıklık ve belirsizlik var.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesi bir süreç yaşanıyor adeta.
İnsanların, milletlerin, ülkelerin, coğrafyaların hedef ve hasımlaştığı bir süreç.
İnsanca yaşamanın dile getirildiği kavramların araçsallaştırılarak işgal ve ele geçirmelere kılıf yapıldığı post-modern sömürgeciliğin kol gezdiği bir süreç.
Öyle bir sömürgecilik ki; her yolun mübah sayıldığı, her türlü işgal enstrümanının kullanılmaktan perva edilmediği, terör örgütleri yaratılarak vekalet savaşları yapılarak; tavşana kaç tazıya tut denildiği bir süre.
Dost düşman karışık.
İttifaklar, ortaklıklar, stratejik birliktelikler yerle bir halde.
Dünya yeni bir sürece giriyor/girdi ve bunun şiddetli sancıları inim inim inletiyor.
Bu herc-ü merc oluşun ana birkaç noktasından birisi de coğrafyamız.
Yani Ortadoğu…
“Böl-parçala-yut” işgal zihniyeti güncellenmiş ve farklı maskelerle yaşanılır hale gelmiş, yaşanıyor.
Ve bu küresel işgal ve hakimiyet isteği öyle bir noktaya gelmiş ki; odağında insan yok.
Tam tersi; insansızlaştırma var adeta.
Demografileri değiştirerek ve hatta insanları yok ederek hakim olma algısı hakim; planlarda.
Bir dönemin en büyük işgal kavramı “Küreselleşme”, yerini “bölgesel ve kolay lokma milli devlet(çik)” yaklaşımlarına bırakıyor/bırakmış.
Küçük ve kolay hükmedilebilir şehir devletleri kuruluyor; egemen ve büyük güçlerce.
Askeri, siyasi ve ekonomik imkanlar had safhada kullanılıyor bu işgal eylemlerinde.
Pekala biz ne yapıyoruz hal böyleyken…
Muharrem İnce sözün şehveti ve hamasetle; “yıkacağım, yaptırmayacağım, iptal edeceğim” gibi söylemlerle karşımızda.
Akşener, “Tika Mika” diyen müstehzi ve boşboğazca sözlerle saldırıyor; hepimizin devletinin kurumuna/kurumlarına.
Vizyonsuzluk almış başını gidiyor.
Kılıçdaroğlu’nun Sabiha Gökçen Havalimanına dair söyledikleri şok edici;
“Tuz Gölünde alabalık yetiştirmek Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan daha gerçekçi”.
Bunlar sadece birer örnek.
Zihniyet maalesef inşadan uzak, imhacı.
Bunların yanında;
15 Temmuz’daki işgal hareketini asla unutmamalıyız.
Terör üzerinden devam eden kuşatma saldırılarını unutmamalıyız.
Ekonomi üzerinden gelişleri unutmamalıyız.
Kazanımlarımızı rutinleştirdik ama en küçük krizde kaybedeceklerimizi unutmamalıyız.
“Neredeydik, ne haldeydik, nasıldık”ı unutup, güncele ve münferit hatalara gark olup kızgınlık, fevrilik ve yarını göz ardı ederek karar verirsek; işte asıl felaketimiz bu olur.
Akbabalar tuzağa yatmış, yürüyen atı öldürmek için bekliyor.
Suyu bulandıranlar, suyu kesmek için nöbet tutuyor.
Bir felaket gelirse; bu herkesi içine alan bumerang cehennemine dönüşecektir.
Hiç kimse bundan kendini azade sanmasın.
Ama şimdi;
Şu veya bu şekilde yürüyen bir at var.
Yorulmuş olabilir.
Dörtnala değil de; rahvan veya yavaş gidiyor olabilir.
Ama yeniden dörtnala kaldırılabilir.
Fakat; biz biz olalım ve yürüyen atın başına vurmayalım.
Dereyi geçerken at değiştirmeyelim.
Çünkü bunun zamanı, bu pazar değildir.
Ve tüm bu durumlardan dolayı;
Eleştirsek de,
Kızsak da,
Yanlışlarına rağmen,
Kibir ve bazı aymazlıklara rağmen,
Bazılarındaki rehavete rağmen,
Devlet için,
Vatan için,
Millet için,
Ümmet için,
Vefa için,
İmhacı’lara fırsat vermemek için,
İnşa’nın devamı için,
Anadolu ve coğrafyamız için; bir kez daha, “Erdoğan ve AK Parti” demek en doğru karardır, kanaatindeyim.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesi bir süreç yaşanıyor adeta.
