Abdullah Gül ve Bülent Arınç nereye koşuyor?
Rahmetli Süleyman Demirel demişti ki; “Cumhurbaşkanlığı bir fani’nin reddedeceği makam değildir.”
Çünkü bu makam bu ülkedeki en üst ve en şerefli makamdır. Cumhurun başıdır, başkomutandır ve bu ülkemizde daha üstü olmayan bir konumdur. Ama Sn. Erdoğan 2007'de kendisi olabilecekken “adayımız kardeşim Abdullah Gül” diyebilecek, özveriyi, fedakarlığı ve alicenaplığı göstermiştir.
Abdullah Gül’ de ülkemizde bu makama gelmiş ve hatta son 7 yıl süreli görev yapmış kişidir. Görev yaptığı geçmiş makamları ve görevleri tartışmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Ki; hayrıyla sevabıyla ve inanıyorum ki elinden gelen gayretiyle bu görevlerin gereğini ifa etmeye çalışmıştır.
Ama Cumhurbaşkanlığı görevi sonrası söylem ve eylemlerini şaşkınlıkla izliyorum. Nasıl olur diyorum, verdiği beyanatları üzüntüyle işitiyor ve okuyorum. Yedi yıl devletin başı olmuş birisi olarak “paralel yapı”yla mücadeleyi en fazla desteklemesi gereken biriyken, yaptığı açıklamalar adeta bir sabotaj işlevi görüyor.
Ülke ve AK Parti ne zaman kritik bir sürece girse Sayın Gül’den bir açıklama geliyor. Açıklama evlere şenlik, subjektif eleştiri. Yapıcı olmaktan ziyade, suyu bulandırıcı açıklamalar bunlar. Suyun bulandırılmasından ve şer odaklarına koz vermekten başka işe yaramayan inceden göndermelerle, hükümeti ve içinden geldiği partiyi zora sokup, müttehem duruma düşüren söylem ve isnatlar dolu sözler…
Uzağa gitmeye gerek yok…
7 Haziran seçimleri sonrası AK Parti tek başına iktidar olamayınca basın danışmanı Ahmet Sever bir kitap yazıyor. Kitabın pek çok kısmı AK Parti eleştirisi dolu.
Gül’e kitapla ilgili soruyor basın mensupları? Ahmet Sever kendi yazmış diyor, sanki hiç haberi yokmuş gibi…
Yapmayın Sayın Gül, yapmayın… Kimse aptal değil, siz de bilirsiniz ki “at sahibine göre kişner”, Basın Danışmanı’nız polisiye veya mitolojik roman yazmıyor, bizatihi sizin 12 yıllık biyografinizi yazıyor. Herhangi birinin, Ahmet’in, Mehmet’in 12 yılını yazmıyor, sizin on iki yılınızı yazıyor. Haberim yok demek -kusura bakmayın da- bizlerin, halkın aklıyla dalga geçmekten başka bir şey değildir.
Daha sonra Paralel Yapı’yla mücadele kapsamında yapılanlarla ilgili beyanlarınız hep hükümeti, yargı kurumunu zora sokacak cinsten. Hep ortadan gibi ama incecikten hükümete, Cumhurbaşkanı’nın eylemlerine eleştiri içeren söylemler…
MİT Tırlarıyla ilgili casusluk içeren eylemlerinden dolayı iki “gazeteci” tutuklanıyor ve yine o “meşhur” basın danışmanınız içerdeki tutukluya mektup yazıyor ve “size bunu yapanlar pişman olacak” diyor. Daha sonra bu malum casusluk iddialı “gazeteciler” genelde sizin atadığınız AYM üyelerinin oylarıyla salıveriliyor. Bu ülkeye yanlış yapılmasına ve casusluğa şiddetle karşı çıkanlar Ahmet Sever’i eleştiriyor ve yine bu “kerameti kendinden menkul”, “çok kıymetli” danışmanınız AK Parti’ye ve basında kendini eleştirenlere zehir zemberek sözlerle her tür hakareti içeren bir yazı kaleme alıyor.
