FETÖ mücadelesinde mağdurlara hassasiyet gösteriliyor mu..?
Devletin izzet ve azameti öyle bir şeydir ki; kritik anlarda bile, kurumsal işleyiş, vatandaşlarla ilgili sorunların halli ve içeride sistemin sorunsuz işleyişini gerektirir.
İçeride rutin işleyiş devam etmelidir ki; böylesi kritik süreçlerde, birlik ve beraberlik sıkılaşsın, halkın devletinin gücüne, adaletine ve kriz yönetimine güveni sarsılmasın.
Bu yüzden; bu konuların da pas geçilmeden, gerekenlerin yapılması, mağduriyetlerin giderilmesi, at izinin it izine karışmadan, suç/suçlu ayrımının yapılması için konuyu gündeme taşıdım.
İş çevresi sıkıntılı, işadamları endişeli, şirketler mağdur.
İhraç edilip, idari veya mahkeme kararlarıyla iade yolu açılanlara dair, kim ne yapacağını bilmiyor.
“Zayi” ibaresiyle iptal edilen pasaportlar ve yurtdışına çıkış yasaklarına dair belirsizlik hakim.
Mağduriyeti tescillenmiş vatandaşlar ne yapacağını, kime, hangi kuruma başvuracağını bilemez halde.
Bunların sayısı o kadar çok ki..
Böylesi hatalar, mağduriyetler ve sıkıntılar öyle artarak ortaya çıkıyor ki..!
15 Temmuz ihanet gecesinin ateşiyle çok hızlı hareket edilmesi gerekiyordu.
Devletin bekası esas idi.
İhanet yangınını söndürmek için çok hızlı ve yoğun bir tasfiye süreci yaşandı.
O dönemde bu normal karşılandı.
Mağdur olanlar bile sesini çıkartmadı.
Çünkü onlar devletine inanıyor ve adaletin tecellisine kuşku etmiyorlardı.
“Böyle anlarda olur böyle kazalar, ama hak yerini bulur sonunda. Devletimiz haklıyı-haksızı, haini-hain olmayanı, mağduru-suçluyu mutlaka ayırt edecektir” diyerek sabırla beklediler.
Ama emin olun ki; devlete sadakat ve teslimiyetle olan bu tevekkül ve sabır, taşma noktasına geldi.
İnsanlar artık küsmeye, kızmaya ve devletten kopmaya yakın noktadalar.
Olay, artık öyle bir travmaya dönüşüyor ki; toplu bir kopuşa doğru gidiyor.
Unutmamalıyız ki; FETÖ denen bu illet ve ihanet ağı PKK’dan filan çok daha beter bir terörist olgudur.
PKK terörizmi tanımlanabilir ve sınırları öngörülebilir bir örgüttür.
Ama FETÖ hiç öyle değil.
Birinci, ikinci veya üçüncü dereceden yakınlık olmak üzere, dokunmadığı aile neredeyse yok gibidir.
Ülkemizin kılcallarına kadar nüfuz eden sosyolojik bir illettir.
Her aileyi bir şekilde yaralayan, vuran, kanser eden habis bir ur gibidir.
Bu yüzden de; önce FETÖ mağduru olan vatandaşlarımızı şimdi de devlet mağduru haline getirmemeliyiz.
Evet; Devlet bu mücadelede asla taviz vermemeli, müsamaha göstermemeli; ama kılı kırk yararak hareket edip suçlu/suçsuz ayrımını hassasiyet ve ivedilikle yaparak, adalet duygusuna, devlete güven algısına da halel
getirmemelidir.
Unutmayalım ki; geciken adalet, adalet değildir.
Bıçak kemiğe dayanmıştır ve eğer; yapılan soruşturma, kovuşturma ve muhakemelerle, yapılan hatalar, ortaya çıkan mağduriyetler ve yanlış kamu tasarrufları sona erdirilmez ise; bugünden başlamak üzere önümüzdeki
yirmi/otuz yılımızı etkileyecek sosyolojik kopuş, kin ve travma ortaya çıkacaktır.
İşte asıl o zaman FETÖ ve arkasındaki düşman güçler amacına ulaşmış olacak; millet-devlet bağını zedeleyerek istediklerini elde etmiş olacaklardır.
Bu coğrafya bin yıllık kadım devlet geleneğinde millet-devlet el ele oluşuyla ayakta kaldı ve hala bir devlet-vatan olgusuyla hayatiyetini sürdürebiliyor.
