Sözün bittiği an aslında realite ile yüzleşilen andır

Sözün bittiği an aslında realite ile yüzleşilen andır

Üzgündü…
Başına gelenleri hak etmediğini düşünüyordu…
Neredeyse,
“Herkese ve her şeye lanet edip; gidip, münzevi bir hayat yaşayasım var” diyecek noktadaydı.
Haksız mıydı?
Çok haklıydı…
İnsanın yavşadığı, mantığın yavşaklaştığı bir ortamda düz mantık yürütüyor,
“Neden ve Niçin” soruları beynini kemiriyor,
Bir türlü havsalası almıyordu…

Önce izledim,
Sonra dinledim ve düşündüm:
“Acaba, onun yerinde ben olsam; onun kadar bile sakin kalabilir miyim?”
Cevabım “kalamam” oldu…

Akabinde sohbete başladım.
Temkinli dinliyor,
Ve,
Hep, klişeleşmiş nasihat cümleleri ne zaman gelecek diye bekliyor gibiydi.
Girmedim o topa…
Çünkü,
Klişeler konusunda kendisiyle hemfikirdim…
Olumlu bir cümleden sonra, “…ama/…fakat” veya “…de/…da” ile başlayan cümlelerden ben de nefret ederdim.

Öfkesi,
Ve,
Kötülük edene susmaması ve hatta yumruk atması nedense hoşuma gitmişti…
Ama,
Doğru yaptığı bir eylemden sonra bile savunma yapma ihtiyacı hissetmesi rikkatime dokunmuştu.
Sanki,
Derinlerde bir dip dalga, bir negatif ezber ve öfkesel bir obruk gizlenmiş,
Ve sanki,
Akıl yanıyla bunu aşması gerektiğini idrak ederken, duygu boyutunda kırıp-dökmek, delice bir öfke kusmak ve zehrini akıtmak istiyor gibiydi…
Yine de,
Her şeye ve henüz yaşanmamış yaşına,
Deneyim edinmemiş hayatına rağmen;
Hala,
Hedef koyuyor olmasını,
Soğukkanlı kalabilmesini,
Ve,
Başarı odaklı güçlü olma Aşkını, hem takdir ettim hem çok sevindim…
Bundan sonra da,
Pek çok muzır manilerle karşılaşacak olmasına
Ve,
Elinde olmadan biriktirdiği öfkeye rağmen,
Ben inanıyorum ki;
Sahip olduğu karakter/hırs/zeka/kapasite ve potansiyeli sayesinde
Menzil-i maksuduna ulaşacaktır…

Kendisine “Almanya’daki işleyişi” sordum…
Bir anda,
Refik Halit Karay’ın “Eskici” hikayesindeki Hasan gibi heyecan ve beğeni içinde peşpeşe cümleler kurmaya başladı.
Şaşırmıştım…
O anlattıkça benim merakım arttı; ben yine sordum,
Ben sordukça,
Onun heyecanı arttı,
Ve,
Almanya’nın başarıya ve başarılı olana ne kadar müşevvik davrandığını,
Prensiplerin/kurallar olduğunu; daha da önemlisi, kurallara istisnasız ve tavizsiz nasıl uyulduğunu güzel güzel ve örneklerle anlattı…
Bir nevi,
Almanya’nın nasıl Almanya olduğunu,
Türkiye’nin neden bir baltaya sap olamadığını çok güzel izah etti…