Dikkatler size dönüyor ve sizden yine bu adamın söylem ve eylemlerine dair zerre bir eleştirel söz gelmiyor. Adeta “sükut ikrardan gelir” misali…
Bugün Palalel Yapı’yla mücadele kapsamında FETÖ’ye finansal destek iddiasıyla Boydak Holding yöneticileri gözaltına alındı. Evet biz de biliyoruz ki; “berat-i zimmet esastır” ve kimse suçu sabit olmadan suçlu ilan edilemez. Ama kimse de yargıya intikal etmiş bir konuda beyanda bulunamaz. Hele bu Cumhurbaşkan’lığı yapmış sayın Gül olursa, “ihsas-ı rey” olur.
Ama siz ne yaptınız, yine bu kişilerle ilgili soruşturma ilk başlatıldığında olduğu gibi yine milletin zihnini bulandıracak ve adeta yargılamayı etkileyecek cinsten beyanda bulundunuz.
Daha önce Sayın Demirel bir beyanda bulununca “ağlayan mütekebbir” Bülent Arınç’la beraber hemen; “Sayın Demirel eski bir cumhurbaşkanı ve emekliliğine baksın, bu işlere karışmasın” kabilinden sözler söylemiştiniz. Acaba Süleyman Demirel’e atfen söylediğiniz o sözlerden kendinize de bir ders çıkartsanız iyi olmaz mı?
Sayın Gül şimdi söylem ve eylemlerinizi yeniden gözden geçirmeniz için birkaç cümle sıralamak istiyorum:
Siz ki; bu ülkede pek de kimseye nasip olmayacak şekilde, Dışişleri bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunan tek kişisiniz. Bu çok büyük bir şükür vesilesi mi olmalıdır yoksa mevcut yönetimi topa tutmaya mı sebep olmalıdır?
Asıl olan devlet midir yoksa kişisel dostluklar mıdır?
HZ Peygamber’imizin suçlunun cezalandırılmasına dair kişisel affedici olunmaması anlamında “cezayı hak eden kızım Fatıma da olsa asla tereddüt etmem” diye söylediği hadiseyi yeniden okumak gerekmez mi?
Boydak’lar mı büyük ve önemli yoksa Türkiye Cumhuriyeti devleti mi?
Devlet mi önemlidir yoksa kişiler mi, devlete karşı işlenen suçların muhakeme edilmesi, dostane ilişkilerde olunan kişileri için göz ardı edilebilir mi?
Sırtında yumurta küfesi yokken, sorumluluk sahiplerini zorda bırakacak söylem ve eylemler şık mıdır?
Görevdeyken susup da “emekli” olunca “en doğrucu benim”, “en hakkaniyet bendedir”, devletin bekasını bile düşünmeden “dilime gelenleri söylerim” demek ne kadar halisane ve milli bir duruştur?
Sokaktan geçenlere laf atan, taş atan küfürler eden kişiyi (basın danışmanı gibi) susturmak evin reisinin görevi değil midir? Eğer ona ayar vermiyorsa, evin reisi de o “ayar”sızlığa ortak gibi algılanmaz mı?
Son casusluk davasıyla alakalı AYM’nin verdiği karara bakılınca, ülke menfaatlerini hiçe sayarak, ülkemizin sırlarını ifşa etmekten çekinmeyen, casusluk iddiasıyla içeri alınan iki kişinin tutukluluğunu bitiren kararlara olumlu oy verenler kimlerdir?
Hem nalına hem mıhına vurmak devlet adamlığına yakışır mı?
Görev deruhte ederken susup da, emekli olunca adeta “eteğindekileri dökmek” yiğitliğin şanında var mıdır?
Sizin ve Bülent Arınç’ın son zamanlarda sergilediği tavır ve mevcut AK Parti kadrolarına dair kullandığınız “yeni yetmeler” tavrı hoş mudur? O halde birisi kalkıp size demez mi; “Siz de Erbakan hocaya karşı aday olurken eski yetme miydiniz”, yeni yetme değil miydiniz?
Davaya eleştiri, hareketin içindeyken ve içerde yapılsa daha yapıcı olmaz mı idi? Görülen noksanlık ve eleştiriler şuanda yetkili mevkilerde olanlarla istişare şeklinde olsa daha fayda getirmez mi?
Ha yoksa eleştirileri aleniyet içinde medyaya yaparken, asıl amaç yapıcılık değil de “suyu bulandırmak”mıdır?
