Çin gerçekten dünya'nın 'Süper Gücü' olabilir mi?
Muhtemelen önümüzdeki yıllarda bu huşu konuşulup-tartışılmaya devam edecek.
Bu hususla ilgili iki farklı tez ileri sürülmekte. İlkine göre, bilhassa Amerikan ve Batı emperyalizmine gözü kapalı bir şekilde karşı olanların, son 30 yılda devasa bir şekilde büyüyen Çin ekonomisinin dünyanın yeni süper gücü olacağı, hatta olduğunu yönündeki görüşlerdir. İkinci görüş ise her ne kadar Çin, ekonomik anlamda büyük ilerlemeler kaydetse de, jeo-stratejik ve jeopolitik konumu, askeri gücü, iç problemleri, komşu devletlerle olan ilişkileri yanında artık uluslararası birer sorun haline gelen Doğu Türkistan, Tibet ve Hong Kong başta olmak üzere ülkenin hemen hemen bütününe yayılmış demokrasi ve insan hakları ihlalleri vb sorunlar yüzünden Çin’in süper güç olmak için önünde devasa problemleri olduğu, bu yüzden de Çin için böyle bir iddia da bulunmanın tutarsızlığı üzerine kurgulanmış görünmektedir.
Çin’in dünyanın farklı bölgelerinde, Afganistan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika başta olmak üzere yaşanan iç karışıklıklara ve 2009 ekonomik krizine rağmen Çin’in ekonomik büyümesini referans gösterenlere göre Çin yakın gelecekte ABD’yi tahtından indirip dünyanın yeni süper gücü olacağı yönünde devam etmektedir.
Okuyucularımızın “Bu görüşlerden hangisi daha gerçekçidir?” sorusunu duyar gibiyim…
Konuyu sadece bu yönüyle değerlendirenlerin gözden kaçırdıkları birkaç hususa dikkat çekmek konunun anlaşılması açısından kayda değer durmaktadır. Çin’in ekonomik büyümesindeki birikimini kalıcı hale getirmek için önündeki engellerden en önemlisi ekonomik büyümeye buna müsavi askeri gücün kalitesinde yatmaktadır. Şayet ekonominiz askeri gücünüzle eşdeğer değilse ve askeri harcamalarınız ekonominizi olumsuz yönde etkiliyorsa, sürdürülebilir bir ekonomik istikrardan bahsedemezsiniz. Bu anlamda Çin ekonomisinin artan askeri harcamalar yüzünden geriye doğru bir düşüş gösterdiği görülmektedir.
Askeri harcamalar yanında Çin’in süper güç olma noktasında ilk etapta Pasifik’teki siyasi ve askeri kontrolünü genişletmesini gerekmektedir ki, bölgede uluslararası anlaşmalara uymayan bir şekilde Güney Çin denizindeki suni adalar yapma girişimi hem ABD hemde bölge ülkeleri tarafından ciddi tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Muhtemelen
Güney Çin denizindeki gelişmeler bölgede suların her geçen gün ısınacağını göstermektedir. Dahası Çin’in bu tutumunun devam ettirmesinin yakın gelecekte Pasifik ve Güney Çin deniz bölgesinden bir ABD-Çin çatışmasını da kaçınılmaz kılacağı yönündedir.
Ekonomik anlamda dünyanın ikincisi olan Çin’in askeri anlamda 3. sırada olması aradaki farkın kısa zamanda kapatılamayacak kadar fazla olduğunu gözler önüne sermektedir. Global Fire Power'ın uçak sayısı, çeşitliliği, operasyonel insan gücü, coğrafi faktörler ve ittifakları göz önünde bulundurarak hazırladığı 2019 ülkelerin hava gücü endeksine göre ABD 13.398 puanla açık ara önde yer alıyor. Onu 4.078 puanla Rusya, 3.187 puanla Çin takip ediyor.
Aynı durum deniz gücü bakımından da farklılık arz etmemekte. ABD Deniz Kuvvetleri'nde 19 uçak gemisi varken, Çin’in bu alanda tek uçak gemisinin 1998 yılında Ukrayna’dan hurda niyetine aldığı gemi olduğunu söylemek mukayese için yeterli olacaktır. ABD bütçesinden savunma harcamalarına ayrılan en son pay 587 milyar 800 milyon dolar iken Çin'in bütçesinden savunmaya ayırdığı son miktar ise, 161 milyar 700 milyon dolardır.