Anlattıklarından referansla,
Ve,
Yaşadığı haksızlıklardan hareketle,
Dedim ki:
Sen farklısın, fark yaratansın…
Dedi ki:
Deme öyle; utanırım… Utanmaya başladım…
Dedim ki:
Sen utanma…
Hasette yarışanlar,
Başarıyı, diğerinin başarısızlığında arayanlar
Ve,
Başaranın önüne taş taşıyanlar utansın…
Dedi ki:
Sanki iyi oldu…
Bu şerden bir hayır doğdu;
Kifayetsiz muhterislerin attığı taş,
Silik ve niteliksiz insanların yardığı baş,
Ve,
İttifak-ı Hasid’in kaşıkladığı aş beni bana getirdi,
Farkımı fark ettirdi,
Azmimi perçinledi…
Dedim ki:
Biliyorum,
Kibirden uzaksın,
Ama,
Fazla mütevazi de olma…
Hele de,
Kötü ve kötücül olana tevazunu koklatma…
Tamam,
Her koşulda asla kötü olma,
Ama,
İyi de olma; zorunda değilsin…
Tamam,
Her koşulda asla yalan söyleme,
Ama,
Doğruyu da söyleme; hak edenler nasiplensin…
Unutma!
Zekat bile hak edene verilir…
Herkes yediğinden yedirir,
Ve,
Herkes hak ettiği muameleyi görmelidir…
Aksi takdirde,
Haksız bir şekilde, hak etmediğin bir muamele gösterilir…
Dedi ki:
Haset edenlere, kötücül düşünenlere ben hiç haset etmedim, kötü düşünmedim ki…
Dedim ki:
Yanlış yerden bakmaktasın…
Akrebin mizacı sokmak; neye şaşırırsın, sen nasıl bir şaşkınsın!
Farklı olan, fark yaratan insanlar; hep aykırı bulunurlar.
Yalnız olurlar,
Zaten hep yalnızdılar…
Aslında,
Yıldız oldukları için yalnızlar ve engelleri yalnız aşabildikleri ölçüde yaldızlanırlar…
Tıpkı,
Kayahan’ın,
“Ben Anadolu çocuğuyum,
Bildiğin gibi…
Kızdı mı, dünyaya yakarca bakan,
Sevdi mi, içinde ormanlar yanan…
Tek tabanca, yalansız çıkmış yıllardan,
Yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar.
Benim bu aleme aklım ermiyor...”
dediği gibi,
Dedi ki:
Kimsenin hakkını yemedim ki ben...
Bazı insanlar,
Neden Allah’tan korkmazlar, kuldan utanmazlar?
Niçin benim önümü kesmek isterler?
Dedim ki:
Utanmazlar, utanmaz oldukları için utanmazlar…
Ama,
Allah’tan korkmayanlar kuldan korkarlar…
Onlar;
Kula kulluk ederek yolunu bulanlar,
Utanmayı unutanlar,
Bir bok başaramayan ama başkasına bok atmakta çok başarılı olanlar…
Mevlana’ya tokat atarlar,
Ama,
Şems-i Tebrizi’den eşek gibi korkarlar…
Çünkü onlar,
Allah’tan korkmaz ama güce taparlar…
Son tahlilde sert Kayaya toslarlar...
Dedi ki:
Anladım,
Artık yalnız değilim…
Ben ve yalnızlığım; ikimiz, biz…
Anladım,
Kötü ve kötüler bitmeyecek,
Ama,
Yalnızlığım ve ben, asla pes etmeyecek…
Dedim ki:
Bak şimdi oldu…
İşte şimdi,
Yaşamın yanlışını doğru okudun…
Ama,
Kötülerden daha uzak olmak, yanlışı daha doğru okumak için; haftada bir Hasan Hüseyin Korkmazgil okumalısın…
Dedi ki:
Ne demek istedin? O da kim?
Anlamadım ki?
Dedim ki:
Korkmazgil, seni ve sen gibileri “Yolcu” diye tanımlar.
Ve,
Şöyle der:
“Görüyorum ki, bir an önce varmak istiyorsun oraya.
Gerginsin, kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu!
Coşkunluğun ne güzel, öfken ne güzel…
Sana selam, sana saygı ey yolcu!”


Sonra sorar Yolcu’ya:
“Fakat düşündün mu yolunun uzunluğunu?
Neler var yolunun üstünde, düşündün mu?”


Akabinde,
Nehir örneğinden hareketle yol gösterir:
“Nerelerde ve niçin durgundur nehirler,
Nerelerde ve niçin hırçındır nehirler?
……………………
Gözlerinle gör, duy kulaklarınla…
Gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlere…”


Dayanamaz,
Nasihat vermeye başlar:
“İyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil…
Dizlerini, ciğerlerini, yüreğini sıkı tut…
Daha koş, daha koş diye alkış tutanlara kanıp da, kesilip kalma yarı yolda…
Büyükse dağ, aşamıyorsa üstünden nehir, dolanır çevresini dağın.
Büyükse kaya, söküp atamıyorsa nehir; birikip birikip taşar üstünden, dolanır yanını yöresini.
Yokuşsa yolu, koşamıyorsa menderesler çizer nehir.


Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak…
Engeller nasıl aşılır; öğren nehirlerden…
Yarı yolda yok olup gitmek değildir amaç;
Nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya…”


Tam bu esnada,
Efkar basmış ve duygulanmış olmalı ki;
Söylemeyi hiç sevmese de “Keşke bugünkü aklımla senin yaşında olsam” cümlesi aklına gelir…
Mırıldanır gibi söylenir ama aslında kendi kendine bir hayıflanmadır:
“…… Boşuna sevmedim nehirleri…
Aktıkça büyümesi boşuna değil nehirlerin…
Akan büyür ey yolcu!”


Sonra sanki,
Görür ve işitir; yolcunun gözleriyle anlattıklarını…
Adeta,
Sahip olduğu zeka, kapasite, potansiyel ve enerjisinin tacizinden muzdarip Yolcu’nun, “…ama” diye başlayacak cümlesinin önünü kesmek istercesine,
Ezcümle babında,
Ve,
“Biz bu saçları değirmende ağartmadık yiğidim” bağlamında; muzip bir tebessümle şunları söyler:
“Erişir, menzil-i maksuduna aheste giden” demiyorum ben sana,
“Tiz reftar olanın payine damen dolaşır” da demiyorum.
Böyle demiyor çünkü nehirler…
Duracaksın, dolacaksın, atlayacaksın,
Aşacaksın, koşacaksın ve varacaksın oraya, diyor nehirler…
Öyle diyorum ben de!
Beni dinle, beni anla ey yolcu!..”

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet cinsel sohbet