TİC Holding Header
  • USD 32.318
  • EUR 35.121
  • Altın 2292.771
  • BIST 100 8880.09
Tezcan Erdoğan

Tezcan Erdoğan

Görünmeyen düşman virüs mü insanın ta kendisi mi?

Televizyon ekranlarında dönen bir kamu spotunda koronavirüs için "görünmeyen bir düşman ile savaşıyoruz" deniliyor. Peki ne kadar doğru acaba bu bir bakalım.
Görünmeyen düşman virüs mü insanın ta kendisi mi?
Ben koronavirüsün her şeyden önce "düşman" olarak nitelendirilmesini doğru bulmuyorum. Bir virüs ne için insanlara düşman olsun ki hiç yok yere. Tıpkı vahşi doğada bir yarasa üzerinde öylece duran bir virüsün durup dururken bir insana bulaşmaması gibi insanlar yarasayı vahşi doğadan alıp sofralarına koymasalardı bu virüs belki de hiç bir insan için dert olmayacaktı. Aslında bizzat bazı insanların kendisidir virüs. İnsan kendisini evrenin tek sahibi ve hakimi gördüğünde hiç bir canlının doğasına da saygı duymamaya başlar. Nitekim günümüzde bu azgın karakterler dünyamızı yaşanmaz hale getiren başlıca aktörlerdir. Genetik bilimi geliştikçe daha da cüretkar bir şekilde canlıların ve maddelerin doğası ile oynamaya başlayan modern insanlar, tıpkı züccaciye dükkanına dalmış bir fil gibi etrafını yıkıp parçalamaya başlamıştır.

Henüz genetik bilimi gelişmeden önce de geleneksel yöntemlerle canlı doğası ile oynayabilen insanlar, bu masum ve insan türü için faydalı olan "ilahi yetkiyi" günden güne bilim geliştikçe artık tamamen ulusal ya da kişisel arzularının aracı haline getirmişlerdir. Doğada zaten işlemekte olan bir "evrim" vardır. Yüzyıllardır insanlar gözlemler ile bu evrimin yasalarını öğrenerek yabani hayvanları evcilleştirmiş ve yine bazı hayvan ve bitki cinslerini ıslah ederek insanlığın faydasına kullanmaya başlamışlardır. Fakat son yıllarda endüstriyel gelişmelere bağlı olarak küresel sermaye tarafından canlılar istismar edilmektedir. Buna en bilinen örnek "tavuk endüstrisi" olarak karşımıza çıkar.

Doğrusu ne bakteriler ne de virüsler, uygun davranışlar ve yöntemler ile kendilerine davranılmış olsa insanlar için en ufak bir tehlike bile oluşturmazlar. Yüzyıllardır insanlar bu bakterilerden faydalanarak salamura, konserve, turşu, sirke, maya, yoğurt ve yüzlerce çeşit gıdayı üretebilmişlerdir. Ancak bakterilerin dünyasını tanımaz isek tabi ki bazı bakteriler hastalanmamıza ve gıdalarımızın bozulmasına yol açabilir. Virüsler de aynı şekilde faydalı olarak kullanılabilir. Hele de günümüzde genetik mühendisliğinin kaydetmiş olduğu mesafe göz önüne alınırsa, virüsleri kullanarak insan genetiğine müdahale edebilir ve bazı hastalıkları tedavi edebiliriz. Dolayısıyla yine asıl tehlikeli olanlar virüsler ya da bakteriler değil, onları görmezden gelen, onlara karşı savaş açan ve onları yok etmeye çalışan insanlardır. Allah'a şükürler olsun ki, ilahi tasarım ile bu varlıklara "mutasyon edebilme" yeteneği verilmiş ve bu şekilde bugüne kadar varlıklarını bir şekilde sürdürebilmişlerdir.

En başta söylediğim gibi ben koronavirüsün insanlara düşman olduğuna inanmıyorum. Üstelik "görünmez düşman" denilmesi beni hepten sinir ediyor. Biz uygun ortamlarda çeşitli bilimsel araç ve yöntemler ile koronavirüsü rahatlıkla görebiliyoruz. Evet belki direkt gözlerimizle göremiyoruz ama bu o kadar da şart değil bence. Göremiyorsak da hissedebiliriz onu ya da her yerde "var sayarak" tedbirli davranışlarla koronavirüse karşı korunabiliriz değil mi. Bahsettiğim tedbirleri artık hepimiz ezberledik diye düşünüyorum. Nedir bunlar; maske, mesafe ve temizlik. Bu üç tedbir özellikle gözlerimizle göremesek bile bizleri virüsün bulaşmasından ya da "hasta edecek" kadar bulaşmasından kesinlikle koruyabilir.

Bütün bunlar haftalardır her yerde anlatılıp gösteriliyor zaten. Fakat insanlar bu işi ciddiye almazlar ise bulaşma özelliğine sahip bu virüsler de yaratılışları gereği insanlara bulaşır ve hasta edebilirler.

