Yargısız infazın acı sonuçları..
Yaklaşık 20 sene önceydi. Namaz kılmak ve bayram merasimine katılmak için genelde evimize yakın mahallemizdeki camiye giderdik.
Camimizin hocası, Şeyh Hadi adında bir hocaydı.
Mahalleliler tarafından sevilen, sayılan ve güvenilen biriydi...
Günlerden birinde akşam namazını kılmak için camiye gittim.
Abdest almak için alt kattaki abdesthaneye indim.
Tuvaletlerin boşalmasını beklerken, kapılardan birinin açıldığını gördüm.
İçeriden çıkan, cami hocası Şeyh Hadi idi...
Selamlaşıp, hâl hatır sorduktan sonra hoca efendinin abdest almadan yukarıya çıktığını fark ettim...
Çok şaşırmıştım...
Başka da abdest alma yeri olmadığı için nerede abdest alacak diye merakla hocayı takip ettim...
Fakat hayretler içinde Şeyh Hadi'nin abdest almadan direkt camiye girip, ezan okuyup cemaate namaz kıldırmaya başladı.
Bense donup kalmıştım...
Hemen o anda camide bulunan, senelerdir ahbaplığımız olan Hacı Ali'nin yanında durdum ve ona, kendi gözlerimle şahit olduğum olayı; hocanın tuvaletten çıkıp abdest almadan namaz kıldırdığını söyledim.
Bana tam güveni olan Hacı Ali de şaşkınlık içinde, "Madem öyle, o zaman namazı münferit kılarız." dedi.
Derken...
Bu olay cami cemaati arasında kulaktan kulağa yayıldı; ben ve arkadaşlarım cami cemaatini Şeyh Hadi'nin namazları abdestsiz kıldırdığından haberdar ettik.
Böylece camide cemaat namazına katılan herkes Şeyh Hadi'nin etrafından dağıldı.
Hatta birkaç gün sonra Şeyh'in ailesi de olayı duydu...
Eşi, Şeyh Hadi ile tartışıp babasının evine gitti.
Çocukları da bu onur kırıcı davranışından dolayı babalarını terk ettiler...
Artık hemen her yerde Şeyh Hadi'nin şüpheli biri olduğu, Müslüman bile olmadığı, casusluk yaptığı şeklinde sözler konuşuluyordu...
Nihayetinde, Şeyh Hadi kısa bir süre sonra mahalleyi terk etmek zorunda kaldı ve bir süre sonra da ondan hiçbir haber almadık...
Bu olaydan iki sene sonra eşimle birlikte Umre'ye gitmiştik. Mekke'de çok kötü hastalandım... Tahran'a döndüğümde ilk işim doktora gitmek oldu.
Muayene sonrası bir miktar hap ve iğne verdi...
Ertesi gün evde abdest alıp namaz kılmak için camiye giderken, yol üzerindeki klinikte iğne yaptırıp, camiye geçtim.
Henüz ezan okunmamıştı.
İğnenin yeri kanamış olabilir diye kontrol etmek ve kanamışsa yıkayıp yeniden abdest almak için abdesthaneye indim...
Tam tuvaletten çıkıyordum ki Şeyh Hadi aklıma geldi...
Birden gözlerim karardı...
Başım döndü ve baygınlık geçirecek gibi oldum.
Sanki dünya başıma yıkılıyordu!
Allah'ım! Yoksa Şeyh Hadi de benim gibi iğne yaptırmış ve onun yerini kontrol için girmiş olamazmıydı.!
Aklım durmuştu, ne yapacağımı bilmiyordum...
Hemen eve döndüm ve o gece sabaha kadar uyuyamadım.
Şeyh Hadi'yi düşünüp duruyordum.
Cahil olan ben ve benden daha cahil olan dindar arkadaşlarım nasıl olmuştu da bilmeden, Allah rızası için Şeyh'in haysiyetiyle oynamış, itibarını yerle yeksan etmiş, ailesini darmadağın etmiştik!
Ertesi gün telaşla evden çıktım ve Şeyh Hadi'yi aramaya koyuldum.
Cami cemaatinden Hacı İbrahim, türbenin yanındaki pazarda ıtır satıcılığıyla meşgul olan Hacı Ahmed adında biriyle samimi olduğunu, sürekli onun yanına gidip geldiğini, bilirse sadece onun bilebileceğini söyledi.
Hemen verdiği adrese gittim.
Hacı Ahmed'i buldum.
Muhterem ve yaşlı biriydi.
Kendisine Şeyh Hadi'yi sordum.
Acı ve üzüntüyle başını salladı, ardından da şöyle dedi:
– İki sene önceydi.
Şeyh Hadi çok üzgün ve dertli bir vaziyette dükkâna geldi.
Onu hiç o hâlde görmemiştim.
Bu kadar üzüntülü olduğuna şaşırmıştım.
Ne olduğunu sordum, şöyle dedi:
"Yaptırdığım iğnenin yerini yıkamak için tuvalete girmiştim. Cami cemaati hiç sormadan bana bir iftirada bulundu ve abdestsiz namaz kıldırdığımı söylediler. Kısacası, haysiyetimle oynadılar, itibarımı bitirdiler, evimi yıktılar, bu şehirde kalacak yüzüm kalmadı, burayı terk etmek zorundayım artık. Bana neler yaptıklarına sen şahit ol diye bunu sana söyledim."
Bunları dedikten sonra da Irak'a gideceğini, İmam Ali'nin türbesinin bulunduğu Necef'e yerleşeceğini ve geriye kalan ömrünü orada geçireceğini söyledi ve gitti.
O günden beridir ben de ondan hiçbir haber almadım...
Sözler boğazımda düğümlenmiş, gözlerim dolmuştu. Hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Allah'ım! ben ne halt işledim!
Olaydan tam 20 sene geçiyor ve ben Necef'e gidip gelen herkese Şeyh Hadi'yi soruyorum; ama maalesef mazlum Şeyh Hadi'den haberi olan hiçbir Müslüman yok...
Evet arkadaşlar,
Şu önyargılarımız, önkabullerimiz ve bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmalarımız yok mu…
Kişisel olarak da, toplumsal olarak da, kamusal olarak da çok seviyoruz yaftalamayı ve zanla hareket etmeyi…
Bırakın zan ve subjektif düşüncelerimizi; duyup gördüklerimiz bile bizatihi hakikat olmayabilir.
Çok kolayca o haindir, katildir, dinsizdir, ihanet üzredir gibi hüküm vermek bizi ne hallere getirebiliyor.
İnsanların hayatlarını karartıyoruz.
Hatta zaman zaman –haşa- farkında bile olmadan kendimizi Allah’ın yerine koyar gibi hükümferma söylemlerde bulunuyoruz.
O günahkar diyoruz, filan namazsız diyoruz, falancanın alnı secdeye gelmez; kötüdür, kemdir, fasıktır, katli vaciptir diyoruz.
Kolayı seçiyor, hakikatin taaa kendisini, bulma zahmetine bile katlanmıyoruz.
Hele de sanal gerçekliği ve oluşturulmuş algıları gerçeğin yerine geçirmeye teşne olan günümüzde, dilimiz öyle maharetle dönüyor ki; ölçüsüz, orantısız, ayarsız ve acımasızca verip veriştiriyoruz.
Vicdanlar kanıyor,
Yürekler yanıyor,
Hayatlar kararıyor.
Ama biz hala boş atıp dolu tutmaya devam ediyoruz.
Kişisel menfaatlerimizi maksimize etmek için başkalarının sırtına basmaktan, başkalarını zemmetmekten, insanları utanç içine düşürmekten imtina bile etmiyoruz.
Dilimizin, dinimizin, aklımızın, vicdanımızın, kişiliğimizin bir ayarı kalmadı.
Suçluyoruz insafsızca; suçsuzluğunu ispat et hadi, diyoruz.
Adalet kurumundan önce; biz mahkum ediyoruz insanları kamuoyu nezdinde.
Biz, nasıl bu hale geldik,
Biz, nasıl bu kadar acımasızlaştık,
Biz, nasıl bir kalemde insanlığımızı, dünyamızı, ahiretimizi görmezleştik.
Bize ne oldu böyle…
Lütfen ama lütfen biraz insaf, biraz vicdan, biraz izan ve biraz insanlık….
“Bilginler gibi bir söyle, pir söyle; elalemin kötülüğünden bahsettiğin takdirde, sözün doğru olsa bile, özün kötü sayılır.”
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar..
Camimizin hocası, Şeyh Hadi adında bir hocaydı.
Mahalleliler tarafından sevilen, sayılan ve güvenilen biriydi...
Günlerden birinde akşam namazını kılmak için camiye gittim.
Abdest almak için alt kattaki abdesthaneye indim.
Tuvaletlerin boşalmasını beklerken, kapılardan birinin açıldığını gördüm.
İçeriden çıkan, cami hocası Şeyh Hadi idi...
Selamlaşıp, hâl hatır sorduktan sonra hoca efendinin abdest almadan yukarıya çıktığını fark ettim...
Çok şaşırmıştım...
Başka da abdest alma yeri olmadığı için nerede abdest alacak diye merakla hocayı takip ettim...
Fakat hayretler içinde Şeyh Hadi'nin abdest almadan direkt camiye girip, ezan okuyup cemaate namaz kıldırmaya başladı.
Bense donup kalmıştım...
Hemen o anda camide bulunan, senelerdir ahbaplığımız olan Hacı Ali'nin yanında durdum ve ona, kendi gözlerimle şahit olduğum olayı; hocanın tuvaletten çıkıp abdest almadan namaz kıldırdığını söyledim.
Bana tam güveni olan Hacı Ali de şaşkınlık içinde, "Madem öyle, o zaman namazı münferit kılarız." dedi.
Derken...
Bu olay cami cemaati arasında kulaktan kulağa yayıldı; ben ve arkadaşlarım cami cemaatini Şeyh Hadi'nin namazları abdestsiz kıldırdığından haberdar ettik.
Böylece camide cemaat namazına katılan herkes Şeyh Hadi'nin etrafından dağıldı.
Hatta birkaç gün sonra Şeyh'in ailesi de olayı duydu...
Eşi, Şeyh Hadi ile tartışıp babasının evine gitti.
Çocukları da bu onur kırıcı davranışından dolayı babalarını terk ettiler...
Artık hemen her yerde Şeyh Hadi'nin şüpheli biri olduğu, Müslüman bile olmadığı, casusluk yaptığı şeklinde sözler konuşuluyordu...
Nihayetinde, Şeyh Hadi kısa bir süre sonra mahalleyi terk etmek zorunda kaldı ve bir süre sonra da ondan hiçbir haber almadık...
Bu olaydan iki sene sonra eşimle birlikte Umre'ye gitmiştik. Mekke'de çok kötü hastalandım... Tahran'a döndüğümde ilk işim doktora gitmek oldu.
Muayene sonrası bir miktar hap ve iğne verdi...
Ertesi gün evde abdest alıp namaz kılmak için camiye giderken, yol üzerindeki klinikte iğne yaptırıp, camiye geçtim.
Henüz ezan okunmamıştı.
İğnenin yeri kanamış olabilir diye kontrol etmek ve kanamışsa yıkayıp yeniden abdest almak için abdesthaneye indim...
Tam tuvaletten çıkıyordum ki Şeyh Hadi aklıma geldi...
Birden gözlerim karardı...
Başım döndü ve baygınlık geçirecek gibi oldum.
Sanki dünya başıma yıkılıyordu!
Allah'ım! Yoksa Şeyh Hadi de benim gibi iğne yaptırmış ve onun yerini kontrol için girmiş olamazmıydı.!
Aklım durmuştu, ne yapacağımı bilmiyordum...
Hemen eve döndüm ve o gece sabaha kadar uyuyamadım.
Şeyh Hadi'yi düşünüp duruyordum.
Cahil olan ben ve benden daha cahil olan dindar arkadaşlarım nasıl olmuştu da bilmeden, Allah rızası için Şeyh'in haysiyetiyle oynamış, itibarını yerle yeksan etmiş, ailesini darmadağın etmiştik!
Ertesi gün telaşla evden çıktım ve Şeyh Hadi'yi aramaya koyuldum.
Cami cemaatinden Hacı İbrahim, türbenin yanındaki pazarda ıtır satıcılığıyla meşgul olan Hacı Ahmed adında biriyle samimi olduğunu, sürekli onun yanına gidip geldiğini, bilirse sadece onun bilebileceğini söyledi.
Hemen verdiği adrese gittim.
Hacı Ahmed'i buldum.
Muhterem ve yaşlı biriydi.
Kendisine Şeyh Hadi'yi sordum.
Acı ve üzüntüyle başını salladı, ardından da şöyle dedi:
– İki sene önceydi.
Şeyh Hadi çok üzgün ve dertli bir vaziyette dükkâna geldi.
Onu hiç o hâlde görmemiştim.
Bu kadar üzüntülü olduğuna şaşırmıştım.
Ne olduğunu sordum, şöyle dedi:
"Yaptırdığım iğnenin yerini yıkamak için tuvalete girmiştim. Cami cemaati hiç sormadan bana bir iftirada bulundu ve abdestsiz namaz kıldırdığımı söylediler. Kısacası, haysiyetimle oynadılar, itibarımı bitirdiler, evimi yıktılar, bu şehirde kalacak yüzüm kalmadı, burayı terk etmek zorundayım artık. Bana neler yaptıklarına sen şahit ol diye bunu sana söyledim."
Bunları dedikten sonra da Irak'a gideceğini, İmam Ali'nin türbesinin bulunduğu Necef'e yerleşeceğini ve geriye kalan ömrünü orada geçireceğini söyledi ve gitti.
O günden beridir ben de ondan hiçbir haber almadım...
Sözler boğazımda düğümlenmiş, gözlerim dolmuştu. Hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Allah'ım! ben ne halt işledim!
Olaydan tam 20 sene geçiyor ve ben Necef'e gidip gelen herkese Şeyh Hadi'yi soruyorum; ama maalesef mazlum Şeyh Hadi'den haberi olan hiçbir Müslüman yok...
Evet arkadaşlar,
Şu önyargılarımız, önkabullerimiz ve bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmalarımız yok mu…
Kişisel olarak da, toplumsal olarak da, kamusal olarak da çok seviyoruz yaftalamayı ve zanla hareket etmeyi…
Bırakın zan ve subjektif düşüncelerimizi; duyup gördüklerimiz bile bizatihi hakikat olmayabilir.
Çok kolayca o haindir, katildir, dinsizdir, ihanet üzredir gibi hüküm vermek bizi ne hallere getirebiliyor.
İnsanların hayatlarını karartıyoruz.
Hatta zaman zaman –haşa- farkında bile olmadan kendimizi Allah’ın yerine koyar gibi hükümferma söylemlerde bulunuyoruz.
O günahkar diyoruz, filan namazsız diyoruz, falancanın alnı secdeye gelmez; kötüdür, kemdir, fasıktır, katli vaciptir diyoruz.
Kolayı seçiyor, hakikatin taaa kendisini, bulma zahmetine bile katlanmıyoruz.
Hele de sanal gerçekliği ve oluşturulmuş algıları gerçeğin yerine geçirmeye teşne olan günümüzde, dilimiz öyle maharetle dönüyor ki; ölçüsüz, orantısız, ayarsız ve acımasızca verip veriştiriyoruz.
Vicdanlar kanıyor,
Yürekler yanıyor,
Hayatlar kararıyor.
Ama biz hala boş atıp dolu tutmaya devam ediyoruz.
Kişisel menfaatlerimizi maksimize etmek için başkalarının sırtına basmaktan, başkalarını zemmetmekten, insanları utanç içine düşürmekten imtina bile etmiyoruz.
Dilimizin, dinimizin, aklımızın, vicdanımızın, kişiliğimizin bir ayarı kalmadı.
Suçluyoruz insafsızca; suçsuzluğunu ispat et hadi, diyoruz.
Adalet kurumundan önce; biz mahkum ediyoruz insanları kamuoyu nezdinde.
Biz, nasıl bu hale geldik,
Biz, nasıl bu kadar acımasızlaştık,
Biz, nasıl bir kalemde insanlığımızı, dünyamızı, ahiretimizi görmezleştik.
Bize ne oldu böyle…
Lütfen ama lütfen biraz insaf, biraz vicdan, biraz izan ve biraz insanlık….
“Bilginler gibi bir söyle, pir söyle; elalemin kötülüğünden bahsettiğin takdirde, sözün doğru olsa bile, özün kötü sayılır.”
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar..
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.