Devlet adamı denilen kişinin bazen kişisel durum ve konumuna halel getirecek bile olsa, konu devletin ali ve yüksek menfaatleri ise, yutkunmalı ve söyleyecek çok sözü olsa bile, “ülkemin menfaatleri her şeyin önündedir” büyüklüğünü göstermesi gerekmez mi?
Devlet adamı niteliği olan kişi, eşine, çocuklarına, yanında çalışanlara başıboş “serseri mayın” gibi beyanat vermelerine müsaade eder mi?
Biliyor musunuz Sayın Gül ve Sayın Arınç…
Bazen susmak en evla durumdur. Bazen susulması gereken yerde konuşmak, zehir akıtmak olur, suyu bulandırmak olur, “yürüyen atın başına vurmak” olur. Konuştukça batmak olur.
Yıllar içinde oluşturulan itibarı konuşarak yerle bir etmek yakışık alan bir şey midir? Siz görev yaparken “emekli” olanların nasıl susmasını istiyorsanız siz de izzetinizle susmalısınız. Size, dilinizden düşürmediğiniz “davanıza”, yol arkadaşlığınıza, ifa edip bitirdiğiniz görevinize -emin olun ki- yakışan budur.
Yoksa konuştukça batacak, battıkça çamurlaşacak ve itibar olarak sıfırlanacaksınız.
Sizleri takdir eden birisi olarak; lütfen yılların oluşturduğu kalifikasyonunuzu, karizma ve itibarınızı kendi dilinizle daha fazla yok etmeyin. İlk eyleminizde sustum yazmadım, sonra yine konuşup üzdünüz, yine şaşırttınız, yine sustum. Ama bir değil iki değil, üç değil… Artık söylemleriniz “kast-ı mahsusa” gibi olmaya başladı. Dayanamadım artık, bunları bile içim acıyarak yazıyorum. Zira konuşmaya devam ederseniz şuan daha %60 larına geldiğimiz Paralel Yapının GEN haritası içine sizlerin de girmiş olabileceği gibi korkunç bir düşünce beynimi zorlamaya başlayacak.
Bu konuda iyi hiçbir şey yapmıyorsunuz, bari susun, susun, susun…
Söz gümüş ise sükut altındır…
Bir sonraki Bir Portre'de buluşmak ümidi ile Allah’ın selamı üzerinize olsun, sağlıcakla kalın...
Çünkü bu makam bu ülkedeki en üst ve en şerefli makamdır. Cumhurun başıdır, başkomutandır ve bu ülkemizde daha üstü olmayan bir konumdur. Ama Sn. Erdoğan 2007'de kendisi olabilecekken “adayımız kardeşim Abdullah Gül” diyebilecek, özveriyi, fedakarlığı ve alicenaplığı göstermiştir.
Abdullah Gül’ de ülkemizde bu makama gelmiş ve hatta son 7 yıl süreli görev yapmış kişidir. Görev yaptığı geçmiş makamları ve görevleri tartışmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Ki; hayrıyla sevabıyla ve inanıyorum ki elinden gelen gayretiyle bu görevlerin gereğini ifa etmeye çalışmıştır.
Ama Cumhurbaşkanlığı görevi sonrası söylem ve eylemlerini şaşkınlıkla izliyorum. Nasıl olur diyorum, verdiği beyanatları üzüntüyle işitiyor ve okuyorum. Yedi yıl devletin başı olmuş birisi olarak “paralel yapı”yla mücadeleyi en fazla desteklemesi gereken biriyken, yaptığı açıklamalar adeta bir sabotaj işlevi görüyor.
Ülke ve AK Parti ne zaman kritik bir sürece girse Sayın Gül’den bir açıklama geliyor. Açıklama evlere şenlik, subjektif eleştiri. Yapıcı olmaktan ziyade, suyu bulandırıcı açıklamalar bunlar. Suyun bulandırılmasından ve şer odaklarına koz vermekten başka işe yaramayan inceden göndermelerle, hükümeti ve içinden geldiği partiyi zora sokup, müttehem duruma düşüren söylem ve isnatlar dolu sözler…
Uzağa gitmeye gerek yok…
7 Haziran seçimleri sonrası AK Parti tek başına iktidar olamayınca basın danışmanı Ahmet Sever bir kitap yazıyor. Kitabın pek çok kısmı AK Parti eleştirisi dolu.
