Korku imparatorluğu yaşatmamak..
Benim 'Paralel Yapılanma' ile olan savaşımı nerede ise tüm okurlarım çok iyi biliyor. Bu yapılanmanın bir örgüt olduğunu ve bu örgütün Cumhuriyet'in kuruluşundan beri en tehlikeli örgüt olduğunuda defalarca yazıp anlattım. Ancak Anayasa Mahkemesinin 'Dersaneler' ile ilgili iptal kararını okuduktan sonra derin bir düşünce aldı içimi ve bir yerlerde eksik kaldığımızı düşündüm ve sonrada oturup kağıdı kalemi elime alıp sizlere nasıl davranmalıyızı anlatmaya karar verdim, tabi kendi üslubumla..
Osmanlı’dan beri bu coğrafyada kurulan devletler için kalkışma ve ele geçirme eylemleri hep olagelmiştir. Anadolu merkezli ayaklanmalar tarihine baktığımızda bunların onlarca örneklerini görürüz. Cumhuriyet ilan edildiğinden beri de, maalesef bunlar olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu tarz kalkışma ve başkaldırılar olmaya da devam edecektir. Çünkü bu durum, Devlet olmanın doğasındaki cilvelerinden biridir. Hele de düşmanı çok olan ve tarihsel boyutuyla İslam’a bayraktarlık yapan bir devlet isen, dostun az düşmanın çok olmuştur ve olacaktır da…
Osmanlıdan başlayan bu durum Kurtuluş savaşı esnasında kurulan zararlı dernekler ve bunlara destek veren medyayla süregelmiştir. Ama her dönemde de bu kalkışmalar alt edilmiş ve bir şekilde sonlandırılmıştır. Çünkü kadim devlet geleneğinin hâkim olduğu bu topraklar, devletine başkaldıranlara asla müsaade etmedi, müsamaha göstermedi, gösteremez ve göstermeyecektir de…
Bu noktada günümüze gelerek farklı bir noktaya parmak basmak istiyorum.
Devlete karşı dış işbirlikçilerle ve sureti haktan görünerek ve özellikle de halkımızdan pek çok taraftar bularak ortaya çıkan bu odakların ortadan kaldırılması noktasında, devlet hassasiyeti ve devletin mutlaka adilane davranması gereklidir.
Çünkü Devlet dediğimiz örgüt, bilmeden, safiyane ve iyi niyetle hareket eden, halkıyla diğerlerini yani gerçekten art niyetli ve dış odakların maşası konumundaki olanları ayırt etmek zorundadır. Aksi takdirde “iki arada bir derede” kalmış ve düne kadar beraber hareket ettikleri kişilerin “hain”liklerini görüp de nedamet içindeki kitleleri de ürküterek, karşısına almamalıdır. Bu noktada bu kesimi kazanmak için her türlü gayreti göstermeli, onlarla diyaloğa geçmeli, hak ve hakikat noktasında istişare içinde olmalıdır.
Daha spesifik bir noktadan bakarsak; paralel yapı olarak nitelendirdiğimiz örgüt, devletimize başkaldırmıştır. Devlet olarak ihanet tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bu kesimin önderliğini ve bilinçli bir şekilde düşmanlık besleyen kişilerin enterne edilmesi konusunda söyleyecek bir sözümüz yok ve mücadeleden asla ödün de verilmemelidir.
Ama paralel yapı ve onun -sözüm ona- lideri beddua sever Fethullan Gülen’in dinle, imanla, İslamla alakası olmayan eylem ve söylemlerini görüp, büyük bir şaşkınlık içinde olan kitlelerin yeniden kazanılması ve gerçeklerin görülmesi cihetinde ciddi çalışmalar gereklidir. Özellikle halis niyetle ve tüm yardımseverlik gayretiyle bu kesimi samimi görüp destek olan ama şimdi bunların gerçek yüzünü gören kesimi kucaklayıp devletimizle barıştırmak zorundayız.
Bu bağlamda özellikle bürokratik kadrolarda bilmeden ve yaptıkları masumane davranışlar ve hamiyet duygusuyla faaliyetlerin devlete değil de bu çeteye hizmet olduğunu gören kadroları bir kalemde silmek yerine, gerçek bir pişmanlık içinde olup da sessizlik içinde olanların kazanılması konusu en ciddi meseledir.