Bu olumsuzluklara rağmen Çin’in çatışmalardan uzak durması durumunda, uzun vadede süper güç olamasa da, uluslararası arenada önemli bir aktör olabileceği söylenebilir. Lakin dünyanın gidişatı, dahası Çin’in sürdürülebilir ekonomik büyümesi düşünüldüğünde çatışmasızlık ortamından uzak durabileceğini söylemek pek de hayalci bir yaklaşım olacaktır ki, asıl düşüş bu noktadan başlayacaktır.
Çin her ne kadar "kendini sakla ve her şey elverişli olduğunda harekete geç" prensibini bir kenara bırakmış gözükmektedir.
Çin’in yakın çevresinde, Ortaasya’da, Ortadoğu ve Afrika’daki emperyal faaliyetleri değerlendirildiğinde hiç de geri adım atar bir devlet görüntüsü vermediği görülecektir.
Lakin ekonomik durumun her ne kadar düşüşe geçip verileri tehlike sinyalleri çalmaya başlasa da Çin açısında başkaca çıkmazları olduğu bir hakikat olarak ortada durmaktadır. Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi ile dünyaya açılmak istemesi, hatta ABD başkanının “küreselleşme” ile ilgili “bitmeli” sözlerine Çin devlet başkanının “devam etmeli” çıkışını gözden kaçırmamak gerekir.
Asya’nın Güneydoğu kısmına sıkışmış Çin’in süper güç olma noktasındaki en büyük çıkmazı da bu sıkışmışlığı olsa gerekir.
Kuzeyinde Sibirya ve güneyinde Himalayaların sardığı ülkenin nüfusunun çoğunluğu da pasifik okyanusuna kıyı bölgelerine sıkışmış durumdadır. Rusya, Hindistan, Güney Kore, Japonya ve Tayvan’la çevrelenmiş olan Çin'in askeri ve siyasal etki alanını genişletmesi ise çok zor görünmektedir. Çin’in genişlemeye müsait olmayan jeo-politik durumu onu dünya siyasetinde başat oyuncu yapmasının önündeki en büyük engellerden birisi yapmaktadır. Tarih boyunca Çin’in kıtaya sıkışmış hali bunun kaçınılmaz bir sonucu olagelmiştir ve bu durumun değişme ihtimali de görünmemektedir.
Karadan bir nevi aşılamaz bir set ile karşı karşıya kalan Çin’in tek genişleme sahası olabilecek Pasifik’te ise karşısında ABD, Japonya ve Tayvan durmaktadır. Gelecek on yıl içerisinde Çin’in enerji ihtiyacını karşılamak ve varlığını devam ettirebilmek için dışarıya açılabileceği tek çıkış noktasının Doğu Türkistan olduğunu bilvesile ifade edip ayrıntıya girmeyelim.
Yazıyı uzatmamak adına özetle Çin’in sadece ekonomik verilerini göz önüne alarak, son dönemlerde verilen Çin açısından hiç de iç açıcı durmamaktadır, yapılan değerlendirmeler doğru öngörülerde bulunmayı engelleyeceğini, Çin’in yaşlanan nüfus sorunu yanında, ekonomik girdilerin artmasının halkın talep ve hayat standardını arttırmasının ortaya çıkaracağı, hatta çıkarmaya başladığı devletten daha yüksek standartlarda taleplerin artması sorunları yanında, hava ve çevre kirliliği sorunları, altyapı yetersizliği ve yenilenme ihtiyaçlarına mecburen yapılacak yatırımların ekonomik verileri değiştireceğini söyleme hayalci bir yaklaşım olmayacaktır. Önümüzdeki 10 yıllık süreç, kanaatimce Komünist Parti’nin geri dönülemez bir şekilde patlak verecek sosyal olaylar yüzünden meşruiyeti tartışılır bir parti haline gelmesine yol açacaktır. Bu ise Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında yaşadığı sürecin bir benzerini Çin’de yaşanmasına yol açabilecektir.
Doğu Türkistan mı?
Onu yazmaya gerek yok…
Yüzyılın ayıbını bütün dünyanın gözü önünde cüretle yaşatmaya devam eden Çin’in mukadderatı Doğu Türkistan’ın elinde diyelim sadece…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.