Gül’e kitapla ilgili soruyor basın mensupları? Ahmet Sever kendi yazmış diyor, sanki hiç haberi yokmuş gibi…
Yapmayın Sayın Gül, yapmayın… Kimse aptal değil, siz de bilirsiniz ki “at sahibine göre kişner”, Basın Danışmanı’nız polisiye veya mitolojik roman yazmıyor, bizatihi sizin 12 yıllık biyografinizi yazıyor. Herhangi birinin, Ahmet’in, Mehmet’in 12 yılını yazmıyor, sizin on iki yılınızı yazıyor. Haberim yok demek -kusura bakmayın da- bizlerin, halkın aklıyla dalga geçmekten başka bir şey değildir.
Daha sonra Paralel Yapı’yla mücadele kapsamında yapılanlarla ilgili beyanlarınız hep hükümeti, yargı kurumunu zora sokacak cinsten. Hep ortadan gibi ama incecikten hükümete, Cumhurbaşkanı’nın eylemlerine eleştiri içeren söylemler…
MİT Tırlarıyla ilgili casusluk içeren eylemlerinden dolayı iki “gazeteci” tutuklanıyor ve yine o “meşhur” basın danışmanınız içerdeki tutukluya mektup yazıyor ve “size bunu yapanlar pişman olacak” diyor. Daha sonra bu malum casusluk iddialı “gazeteciler” genelde sizin atadığınız AYM üyelerinin oylarıyla salıveriliyor. Bu ülkeye yanlış yapılmasına ve casusluğa şiddetle karşı çıkanlar Ahmet Sever’i eleştiriyor ve yine bu “kerameti kendinden menkul”, “çok kıymetli” danışmanınız AK Parti’ye ve basında kendini eleştirenlere zehir zemberek sözlerle her tür hakareti içeren bir yazı kaleme alıyor.
Dikkatler size dönüyor ve sizden yine bu adamın söylem ve eylemlerine dair zerre bir eleştirel söz gelmiyor. Adeta “sükut ikrardan gelir” misali…
Bugün Palalel Yapı’yla mücadele kapsamında FETÖ’ye finansal destek iddiasıyla Boydak Holding yöneticileri gözaltına alındı. Evet biz de biliyoruz ki; “berat-i zimmet esastır” ve kimse suçu sabit olmadan suçlu ilan edilemez. Ama kimse de yargıya intikal etmiş bir konuda beyanda bulunamaz. Hele bu Cumhurbaşkan’lığı yapmış sayın Gül olursa, “ihsas-ı rey” olur.
Ama siz ne yaptınız, yine bu kişilerle ilgili soruşturma ilk başlatıldığında olduğu gibi yine milletin zihnini bulandıracak ve adeta yargılamayı etkileyecek cinsten beyanda bulundunuz.
Daha önce Sayın Demirel bir beyanda bulununca “ağlayan mütekebbir” Bülent Arınç’la beraber hemen; “Sayın Demirel eski bir cumhurbaşkanı ve emekliliğine baksın, bu işlere karışmasın” kabilinden sözler söylemiştiniz. Acaba Süleyman Demirel’e atfen söylediğiniz o sözlerden kendinize de bir ders çıkartsanız iyi olmaz mı?
Sayın Gül şimdi söylem ve eylemlerinizi yeniden gözden geçirmeniz için birkaç cümle sıralamak istiyorum:
Siz ki; bu ülkede pek de kimseye nasip olmayacak şekilde, Dışişleri bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunan tek kişisiniz. Bu çok büyük bir şükür vesilesi mi olmalıdır yoksa mevcut yönetimi topa tutmaya mı sebep olmalıdır?
Asıl olan devlet midir yoksa kişisel dostluklar mıdır?
HZ Peygamber’imizin suçlunun cezalandırılmasına dair kişisel affedici olunmaması anlamında “cezayı hak eden kızım Fatıma da olsa asla tereddüt etmem” diye söylediği hadiseyi yeniden okumak gerekmez mi?
Boydak’lar mı büyük ve önemli yoksa Türkiye Cumhuriyeti devleti mi?
Devlet mi önemlidir yoksa kişiler mi, devlete karşı işlenen suçların muhakeme edilmesi, dostane ilişkilerde olunan kişileri için göz ardı edilebilir mi?