Evet virüsü gözümüzle göremesek de ne yollarla bulaşabildiğini, vücudumuzda özellikle hangi bölgelere yerleşirse orada çoğalıp insanları hasta edebileceğini net olarak biliyoruz. Dolayısıyla bildiklerimizi hep aklımızda tutup ona göre davranışlar gösterirsek virüsün kendimiz için tehlike oluşturmasını da engellemiş oluruz. Örneğin maske kullanımına bakalım. Bu maskeler ağzı ve burnu kapatacak şekilde yüze yerleştirilmeli fakat uygulamalara bakıyorsunuz ki çoğu insan maskesini ya çene altında taşıyor ya da kolunda ve bileğinde sallandırıyor. Üstelik sık sık değiştirilmesi ve yenilenmesi gereken bu maskeler belki de bir hafta boyunca hiç yenilenmeden tekrar tekrar kullanılıyor. Şimdi bu virüsler insana bulaşırsa suç virüsün mü yoksa tedbirsiz davrandığı için insanların mı? Mesafe kuralına hiç değinmeye gerek bile duymuyorum zaten her şey günlerdir apaçık ortaya saçılmış durumda. Temizlik ise tam bir komedi zaten. Kısıtlamaların kalkmasından sonra gördük ki, virüsün bulaşmasına ve salgının genişlemesine karşı en önemli etkiyi şu iki tedbir göstermiştir, bunlar; "kısıtlamalar ve yasaklar". Hiç birimizin hoşuna gitmese de salgının kontrol altına alınabilmesi, insanların kontrolsüz davranışlarını kısıtlamak ve yasaklarla engellemekmiş meğer.

Birkaç gündür yapılan testlerde vaka sayısında ciddi bir artış dikkat çekmekte. Sayı bakımından az görülse de oran bakımından bakarsak vaka sayısının bir hafta içinde %100 artarak ikiye katlandığını görürüz. Fakat bununla beraber asıl bakılması gereken bu vakaların hastanede yoğun bakıma ya da entübasyona alınıp alınmadığı olmalı. Testler yapılırken hastanın virüsten enfeksiyon kaptığı görüldüğünde bu vaka sayısına işleniyor. Ancak bu vakalar çoğunlukla evde karantina altında kalınması şartıyla serbest bırakılan hastalar oluyor. Bir insan enfekte olduğunda mutlaka hasta olacak diye bir şart yok. Hatta çoğunlukla bu kişiler asemptomatik olarak ayakta atlatıyorlar hastalığı. Hiçbir hastalık belirtisi göstermeden enfeksiyondan kurtuluyorlar.

Havaların ısınması ile beraber insanlar kalabalık ortamlarda gezmeye başladılar. Herkes virüs taşıyıcısı olabilir, dikkat etmek lazım. Özellikle hepimizin artık ezberlediği maske, mesafe ve temizlik tedbirleri uygulanırsa, toplumda viral yük azalacağından, enfeksiyon kapılsa bile hastalık ilerleme kaydedemeyecektir. Ama vaka sayısındaki artış bu hızla ilerlemeye devam ederse Bilim Kurulu tavsiyeleri doğrultusunda ilk önce yine özellikle 65 yaş üstüne sokağa çıkma kısıtlamaları gelebilir. Bugüne kadarki vefat edenlerin arasında 65 yaş üstünün oranının %93 olduğu düşünürsek, viral yük az olsa bile özellikle yaşlılarda bu sorun olabilir. Yaşlılar ve yaşlı yakınları bence çok daha dikkat etmelidirler.

Ülke olarak hiçbir vatandaşımız tekrar en başa dönülmesini istemiyordur diye düşünüyorum. Hazır kısıtlamalar kalkmışken özgürlüğün tadına varalım elbette ancak tedbiri elden bırakmayın ki tadı damağınızda kalmasın. Gereksiz sarılıp öpüşmeler, tokalaşmalar, kalabalık ortamlar, havasız ve kirli alanlar, toplu taşıma araçları, pazar yerleri ve bunlar gibi kontrolün zor olduğu yerler bir süre daha hayatımıza girmemeli. Hani 90'lı yıllarda bir protesto şeklinde hayatımıza giren "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemi vardı, bugün için de buna şöyle diyebiliriz: "sürekli özgürlük için kısa süre tutsaklık".

İşimize gücümüze bakalım, tatile çıkalım, sosyalleşelim ama bütün bu şeyleri önce tedbirli olarak yapalım. İhtiyaç haricinde kalabalık ortamlara girmeyelim, toplantılara, düğünlere ve kutlamalara bir süre daha uzaktan seyirci kalalım. Ne işyerlerimiz tekrar kapansın ne evlerimize hapsolalım ne de tatilimiz zehir olsun.

Hiçbiri inşallah bir daha olmasın.

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın