Doç.Dr. Ömer Kul

Doç.Dr. Ömer Kul

Çin-Hindistan ilişkilerine dair (1)

Asya'nın hatta dünyanın hem coğrafi, hem nüfus hem de ekonomi bakımlarından en büyük devletlerinden ikisi Çin ve Hindistan.
Çin-Hindistan ilişkilerine dair (1)

Tarihleri ise son bağımsızlıkları hariç birbirinden farklı. Çin, Türkler, Mançu ve Moğollar hariç istila ve işgal edilmemiş, başka milletlerin yönetiminde pek yaşamamış. Hindistan ise bu son devletleri hariç hep bir başka milletin idaresinde yaşamış.

Çin'in bu anlamda kendine has devlet geleneği tarihi süreçte oluşurken, bu durum Hindistan'da yabancılara karşı aşırı bir güvensizlik ortaya çıkarmış. Bunu günümüz siyasi otoritelerinde olduğu kadar halk nezdinde de gözlemlemek mümkün.  Bu durum yeni dünya düzeni kurma çabalarında önemli bir argüman olarak bundan sonra ki süreçte muhtemelen daha fazla görünür olacak gibi.

İki ülkenin tarihi ilişkilerini bilmek, bugün ve yaşananlarla bağlantılı olarak muhtemel yaşanacaklar noktasında bazı ipuçları verebilir. Bilhassa 2020 yılı Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında Çin-Hindistan sınır bölgelerinde yaşanan ve her iki taraftan onlarca askerin hayatını kaybettiği sınır çatışmaları/kavgaları (silahsız, sopalı!), bölge ile ilgili "acaba 1962 yılındaki gibi iki ülkenin fiili savaşa girmesi durumda bir dünya savaşı çıkabilir mi?" sorusunu akla getirdi ve bu güncel durum üzerine pek çok yorum yapıldı.

Peki, gerçekten bir Çin-Hindistan savaşı çıkabilir mi?

Veya Çin-Hindistan savaşının çıkması durumunda Asya-Pasifik bölgesi bundan nasıl etkilenir?

Böyle bir savaş durumda dünyanın bölgede yaşananlara tepkisi ne olur? vb sorulara bu yazımızda cevap bulmaya çalışacağız.

Çin Hindistan savaşı çıkabilir mi sorusunun ipuçlarına iki ülkenin tarihi ilişkilerine bakarak bazı çıkarımları yakalanabilir.

Bilindiği üzere demokratik Hindistan neredeyse 100 yıllık bir sömürge döneminden sonra 1947’de bağımsızlığına kavuşan bir ülke. Bağımsızlık sonrası Pakistan ve Bangladeş'in Hindistan'dan ayrıldığı malum. Komünist Çin ise takriben 25 yıllık bir iç savaş sonrası 1949 yılında bağımsızlığını ilan etmişti. İki devletin benzer tek özelliği "ulus devlet" modelini kabul etmeleri ve bu bağlamda olmazsa olmaz olarak "sınırlarını korumayı ve sınırlarından taviz vermemeyi" "milli bir siyaset ve savaş sebebi" saymaları.

Bağımsızlık sonrası iki devletin başlangıçtaki hedefi ayakta kalabilmek adına bir nevi bağlantısızlar hareketi başlatıp, meşruiyet kazanabilmek için birbirlerini tanımaları olmuştu. İkili ilişkilerin, biraz da zorunluluktan, iyi gittiği dönem 1959 yılına kadar sürer. Bu sürede iki ülkenin kuruluş sonrası oturmamış devlet yapısı, kısa zaman sonra birbirlerine düşecekleri sınır meselelerini çözecek bir çalışmayı da yapmamalarını beraberinde getirmişti. Yani problemler sümenaltı edilmiş, zamana bırakılmıştı.  

1959 yılında Çin Komünist Parti (ÇKP) yönetiminin Çin Halk Cumhuriyeti’nin beş özerk bölgesinden biri olan Tibet'teki uygulamalarının dayanılmaz hal alması üzerine ülkeden ayrılan Dalay Lama'nın Tibet'ten çıkıp Hindistan’a sığınması, iki devletin ilişkilerini kopma noktasına getirir. Gerilimin her geçen gün arttığı dönem 1962 yılına kadar sürer.



İkili ilişkilerdeki bu gerilim, ilişkilerin iyi olduğu dönemde sümenaltı edilen sınır anlaşmazlıklarını da gündeme getirir ve Ekim 1962’ye gelindiğinde iki ülke arasında ilk sınır çatışmaları Nepal-Tibet, Tibet-Hindistan (MacMahon sınırı) ve Doğu Türkistan-Keşmir (Aksai Çin) arasındaki bölgede vuku bulur. Bu üç bölgedeki yaşanan çatışmalardan Hindistan mağlup ayrılır.