Çünkü bu insanlar şuanda büyük bir “aldatılmışlık duygusu” ve dini duygularının acımasız ve haince sömürülmesinin hazımsızlığını yaşamaktadırlar. Bu zihniyet ve düşüncede olanlarla olmayanların, çok ciddi çalışmalarla ayırt edilmesi ve toptancı bir mantıkla davranılmaması elzemdir.
Aksi takdirde bu insanlar uzun zamandır süregelen ilişkileri gereği ne yapacaklarını bilemez haldedirler. Bunların pişmanlıklarını samimi şekilde görüp, adil bir yaklaşım ve davranışla bu insanların devletin asli unsuru olduklarını dile getirerek kazanmalıyız ki; bu ihanet şebekesi hala kullanmaya devam edemesin. Devlet ve bu noktada yer alan karar sürecindekiler de, bu kesime karşı adeta “vebalıymış” gibi davranmayarak, bu insanları ihanet şebekesinin kucağına atmamalıdır. Çünkü bu durum ve pozisyonda kalmış kişiler, kızgın ama devletten de ürker haldedirler. Böylesi bir durum ise paralel”in bu insanları kullanmaya devam etmesini getirmektedir.
Devlet olarak gerekirse bire bir konuşma ve görüşmelerle, hatta gizli yapılması gereken diyaloglarla pişmanlık içindekileri rahatlatmalıyız. Böylelikle bu kişileri paralel ihanet çetesinin elinden almalı ve devlete sadakati öncelemeliyiz.
Maalesef çok ciddi bir tehlikenin bertaraf edilmesi için büyük bir mücadelenin içindeyiz. Evet, at izi it izine karışmış haldedir. Kim paralelci, kim değil anlamak çok zordur. Düne kadar yanıbaşımızda “kardeş” dediklerimizin yaptıkları iş ve işlemlerle ve de fiilleriyle bu muzır tehlikenin değirmenine su taşıdığını içimiz acıyarak görmekteyiz.
Ama Devlet olmak öyle bir şeydir ki; kendisine yönelen tehlike ne kadar büyük olursa olsun, adil davranmaktan uzak kalmamalıdır, kalamaz…
Bir zamanlar ABD’de komünizm tehlikesini öne sürerek ortaya çıkan “mccartizm”i andıran eylem ve söylemlerden şiddetle kaçınmak zorundayız. Çünkü bu duygu ve his, devleti yönetenleri ve karar sürecinde yer alanları öyle bir noktaya getirir ki; işte bu nokta paranoyakça bir cadı avının başlangıcıdır.
Bizim bu mücadelede şiddetle kaçınmamız gereken boyut da tam burasıdır. Hele de İslam prensiplerini esas alan perspektifimizde yapılması gereken, kılı kırk yararak iyiyi kötüden ayırmak ve cezalandırma prensibinde masumiyeti esas almaktır.
Zalime zulmünün ve ihanetinin cezasını verirken, masumu da, “bu da mücrim çocuğudur” yaklaşımıyla ateşe atmak ne imana, ne izana, ne de devlet’in izzet ve azametine yakışır. Bu nedenle de; vicdan muhasebesini unutmadan ve kul hakkı olgusunu göz ardı etmeden hareket etmeli ve buna göre bir mücadele sürdürmeliyiz.
17-25 Aralık’tan beri bu mücadelenin içinde olan birisi olarak bunları söylemek zorundayım. Çünkü benim imanım, inancım, devlet anlayışım, suç ve ceza arasında “orantısızlığa” asla cevaz vermez. Hele de zalimle mazlumu, suçluyla masumu aynı kategoriye koyarak cezalandırmak asla tasvip edeceğim bir şey değildir.
Bu yüzden de, bu işin elebaşlarının tespitinin çok dikkatli ve hakkaniyete uygun, somut verilerle yapılması gerekmektedir. Özellikle de pişmanlık duyup, sessizlik içinde olanların her tür enstrüman kullanılarak anlaşılması ve kazanılması gerekmektedir.
