Soruyorum: 12 yıldır konuştuğumuz savaş 12 günde nasıl bitti?
Suriye konusu…
Önemli mi? Çok önemli…
Suriye konusu sadece Suriyelilerin konusu olmayacak kadar çok önemli.
Ama Türkiye’de en büyük yanılgı veya yanlış şu:
Suriye konusu siyaset üstü ama siyasal bir malzeme haline gelmiş.
Birkaç aklı selim yorumcu/düşünür/yazar haricinde hemen herkes konuyu “iktidar-muhalefet” konseptinden değerlendiriyor.
Esad’ın yıkılışını, bir kesim; iktidarın zaferi diye,
diğer kesim ise iktidarın bir zaferi yok diye ispat çabasında…
Arkadaşlar!
Büyük resmi pas geçiyorsunuz.
Suriye konusunu, küresel dizayndan/Yeni Dünya düzeninden ve büyük oyundan ayrı okumaya kalkar,
iç siyaset gözlüğüyle bakarsanız; sadece burnunuzun ucunu görürsünüz.
Biri diyor “Trump bile Erdoğan’ın büyüklüğünü anladı”
Diğeri, “Siz Trump’ın övgüsüne aldanmayın; daha önce neler söylemişti neler!”
Bu ve benzeri söylemlere diyeceğim tek şey, sığ ve kısır yaklaşımlar…
Bir tespitte bulunayım:
Esad’ın yıkılışı çok önemliydi,
Ama şunu önemle belirtmeliyim ki henüz hiçbir şey bitmedi.
Aslında pek çok şey Esad’ın yıkılışıyla başladı/başlıyor ve yakında daha da şekillenecek.
İşte o zaman, Esad’ın yıkılışının Şah-Mat olmadığını; sadece piyonun düştüğünü ve asıl sürecin yeni başladığını göreceksiniz.
Küresel realiteye gelelim:
Amerika bir beden ise İngiltere o bedenin beynidir.
Bedenin eylemsel boyutu beynin komutuyla başlar ve oluşur.
Küresel gelişmelere bakarken,
Sadece Amerika/sadece İngiltere/sadece Rusya/sadece Çin/sadece Avrupa/sadece İsrail, Türkiye, İran gözüyle bakmayın; daha bütüncül ve daha üst bir projeksiyon ile bakın derim.
Hep, bir “Güç ve Akıl Sahiplerinden” bahsettim.
Dünyanın en alakasız bir yerinde, spontane/doğal veya tesadüfi görünen herhangi bir olay oluyorsa; bilin ki değildir ve kesinlikle güç ve akıl sahiplerinin işidir.
İşte bunlar, henüz Sovyetler Birliği yıkılırken şöyle bir yeni hedef koydular:
2000’li yılların ilk çeyreğinde yapılacaklar çerçevesinde Yeni bir dünya düzeni/Yeni bir parasal sistem ve küresel bazlı yeni bir yönetsel konsept.
Çok iyi hatırlıyorum; 3-4 yıl önceki pek çok yazımda eski paradigmaların yıkılacağını,
Bazı güçlerin ineceğini, bazı devletlerin daha önemli ve belirleyici hale geleceğini yazdım.
O zamanlar dediklerim pek çoklarına ütopik/fantastik veya Amerikan filmi alıntısı gibi gelmişti.
Ki bunu yüzüme söyleyenler bile oldu.
Ama buyurun; gelişmelere bakın ve şimdi yeniden söyleyin bakalım; filmden alıntı mıymış yoksa gerçeğin acı yüzü mü…
Şunu da belirtmeliyim;
Küreseli etkileyecek olan büyük değişim ve hatta dönüşümler öyle 3-5 yılda olmaz/olamaz.
Osmanlı’nın son dönemlerini ve bugünkü Dünya sisteminin temelini oluşturan 1. Dünya Savaşını düşünün.
Sürecin tamamlanması, realize edilmesi ve sonuçlandırılması neredeyse otuz kırk yıl sürdü.
Bugün de Güç ve Akıl Sahiplerinin zaman çizelgesi en az o zamanki kadar sabırlı/sakin ve organize…
Bundan sonra ne olur?
Asıl hedef Çin,
Artık bunu herkes görmeli…
Tüm bu yaşananlar ise nihai nokta oluşana kadar mıntıka temizlikleri/restorasyonlar/revizyonlar/modifiye edişler…
Bu bağlamda;
Bundan sonra devletlerin yönetimleri de değişebilir,
Siyasi suikastlar da artabilir,
Ekonomik çöküşler ve çıkışlar da görülebilir,
Haritalar da değişebilir; özetle, olmaz denilen pek çok şey olabilir.