Sınır anlaşmazlıklarının temelinde iki tarafın resmi görüşlerini birbirine dite etmek, müzakereden uzak bir tutum takınmak ve birbirlerini anlamaktan uzak görünmekte yatmakta. ÇKP yönetimine göre Tibet, 1949 sonrasında Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalması dolayısıyla Hanedanlıklar döneminden bu yana Çin'in hakim olduğu yerlerin kendi toprakları olduğunu, buna mukabil Hindistan ise, İngiliz sömürgesi dönemindeki sınırların geçerli olduğunu iddia etmekte.

1962 yılındaki çatışmalar 3. dünya harbini doğurabilecekken araya giren uluslararası güçler tarafları itidale davet ederek sükûnet bir nevi sağlanmıştı. Lakin ne Çin ne de Hindistan günümüze kadar iddialarından geri atmış değiller. Çin kendi çizdiği sınırların ki, Himalayaların Hindistan'a bakan eteklerinin dahi kendisine ait olduğunu bir oldu-bitti ile kazanmak derdindeyken, Hindistan ise bu oldu-bittiye ayak diremeye çalışmakta.

Bu durum iki ülkenin normal ilişki kurmasının önündeki en büyük engel olarak durmuş, zaman zaman tartışmalı bölgeler için düşük düzeyli çatışmalar yaşanmıştı. Mesela 2017’de Nepalde’ki problemli Lap bölgesinde yaşanan çatışmayı buna örnek olarak vermek mümkün. Haziran 2020’de yine yaşanan çatışmaların sonuncusunda ise Hindistan, Doğu Türkistan’a yakın bölgede Çinli askerlerin ölümüyle sonuçlanan bir arbede yaşattı. Operasyon sonucu yaşanan müzakerelerden ise hiçbir sonuç çıkmaması bölgede hem çatışmaların hem de sıcak gelişmelerin durmadığı anlamı taşımakta.



Yukarıda silahsız arbededen, sopalı, taşlı kavgalardan bahsetmiştik. Bunun sebebi iki ülke arasındaki 1963 yılı anlaşmasına göre sınır bölgelerindeki askerlerin silah kullanmasının yasak olması dolayısıyla idi. İlk çatışmayı çıkaran Çinli askerler ellerindeki sopalarla 20 kadar Hintli askeri öldürmüş, karşılığında ise Hintli askerler atik davranarak Çinli askerleri öldürdükleri bir nevi mahalle kavgası yaşanmıştı.

Hindistan’ın iddiasına göre Çin, tartışmalı bölgelerde yol yapımı, hiberoptik kablolar düşeme, asker konuşlandırma, tahkimatlar yapma gibi hususlarda varılan mutabakatlara uymamakta, Çin ise Hindistan’ın mutabakatlara uymadığı gerekçesiyle Çin’in toprak bütünlüğünü korumak adına her türlü girişimi kullanmaktan geri adıma atmayacağını iddia ediyor.

Yine 1962 savaşından sonra yapılan anlaşmaya göre iki ülke problemli sınır boylarından 20 km geriye çekilmeyi kabul etmişti. Buna mukabil her iki tarafın devriye güçleri iki ülkenin kendi tanıdığı sınırlarda devriye gezmeye devam etmekteydi. Bu durum yetki alanları karmaşasına sebep olmakta, bazen devriye askerleri belirledikleri sınırlar dolayısıyla birbirlerinin olduğu iddiasında topraklara girebilmekte.

Bu bağlamda iki devletin resmi açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını, beyanatların karşı tarafa mesaj vermek veya iç kamuoyunda bir algı oluşturmak üzerine kurulu siyasi demeçler olduğunu söylenebilir. Hal böyle olunca gerçek durum yerine bilgi kirliliği ile dolu beyanatlar ortalık dolaşır olmuş.

Her iki ülkenin sınır problemlerinde kendi görüşlerinde diretmesi ister istemez iki ülke kamuoyunda meselenin sahiplenilmesini, oluşturulan kamuoyu üzerinden de halkın konsolide edilmesine yol açmış durumda. Hal böyle olunca sınır anlaşmazlıkları iki ülkenin bir nevi milli ve taviz verilmemesi gereken problemi haline dönüşmüş. Hatta Hindistan’da sınır problemine bakış bir nevi seçim kazandırma araçlarından bir olmuş. Çin’de ise tek sesli basın-yayım yoluyla halk istenildiği şekilde konsolide edilebiliyor ve bu durum ÇKP yönetimin halkı provoke etme aracı haline dönüştürülmüş. Hal böyle olunca sınır boylarındaki en küçük bir çatışma halkın tepkisine, halk tepkisi siyasilerin demeçlerine, siyasi demeçler de durumun ateşlemesine sebep olmakta, sonuçta meselenin gittikçe gerginleşmesini beraberinde getirmekte.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın