Otel otel değil; Devlet konukevi mübarek…
Ne otelmiş be arkadaş…
Onunla yatıyor, onunla uyanıyoruz.
Kimler kimler…
Burada yatmışlar, burada kalkmışlar, orada tatil yapmışlar…
Valla "Devlet Konukevi" gibi…
Keşke hotelin girişine "Kamusal Misafirhane" yazılsa,
Ve, "meccanilik esastır,
Konaklamacı ücret ödemez; arkadaşlarınca ödenir…" denseymiş!..
Bodrum Bodrum olalı böyle işkence görmedi…
Artık nasıl bir otelse/hotelse; on-yirmi-elli-yüz bin TL'lik, günlük konaklama bedelleri varmış…
Arkadaş, bu konaklama bedellerini duyup da; gel de kafayı yeme.
Bu otelde tılsımlı su mu akıyor,
Yoksa efsunlu mu…
Gidenin boyu mu uzuyor yoksa ömrü mü uzatılıyor,
Bu hotelde kalırsan altın mı s.çıyorsun,
Ömüre ömür katan bir mistizmi mi var,
Veya, bu hotel "cennet fragmanı" mı!..
Yahut da, bu hotele çöken "muhteremler", uhrevi bir imtiyaz ve şefaat etme yetkisine sahipler de; bu hotelde kalanlar "ahiret gününde" bu çökücü seçilmişlerin "şefaatine" nail olup, kabirde "Münker-Nekir" sorgusundan muaf mı olacaklar!..
Filanca siyasi; bu hotelde,
Falanca başkan-bürokrat, bu hotelde,
Feşmekanca gazeteci bu hotelde.
Her geçen gün yeni isimler…
Sorunca da;
"Bu hotelin kime ait olduğunu bilmiyordum,
Bir arkadaşın davetlisiydim,
Geçerken uğradım,
Tesadüfen kaldım,
Ben düştüm, siz düşmeyin…" gibi gibi akla ziyan açıklamalar….
"Ey" arkadaş; hani bir fıkra vardı ya;
Zengin bir adam ölmüştü de ilk gece fakir, garip-gureba bir hamal ona yoldaşlık etmek için yanında kalmıştı ve sabaha kadar bir iple bir küfenin hesabını verememişti ve;
Babamız nasıl diyen zengin adamın çocuklarına: "ben sabaha kadar bir iple küfenin hesabını veremedim. Babanızın durumunu varın siz düşünün…" demişti ya…
Bence o an gelip de; yukarıda yaptığınız açıklamaları yapmaya kalkarsanız, işiniz çok zor.
Yemez yemez; sual melekleri (Münker-Nekir) yemez.
"Hani biz sizin sorgunuzdan muaftık. Çünkü dünyada her türlü soru-sorgu ve mahkemelerden muaf olmuştuk" deseniz de; boşadır, boşunadır.
Hile-i Şeriyye'lerinize kanmazlar…
Türk Milli Futbol Takımı…
İkinci maç da gitti.
Ki, bu takım; dün Almanya'yı yenen Fransa'yı yenen takımdı.
Sürekli yan pas-geri pas…
Türk'ün Türk'e propagandası gibi.
Yahu bu takıma birisi çıkıp da;
"Gol atmadan maç kazanılmaz,
Gol atmak için de rakip kaleye gitmek-ulaşmak lazım…" dememiş mi!..
Namus Meselesi…
Bir Korkmaz Yiğit vardı.
Alaattin Çakıcı kendisini aradığında "kimyasının bozulduğunu" söylemişti.
Şimdi de Sedat Peker…
Aslında o, birilerinin kimyasını bozmaktan ziyade ve öte; kimyaların bozukluğuna ve kokuşmuş kimyasallara parmak basarak; tuzlamanın bile çare olmayacağına ve çünkü tuzun da kimyasının bozulmuşluğuna işaret etti.
Ve hatta, kendisini de bundan ari-ayrı ve hariç tutmadan…
"Namusu maaşı kadar olanlar,
Namuslu olun lan,
Namuslu olun ve kaldığınız hotelin faturasını gösterin…" dedi ve kimyasal bir çözülme başlattı.
Ve, düşük çözünürlüklü-zayıf kimyasallı kimi insancıklar hemencecik tepkimeye girerek, bir "namus" tartışması başladı.
Galiba, bam tellerine dokunuldu.
"Namus" dile düştü.
Adeta, ağızlarda sakız…
Namus namus diye, namus çiğneniyor.