Konunun daha iyi anlaşılması açısından bir şirket örneğinden hareketle yeni küresel sistematiğe dair hiyerarşik bir şablon çizeyim:
Yönetim Kurulu:
Güç ve Akıl Sahipleri,
Yönetim Kurulu büro müdürü:
İsrail,
Yönetim Kurulu Başkanvekili:
İngiltere,
Genel Müdür ve yönetim kurulu üyesi:
Amerika,
Genel Müdür yardımcıları:
Almanya/Fransa/Türkiye/Rusya/Hindistan/Mısır/Suudi Arabistan,
Bölge Müdürleri:
İsveç/Pakistan/Avusturalya/Japonya/Azerbaycan/Katar/Birleşik Arap Emirlikleri,
En altta ise Afrika ve Güney Amerika temsilcilikleri…
Bu şablon çerçevesinde Türkiye ve Suriye konusuna yeniden dönersek;
Türkiye Devleti ve coğrafyasının, yeni dünya düzeni için hala vazgeçilmez bir kavşak olduğu Suriye üzerinden bir kez daha tescillendi.
“Ya İsrail? Ortalığı kasıp kavuruyor!” diyeceksiniz şimdi,
Ama bence demeyin,
Çünkü ortaya çıkan tablo gösterdi ki, Türkiye İsrail’in bölgesel güvenliğini göz ardı etmeyecek,
İsrail de Türkiye’ye verilen bölgesel “Peace Maker-Barış yapıcı” rolünü içine sindirecek…
Yani ne demek?
Yönetim Kurulu böyle bir karar aldı demek…
Çünkü gücü ve aklı elinde bulunduranlar İsrail’e olan bölgesel bazlı antipatiyi iyi biliyorlar ve bunun da, bölgesel itibarı yüksek bir devlet tarafından dengelenmesi gereğinin çok iyi farkındalar.
Suriye konusunda, Trump’ın, Erdoğan’ı övücü ve Türkiye’ye sorumluluk yükleyici açıklamalarının ezbere yapılmadığının bilinmesi gereklidir.
“Ama Trump zaten böyle birisi; övgüsü de yergisi de abartılıdır!” diyerek izah edilebilecek söylemler değil söyledikleri…
Evet,
Yarın da, çok başka ve hatta saygısız laflar edebilir ama onun aşırıya kaçan söylemselliği, Türkiye üzerinde oluşan yeni konsepte halel getirmeyecektir.
Güncelin özeti şudur:
İktidar, bu defa daha doğru okumalar yapmış/Türkiye Devletini doğru yerde konumlandırmış ve katılmak zorunda olduğu organizasyona giderken hamaset ve romantizmi evde bırakıp akıl ve akılcılığı yanına almıştır.
Peki, Suriye’de ne kazandık?
Bence, öncelikle “ne kaybetmedik? diye sorarak başlamalıyız.
Çünkü insan ve devletler hayatında öyle kritik kavşaklar vardır ki o anlarda kazanmaktan ziyade kaybetmemek,
Hayırdan ziyade şerri defetmek tercih edilir.
Bu bağlamda bir benzetme yapacak olursak:
Türk Devleti bir gemi ise,
Kaptanı da iktidardır.
İktidar geçmiş fırtınalardan/derin dalgalardan ve saldırgan korsan belasından ders alıp daha sakin/dingin/soğukkanlı şekilde devam etmeseydi, gemi bugün selametle limana gelemezdi.
Sonuç:
12 yıldır konuştuğumuz Suriye savaşı 12 günde bitti.
Ne kadar kolaymış değil mi…
Bir anda mucizevi bir şeyler oldu; rejim güçleri çekildi/Rusya uyudu/İran göremedi/HTŞ ve Evrenin Askerleri fethi gerçekleştirdi; öyle mi?
Öyle şeyler okuyor,
Öyle yorumlar işitiyorum ki; “acaba, onların gördüğünü görmekten aciz miyim yoksa” demekten kendimi alamıyorum!
“Direniş/İsyanın gücü/Gazab-ı İlahi/Diktatörün sonu” mu dersiniz,
İsrail işi bitirdi mi dersiniz,
HTŞ İdlib’de devlet deneyimi kazandı tespitleri mi dersiniz,
Yoksa Türkiye’nin oyun bozucu ve oyun kuruculuğu mu dersiniz;
Neler neler…
Ama ben söyleyeyim:
Böyle olması gerekiyordu ve böyle oldu.
Bundan sonra da nasıl olması gerekiyorsa emin olun ki öyle olacak.
Yaşanan gelişmelerle ilgili “İktidar-Muhalefet” bağlamlı değerlendirmeler bana göre boş/afaki ve kimse kızmasın ama fuzuli zaman kaybıdır.
Son olarak:
Moskova’ya kaçan Esad konuşmuş…
Şöyle yapmadım, böyle yaptım, şunu etmedim, şunları edecektim falan filan…
Onu duyunca aklıma Kılıçdaroğlu ve bir türlü susmayıp siyasal allame-i cihan kesilmesi geldi.
Kendi kendime, “galiba Esad da Suriye’nin Kılıçdaroğlu’su olma yolunda” diyerek acı acı gülümsedim.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.