Aksi takdirde öyle bir noktaya gelebiliriz ki; “devlet olarak ne yapsan boş, artık bir önemi kalmadı noktasıdır bu kritik eşik.”
Bu eşik, “ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna” dönemecidir ki; artık ne yapsan bir kıymet-i harbiyesi de olmaz.
Devlet olarak yapılması gerekenler..
FETÖ konusunda; her ilde, her kurumda, her mahkemede kriter ve ölçütler net ve bariz bir şekilde ortaya konmalıdır. Bu kriterler gayri resmi de olsa, medya aracılığıyla servis/ilan edilmelidir.
17-25 Aralık sonrası FETÖ Mücadelesi kapsamında yapılan çalışmalar da dahil olmak üzere; özellikle 15 Temmuz sonrası mücadele kapsamında yapılan tüm iş ve işlemler ivedilikle, en ince detayına kadar incelenerek suçlu/suçsuz, hain/mağdur ve yanlış/doğru ayrımı yapılmalı ve masum olanlara yönelik kısıtlamalar kaldırılarak, haklar acilen iade edilmelidir.
OHAL Komisyonu, çalışmalarına hız vermeli, başvuruları hassasiyetle incelemelidir.
OHAL komisyonu Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmalı ve hiyerarşik üstünlüğü, bütün kamu kurumlarına hissettirilmelidir.
OHAL komisyonu iadeleri, sadece posta yoluyla değil; kamuya ilan ederek bildirmeli ve iade edilen vatandaşın aklandığını internetten açıkça deklare etmelidir. Kanunlarımızda yer alan, “lekelenmeme hakkı” gözetilmeli ve kişilerin masumiyetinin kamuoyunca bilinirlik arzetmesi için her türlü gayret sarf edilmelidir.
Hak iadelerinde, ama hepsinden de ötesi; hak iadesi ve masumiyet durumunun ortaya çıkması konusunda ivedi olunmalıdır.
Mağduriyeti belgelenmiş olanların hak iadesi için bir kurum görevlendirilmelidir. Kamuoyunca Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü yetkiliymiş gibi bilinmektedir. Ama bu kurumun, mağdurların hak iadesiyle ilgili hiçbir yetkisi yoktur.
Bunun için hemen/acilen/ivedilikle Bakanlar Kurulunca bir karar alınarak, bir kurum net şekilde yetkilendirilmeli ve sorumlu kılınmalıdır. Bu kurumun, geçici bir süre tek görev ve yetkisi bu konuyla ilgili olmalıdır.
Çünkü mağdurların iade işlemleri bakanlıkların inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemlidir.
Yoksa emin olun ki; iş işten geçmiş olacak, ağaca çakılan çivi misali, yıllarca o gövdede kalan yara gibi, insanların ruhunda, gönlünde ve aklında “devlet yarası” oluşacaktır.
Herkes ama herkes; Sayın Cumhurbaşkanı’nın FETÖ mücadelesinde tavizsiz duruşunu ve mağduriyetlerle ilgili hassas ve duyarlı oluşunu örnek almalıdır.
FETÖ mücadelesinde rehavete asla yer vermeden; mağduriyetlerin giderimi ve hak iadeleri konusunda en yüksek hassasiyetle ve sorumluluk alarak, Cumhurbaşkanı’nın bu çetin süreçte yükü hafifletilmelidir.
Aksi takdirde, tarih bizi affetmeyecektir.
Not: Yazımın içerisinde dile getirmiş olmama rağmen yeniden vurguluyorum ki; FETÖ mücadelesinde asla taviz verilmemelidir. Bu konuda dün hangi noktadaysam hala da aynı duruştayım. Yazımda mağduriyetlere vurgu yapmış olmam, bu mücadeleyi yürütürken hakkaniyet ve adalet duygusuna olan ihtimam ve özenimdendir.
Mağduriyetleri dile getirirken; FETÖ konusunda şaibe olanların, soruşturma ve kovuşturma yapılanların, hakkında kamuoyunca FETÖ algısı oluşmuş kişilerin, siyasi ve bürokratik kadrolara getirilmesi veya bulundukları görevlerde bırakılmasına asla kayıtsız kalamam ve kalınmasına da kızgınım.
Haklarında herhangi bir mahkumiyet çıkmamış da olsa; bu kişilerin gözönünde olan görevlere getirilmesi maşeri vicdanı ve FETÖ mücadelesindeki objektiviteyi zedelemektedir. Bu konuda düşüncem ve kanaatim nettir.