Bu konuda sözümü şimdilik şu cümlelerle bitiriyorum:
Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli, sinsi ve şeytani tehlikesine karşı bu büyük mücadeleyi yürütürken, “mccartizm”i anımsatacak korku imparatorluğu hissi uyandırmaktan şiddetle kaçınmalı; “arada ve araf”ta kalmış kesimleri kazanmaya yönelik ciddi adımlar da atmalıyız.
Haftaya yeni Bir Portre’de buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili OGÜN okurlarım.
Osmanlı’dan beri bu coğrafyada kurulan devletler için kalkışma ve ele geçirme eylemleri hep olagelmiştir. Anadolu merkezli ayaklanmalar tarihine baktığımızda bunların onlarca örneklerini görürüz. Cumhuriyet ilan edildiğinden beri de, maalesef bunlar olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu tarz kalkışma ve başkaldırılar olmaya da devam edecektir. Çünkü bu durum, Devlet olmanın doğasındaki cilvelerinden biridir. Hele de düşmanı çok olan ve tarihsel boyutuyla İslam’a bayraktarlık yapan bir devlet isen, dostun az düşmanın çok olmuştur ve olacaktır da…
Osmanlıdan başlayan bu durum Kurtuluş savaşı esnasında kurulan zararlı dernekler ve bunlara destek veren medyayla süregelmiştir. Ama her dönemde de bu kalkışmalar alt edilmiş ve bir şekilde sonlandırılmıştır. Çünkü kadim devlet geleneğinin hâkim olduğu bu topraklar, devletine başkaldıranlara asla müsaade etmedi, müsamaha göstermedi, gösteremez ve göstermeyecektir de…
Bu noktada günümüze gelerek farklı bir noktaya parmak basmak istiyorum.
Devlete karşı dış işbirlikçilerle ve sureti haktan görünerek ve özellikle de halkımızdan pek çok taraftar bularak ortaya çıkan bu odakların ortadan kaldırılması noktasında, devlet hassasiyeti ve devletin mutlaka adilane davranması gereklidir.
Çünkü Devlet dediğimiz örgüt, bilmeden, safiyane ve iyi niyetle hareket eden, halkıyla diğerlerini yani gerçekten art niyetli ve dış odakların maşası konumundaki olanları ayırt etmek zorundadır. Aksi takdirde “iki arada bir derede” kalmış ve düne kadar beraber hareket ettikleri kişilerin “hain”liklerini görüp de nedamet içindeki kitleleri de ürküterek, karşısına almamalıdır. Bu noktada bu kesimi kazanmak için her türlü gayreti göstermeli, onlarla diyaloğa geçmeli, hak ve hakikat noktasında istişare içinde olmalıdır.
Daha spesifik bir noktadan bakarsak; paralel yapı olarak nitelendirdiğimiz örgüt, devletimize başkaldırmıştır. Devlet olarak ihanet tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bu kesimin önderliğini ve bilinçli bir şekilde düşmanlık besleyen kişilerin enterne edilmesi konusunda söyleyecek bir sözümüz yok ve mücadeleden asla ödün de verilmemelidir.
Ama paralel yapı ve onun -sözüm ona- lideri beddua sever Fethullan Gülen’in dinle, imanla, İslamla alakası olmayan eylem ve söylemlerini görüp, büyük bir şaşkınlık içinde olan kitlelerin yeniden kazanılması ve gerçeklerin görülmesi cihetinde ciddi çalışmalar gereklidir. Özellikle halis niyetle ve tüm yardımseverlik gayretiyle bu kesimi samimi görüp destek olan ama şimdi bunların gerçek yüzünü gören kesimi kucaklayıp devletimizle barıştırmak zorundayız.
Bu bağlamda özellikle bürokratik kadrolarda bilmeden ve yaptıkları masumane davranışlar ve hamiyet duygusuyla faaliyetlerin devlete değil de bu çeteye hizmet olduğunu gören kadroları bir kalemde silmek yerine, gerçek bir pişmanlık içinde olup da sessizlik içinde olanların kazanılması konusu en ciddi meseledir.
Çünkü bu insanlar şuanda büyük bir “aldatılmışlık duygusu” ve dini duygularının acımasız ve haince sömürülmesinin hazımsızlığını yaşamaktadırlar. Bu zihniyet ve düşüncede olanlarla olmayanların, çok ciddi çalışmalarla ayırt edilmesi ve toptancı bir mantıkla davranılmaması elzemdir.