İnsanların, milletlerin, ülkelerin, coğrafyaların hedef ve hasımlaştığı bir süreç.
İnsanca yaşamanın dile getirildiği kavramların araçsallaştırılarak işgal ve ele geçirmelere kılıf yapıldığı post-modern sömürgeciliğin kol gezdiği bir süreç.
Öyle bir sömürgecilik ki; her yolun mübah sayıldığı, her türlü işgal enstrümanının kullanılmaktan perva edilmediği, terör örgütleri yaratılarak vekalet savaşları yapılarak; tavşana kaç tazıya tut denildiği bir süre.
Dost düşman karışık.
İttifaklar, ortaklıklar, stratejik birliktelikler yerle bir halde.
Dünya yeni bir sürece giriyor/girdi ve bunun şiddetli sancıları inim inim inletiyor.
Bu herc-ü merc oluşun ana birkaç noktasından birisi de coğrafyamız.
Yani Ortadoğu…
“Böl-parçala-yut” işgal zihniyeti güncellenmiş ve farklı maskelerle yaşanılır hale gelmiş, yaşanıyor.
Ve bu küresel işgal ve hakimiyet isteği öyle bir noktaya gelmiş ki; odağında insan yok.
Tam tersi; insansızlaştırma var adeta.
Demografileri değiştirerek ve hatta insanları yok ederek hakim olma algısı hakim; planlarda.
Bir dönemin en büyük işgal kavramı “Küreselleşme”, yerini “bölgesel ve kolay lokma milli devlet(çik)” yaklaşımlarına bırakıyor/bırakmış.
Küçük ve kolay hükmedilebilir şehir devletleri kuruluyor; egemen ve büyük güçlerce.
Askeri, siyasi ve ekonomik imkanlar had safhada kullanılıyor bu işgal eylemlerinde.
Pekala biz ne yapıyoruz hal böyleyken…
Muharrem İnce sözün şehveti ve hamasetle; “yıkacağım, yaptırmayacağım, iptal edeceğim” gibi söylemlerle karşımızda.
Akşener, “Tika Mika” diyen müstehzi ve boşboğazca sözlerle saldırıyor; hepimizin devletinin kurumuna/kurumlarına.
Vizyonsuzluk almış başını gidiyor.
Kılıçdaroğlu’nun Sabiha Gökçen Havalimanına dair söyledikleri şok edici;
“Tuz Gölünde alabalık yetiştirmek Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan daha gerçekçi”.
Bunlar sadece birer örnek.
Zihniyet maalesef inşadan uzak, imhacı.
Bunların yanında;
15 Temmuz’daki işgal hareketini asla unutmamalıyız.
Terör üzerinden devam eden kuşatma saldırılarını unutmamalıyız.
Ekonomi üzerinden gelişleri unutmamalıyız.
Kazanımlarımızı rutinleştirdik ama en küçük krizde kaybedeceklerimizi unutmamalıyız.
“Neredeydik, ne haldeydik, nasıldık”ı unutup, güncele ve münferit hatalara gark olup kızgınlık, fevrilik ve yarını göz ardı ederek karar verirsek; işte asıl felaketimiz bu olur.
Akbabalar tuzağa yatmış, yürüyen atı öldürmek için bekliyor.
Suyu bulandıranlar, suyu kesmek için nöbet tutuyor.
Bir felaket gelirse; bu herkesi içine alan bumerang cehennemine dönüşecektir.
Hiç kimse bundan kendini azade sanmasın.
Ama şimdi;
Şu veya bu şekilde yürüyen bir at var.
Yorulmuş olabilir.
Dörtnala değil de; rahvan veya yavaş gidiyor olabilir.
Ama yeniden dörtnala kaldırılabilir.
Fakat; biz biz olalım ve yürüyen atın başına vurmayalım.
Dereyi geçerken at değiştirmeyelim.
Çünkü bunun zamanı, bu pazar değildir.
Ve tüm bu durumlardan dolayı;
Eleştirsek de,
Kızsak da,
Yanlışlarına rağmen,
Kibir ve bazı aymazlıklara rağmen,
Bazılarındaki rehavete rağmen,
Devlet için,
Vatan için,
Millet için,
Ümmet için,
Vefa için,
İmhacı’lara fırsat vermemek için,
İnşa’nın devamı için,
Anadolu ve coğrafyamız için; bir kez daha, “Erdoğan ve AK Parti” demek en doğru karardır, kanaatindeyim.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.