Sonraki günlerde bu konuyu da ele alacağım.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım…
İçeride rutin işleyiş devam etmelidir ki; böylesi kritik süreçlerde, birlik ve beraberlik sıkılaşsın, halkın devletinin gücüne, adaletine ve kriz yönetimine güveni sarsılmasın.
Bu yüzden; bu konuların da pas geçilmeden, gerekenlerin yapılması, mağduriyetlerin giderilmesi, at izinin it izine karışmadan, suç/suçlu ayrımının yapılması için konuyu gündeme taşıdım.
İş çevresi sıkıntılı, işadamları endişeli, şirketler mağdur.
İhraç edilip, idari veya mahkeme kararlarıyla iade yolu açılanlara dair, kim ne yapacağını bilmiyor.
“Zayi” ibaresiyle iptal edilen pasaportlar ve yurtdışına çıkış yasaklarına dair belirsizlik hakim.
Mağduriyeti tescillenmiş vatandaşlar ne yapacağını, kime, hangi kuruma başvuracağını bilemez halde.
Bunların sayısı o kadar çok ki..
Böylesi hatalar, mağduriyetler ve sıkıntılar öyle artarak ortaya çıkıyor ki..!
15 Temmuz ihanet gecesinin ateşiyle çok hızlı hareket edilmesi gerekiyordu.
Devletin bekası esas idi.
İhanet yangınını söndürmek için çok hızlı ve yoğun bir tasfiye süreci yaşandı.
O dönemde bu normal karşılandı.
Mağdur olanlar bile sesini çıkartmadı.
Çünkü onlar devletine inanıyor ve adaletin tecellisine kuşku etmiyorlardı.
“Böyle anlarda olur böyle kazalar, ama hak yerini bulur sonunda. Devletimiz haklıyı-haksızı, haini-hain olmayanı, mağduru-suçluyu mutlaka ayırt edecektir” diyerek sabırla beklediler.
Ama emin olun ki; devlete sadakat ve teslimiyetle olan bu tevekkül ve sabır, taşma noktasına geldi.
İnsanlar artık küsmeye, kızmaya ve devletten kopmaya yakın noktadalar.
Olay, artık öyle bir travmaya dönüşüyor ki; toplu bir kopuşa doğru gidiyor.
Unutmamalıyız ki; FETÖ denen bu illet ve ihanet ağı PKK’dan filan çok daha beter bir terörist olgudur.
PKK terörizmi tanımlanabilir ve sınırları öngörülebilir bir örgüttür.
Ama FETÖ hiç öyle değil.
Birinci, ikinci veya üçüncü dereceden yakınlık olmak üzere, dokunmadığı aile neredeyse yok gibidir.
Ülkemizin kılcallarına kadar nüfuz eden sosyolojik bir illettir.
Her aileyi bir şekilde yaralayan, vuran, kanser eden habis bir ur gibidir.
Bu yüzden de; önce FETÖ mağduru olan vatandaşlarımızı şimdi de devlet mağduru haline getirmemeliyiz.
Evet; Devlet bu mücadelede asla taviz vermemeli, müsamaha göstermemeli; ama kılı kırk yararak hareket edip suçlu/suçsuz ayrımını hassasiyet ve ivedilikle yaparak, adalet duygusuna, devlete güven algısına da halel
getirmemelidir.
Unutmayalım ki; geciken adalet, adalet değildir.
Bıçak kemiğe dayanmıştır ve eğer; yapılan soruşturma, kovuşturma ve muhakemelerle, yapılan hatalar, ortaya çıkan mağduriyetler ve yanlış kamu tasarrufları sona erdirilmez ise; bugünden başlamak üzere önümüzdeki
yirmi/otuz yılımızı etkileyecek sosyolojik kopuş, kin ve travma ortaya çıkacaktır.
İşte asıl o zaman FETÖ ve arkasındaki düşman güçler amacına ulaşmış olacak; millet-devlet bağını zedeleyerek istediklerini elde etmiş olacaklardır.
Bu coğrafya bin yıllık kadım devlet geleneğinde millet-devlet el ele oluşuyla ayakta kaldı ve hala bir devlet-vatan olgusuyla hayatiyetini sürdürebiliyor.
Aksi takdirde öyle bir noktaya gelebiliriz ki; “devlet olarak ne yapsan boş, artık bir önemi kalmadı noktasıdır bu kritik eşik.”