Aksi takdirde bu insanlar uzun zamandır süregelen ilişkileri gereği ne yapacaklarını bilemez haldedirler. Bunların pişmanlıklarını samimi şekilde görüp, adil bir yaklaşım ve davranışla bu insanların devletin asli unsuru olduklarını dile getirerek kazanmalıyız ki; bu ihanet şebekesi hala kullanmaya devam edemesin. Devlet ve bu noktada yer alan karar sürecindekiler de, bu kesime karşı adeta “vebalıymış” gibi davranmayarak, bu insanları ihanet şebekesinin kucağına atmamalıdır. Çünkü bu durum ve pozisyonda kalmış kişiler, kızgın ama devletten de ürker haldedirler. Böylesi bir durum ise paralel”in bu insanları kullanmaya devam etmesini getirmektedir.
Devlet olarak gerekirse bire bir konuşma ve görüşmelerle, hatta gizli yapılması gereken diyaloglarla pişmanlık içindekileri rahatlatmalıyız. Böylelikle bu kişileri paralel ihanet çetesinin elinden almalı ve devlete sadakati öncelemeliyiz.
Maalesef çok ciddi bir tehlikenin bertaraf edilmesi için büyük bir mücadelenin içindeyiz. Evet, at izi it izine karışmış haldedir. Kim paralelci, kim değil anlamak çok zordur. Düne kadar yanıbaşımızda “kardeş” dediklerimizin yaptıkları iş ve işlemlerle ve de fiilleriyle bu muzır tehlikenin değirmenine su taşıdığını içimiz acıyarak görmekteyiz.
Ama Devlet olmak öyle bir şeydir ki; kendisine yönelen tehlike ne kadar büyük olursa olsun, adil davranmaktan uzak kalmamalıdır, kalamaz…
Bir zamanlar ABD’de komünizm tehlikesini öne sürerek ortaya çıkan “mccartizm”i andıran eylem ve söylemlerden şiddetle kaçınmak zorundayız. Çünkü bu duygu ve his, devleti yönetenleri ve karar sürecinde yer alanları öyle bir noktaya getirir ki; işte bu nokta paranoyakça bir cadı avının başlangıcıdır.
Bizim bu mücadelede şiddetle kaçınmamız gereken boyut da tam burasıdır. Hele de İslam prensiplerini esas alan perspektifimizde yapılması gereken, kılı kırk yararak iyiyi kötüden ayırmak ve cezalandırma prensibinde masumiyeti esas almaktır.
Zalime zulmünün ve ihanetinin cezasını verirken, masumu da, “bu da mücrim çocuğudur” yaklaşımıyla ateşe atmak ne imana, ne izana, ne de devlet’in izzet ve azametine yakışır. Bu nedenle de; vicdan muhasebesini unutmadan ve kul hakkı olgusunu göz ardı etmeden hareket etmeli ve buna göre bir mücadele sürdürmeliyiz.
17-25 Aralık’tan beri bu mücadelenin içinde olan birisi olarak bunları söylemek zorundayım. Çünkü benim imanım, inancım, devlet anlayışım, suç ve ceza arasında “orantısızlığa” asla cevaz vermez. Hele de zalimle mazlumu, suçluyla masumu aynı kategoriye koyarak cezalandırmak asla tasvip edeceğim bir şey değildir.
Bu yüzden de, bu işin elebaşlarının tespitinin çok dikkatli ve hakkaniyete uygun, somut verilerle yapılması gerekmektedir. Özellikle de pişmanlık duyup, sessizlik içinde olanların her tür enstrüman kullanılarak anlaşılması ve kazanılması gerekmektedir.
Bu konuda sözümü şimdilik şu cümlelerle bitiriyorum:
Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli, sinsi ve şeytani tehlikesine karşı bu büyük mücadeleyi yürütürken, “mccartizm”i anımsatacak korku imparatorluğu hissi uyandırmaktan şiddetle kaçınmalı; “arada ve araf”ta kalmış kesimleri kazanmaya yönelik ciddi adımlar da atmalıyız.
Haftaya yeni Bir Portre’de buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili OGÜN okurlarım.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.