Sırtında yumurta küfesi yokken, sorumluluk sahiplerini zorda bırakacak söylem ve eylemler şık mıdır?
Görevdeyken susup da “emekli” olunca “en doğrucu benim”, “en hakkaniyet bendedir”, devletin bekasını bile düşünmeden “dilime gelenleri söylerim” demek ne kadar halisane ve milli bir duruştur?
Sokaktan geçenlere laf atan, taş atan küfürler eden kişiyi (basın danışmanı gibi) susturmak evin reisinin görevi değil midir? Eğer ona ayar vermiyorsa, evin reisi de o “ayar”sızlığa ortak gibi algılanmaz mı?
Son casusluk davasıyla alakalı AYM’nin verdiği karara bakılınca, ülke menfaatlerini hiçe sayarak, ülkemizin sırlarını ifşa etmekten çekinmeyen, casusluk iddiasıyla içeri alınan iki kişinin tutukluluğunu bitiren kararlara olumlu oy verenler kimlerdir?
Hem nalına hem mıhına vurmak devlet adamlığına yakışır mı?
Görev deruhte ederken susup da, emekli olunca adeta “eteğindekileri dökmek” yiğitliğin şanında var mıdır?
Sizin ve Bülent Arınç’ın son zamanlarda sergilediği tavır ve mevcut AK Parti kadrolarına dair kullandığınız “yeni yetmeler” tavrı hoş mudur? O halde birisi kalkıp size demez mi; “Siz de Erbakan hocaya karşı aday olurken eski yetme miydiniz”, yeni yetme değil miydiniz?
Davaya eleştiri, hareketin içindeyken ve içerde yapılsa daha yapıcı olmaz mı idi? Görülen noksanlık ve eleştiriler şuanda yetkili mevkilerde olanlarla istişare şeklinde olsa daha fayda getirmez mi?
Ha yoksa eleştirileri aleniyet içinde medyaya yaparken, asıl amaç yapıcılık değil de “suyu bulandırmak”mıdır?
Devlet adamı denilen kişinin bazen kişisel durum ve konumuna halel getirecek bile olsa, konu devletin ali ve yüksek menfaatleri ise, yutkunmalı ve söyleyecek çok sözü olsa bile, “ülkemin menfaatleri her şeyin önündedir” büyüklüğünü göstermesi gerekmez mi?
Devlet adamı niteliği olan kişi, eşine, çocuklarına, yanında çalışanlara başıboş “serseri mayın” gibi beyanat vermelerine müsaade eder mi?
Biliyor musunuz Sayın Gül ve Sayın Arınç…
Bazen susmak en evla durumdur. Bazen susulması gereken yerde konuşmak, zehir akıtmak olur, suyu bulandırmak olur, “yürüyen atın başına vurmak” olur. Konuştukça batmak olur.
Yıllar içinde oluşturulan itibarı konuşarak yerle bir etmek yakışık alan bir şey midir? Siz görev yaparken “emekli” olanların nasıl susmasını istiyorsanız siz de izzetinizle susmalısınız. Size, dilinizden düşürmediğiniz “davanıza”, yol arkadaşlığınıza, ifa edip bitirdiğiniz görevinize -emin olun ki- yakışan budur.
Yoksa konuştukça batacak, battıkça çamurlaşacak ve itibar olarak sıfırlanacaksınız.
Sizleri takdir eden birisi olarak; lütfen yılların oluşturduğu kalifikasyonunuzu, karizma ve itibarınızı kendi dilinizle daha fazla yok etmeyin. İlk eyleminizde sustum yazmadım, sonra yine konuşup üzdünüz, yine şaşırttınız, yine sustum. Ama bir değil iki değil, üç değil… Artık söylemleriniz “kast-ı mahsusa” gibi olmaya başladı. Dayanamadım artık, bunları bile içim acıyarak yazıyorum. Zira konuşmaya devam ederseniz şuan daha %60 larına geldiğimiz Paralel Yapının GEN haritası içine sizlerin de girmiş olabileceği gibi korkunç bir düşünce beynimi zorlamaya başlayacak.
Bu konuda iyi hiçbir şey yapmıyorsunuz, bari susun, susun, susun…
Söz gümüş ise sükut altındır…
Bir sonraki Bir Portre'de buluşmak ümidi ile Allah’ın selamı üzerinize olsun, sağlıcakla kalın...
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.