Bu eşik, “ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna” dönemecidir ki; artık ne yapsan bir kıymet-i harbiyesi de olmaz.
Devlet olarak yapılması gerekenler..
FETÖ konusunda; her ilde, her kurumda, her mahkemede kriter ve ölçütler net ve bariz bir şekilde ortaya konmalıdır. Bu kriterler gayri resmi de olsa, medya aracılığıyla servis/ilan edilmelidir.
17-25 Aralık sonrası FETÖ Mücadelesi kapsamında yapılan çalışmalar da dahil olmak üzere; özellikle 15 Temmuz sonrası mücadele kapsamında yapılan tüm iş ve işlemler ivedilikle, en ince detayına kadar incelenerek suçlu/suçsuz, hain/mağdur ve yanlış/doğru ayrımı yapılmalı ve masum olanlara yönelik kısıtlamalar kaldırılarak, haklar acilen iade edilmelidir.
OHAL Komisyonu, çalışmalarına hız vermeli, başvuruları hassasiyetle incelemelidir.
OHAL komisyonu Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmalı ve hiyerarşik üstünlüğü, bütün kamu kurumlarına hissettirilmelidir.
OHAL komisyonu iadeleri, sadece posta yoluyla değil; kamuya ilan ederek bildirmeli ve iade edilen vatandaşın aklandığını internetten açıkça deklare etmelidir. Kanunlarımızda yer alan, “lekelenmeme hakkı” gözetilmeli ve kişilerin masumiyetinin kamuoyunca bilinirlik arzetmesi için her türlü gayret sarf edilmelidir.
Hak iadelerinde, ama hepsinden de ötesi; hak iadesi ve masumiyet durumunun ortaya çıkması konusunda ivedi olunmalıdır.
Mağduriyeti belgelenmiş olanların hak iadesi için bir kurum görevlendirilmelidir. Kamuoyunca Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü yetkiliymiş gibi bilinmektedir. Ama bu kurumun, mağdurların hak iadesiyle ilgili hiçbir yetkisi yoktur.
Bunun için hemen/acilen/ivedilikle Bakanlar Kurulunca bir karar alınarak, bir kurum net şekilde yetkilendirilmeli ve sorumlu kılınmalıdır. Bu kurumun, geçici bir süre tek görev ve yetkisi bu konuyla ilgili olmalıdır.
Çünkü mağdurların iade işlemleri bakanlıkların inisiyatifine bırakılmayacak kadar önemlidir.
Yoksa emin olun ki; iş işten geçmiş olacak, ağaca çakılan çivi misali, yıllarca o gövdede kalan yara gibi, insanların ruhunda, gönlünde ve aklında “devlet yarası” oluşacaktır.
Herkes ama herkes; Sayın Cumhurbaşkanı’nın FETÖ mücadelesinde tavizsiz duruşunu ve mağduriyetlerle ilgili hassas ve duyarlı oluşunu örnek almalıdır.
FETÖ mücadelesinde rehavete asla yer vermeden; mağduriyetlerin giderimi ve hak iadeleri konusunda en yüksek hassasiyetle ve sorumluluk alarak, Cumhurbaşkanı’nın bu çetin süreçte yükü hafifletilmelidir.
Aksi takdirde, tarih bizi affetmeyecektir.
Not: Yazımın içerisinde dile getirmiş olmama rağmen yeniden vurguluyorum ki; FETÖ mücadelesinde asla taviz verilmemelidir. Bu konuda dün hangi noktadaysam hala da aynı duruştayım. Yazımda mağduriyetlere vurgu yapmış olmam, bu mücadeleyi yürütürken hakkaniyet ve adalet duygusuna olan ihtimam ve özenimdendir.
Mağduriyetleri dile getirirken; FETÖ konusunda şaibe olanların, soruşturma ve kovuşturma yapılanların, hakkında kamuoyunca FETÖ algısı oluşmuş kişilerin, siyasi ve bürokratik kadrolara getirilmesi veya bulundukları görevlerde bırakılmasına asla kayıtsız kalamam ve kalınmasına da kızgınım.
Haklarında herhangi bir mahkumiyet çıkmamış da olsa; bu kişilerin gözönünde olan görevlere getirilmesi maşeri vicdanı ve FETÖ mücadelesindeki objektiviteyi zedelemektedir. Bu konuda düşüncem ve kanaatim nettir.
Sonraki günlerde bu konuyu da ele alacağım.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlarım…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.