Sedat Peker'den gazetecilere, siyasilere, birlikte iş tutup yan çizen kimilerine,
Siyasetçiden siyasetçiye ve gazeteciye,
Gazeteciden gazeteciye ve siyasetçiye; "namus-namuslu ol-namusun varsa…" gibi bir tartışma, almış başını gidiyor.
İddialar, iftiralar, savunmalar, saldırmalar,
Sövmeler, kızmalar,
Erkeklenme-efelenme ve aşağılamalar hep "namus" üzerinden…
Namus namus olalı, hiç bu kadar dile düşüp, aşağılanmamıştı.
Yazıktır be ya,
Şeyini şey ettiniz, bu "namus" denen şeyin…
Ar'sızlaştırdınız,
Ar'dan arınmış bir nomos'a dönüştürdünüz, namusu!..
Gerçi boş verin; çiğnemeye devam edin.
Ve hatta, tepinin üzerinde…
Çünkü, nasılsa "namuslu" olmaktan ziyade "namusculuk" pirim yapıyor.
Kahrolsun "Namus", yaşasın "Namusculuk"!..
Heyttt beee…
Kim tutar sizi!..
Onunla yatıyor, onunla uyanıyoruz.
Kimler kimler…
Burada yatmışlar, burada kalkmışlar, orada tatil yapmışlar…
Valla "Devlet Konukevi" gibi…
Keşke hotelin girişine "Kamusal Misafirhane" yazılsa,
Ve, "meccanilik esastır,
Konaklamacı ücret ödemez; arkadaşlarınca ödenir…" denseymiş!..
Bodrum Bodrum olalı böyle işkence görmedi…
Artık nasıl bir otelse/hotelse; on-yirmi-elli-yüz bin TL'lik, günlük konaklama bedelleri varmış…
Arkadaş, bu konaklama bedellerini duyup da; gel de kafayı yeme.
Bu otelde tılsımlı su mu akıyor,
Yoksa efsunlu mu…
Gidenin boyu mu uzuyor yoksa ömrü mü uzatılıyor,
Bu hotelde kalırsan altın mı s.çıyorsun,
Ömüre ömür katan bir mistizmi mi var,
Veya, bu hotel "cennet fragmanı" mı!..
Yahut da, bu hotele çöken "muhteremler", uhrevi bir imtiyaz ve şefaat etme yetkisine sahipler de; bu hotelde kalanlar "ahiret gününde" bu çökücü seçilmişlerin "şefaatine" nail olup, kabirde "Münker-Nekir" sorgusundan muaf mı olacaklar!..
Filanca siyasi; bu hotelde,
Falanca başkan-bürokrat, bu hotelde,
Feşmekanca gazeteci bu hotelde.
Her geçen gün yeni isimler…
Sorunca da;
"Bu hotelin kime ait olduğunu bilmiyordum,
Bir arkadaşın davetlisiydim,
Geçerken uğradım,
Tesadüfen kaldım,
Ben düştüm, siz düşmeyin…" gibi gibi akla ziyan açıklamalar….
"Ey" arkadaş; hani bir fıkra vardı ya;
Zengin bir adam ölmüştü de ilk gece fakir, garip-gureba bir hamal ona yoldaşlık etmek için yanında kalmıştı ve sabaha kadar bir iple bir küfenin hesabını verememişti ve;
Babamız nasıl diyen zengin adamın çocuklarına: "ben sabaha kadar bir iple küfenin hesabını veremedim. Babanızın durumunu varın siz düşünün…" demişti ya…
Bence o an gelip de; yukarıda yaptığınız açıklamaları yapmaya kalkarsanız, işiniz çok zor.
Yemez yemez; sual melekleri (Münker-Nekir) yemez.
"Hani biz sizin sorgunuzdan muaftık. Çünkü dünyada her türlü soru-sorgu ve mahkemelerden muaf olmuştuk" deseniz de; boşadır, boşunadır.
Hile-i Şeriyye'lerinize kanmazlar…
Türk Milli Futbol Takımı…
İkinci maç da gitti.
Ki, bu takım; dün Almanya'yı yenen Fransa'yı yenen takımdı.
Sürekli yan pas-geri pas…
Türk'ün Türk'e propagandası gibi.
Yahu bu takıma birisi çıkıp da;
"Gol atmadan maç kazanılmaz,
Gol atmak için de rakip kaleye gitmek-ulaşmak lazım…" dememiş mi!..
Namus Meselesi…
Bir Korkmaz Yiğit vardı.
Alaattin Çakıcı kendisini aradığında "kimyasının bozulduğunu" söylemişti.
Şimdi de Sedat Peker…
Aslında o, birilerinin kimyasını bozmaktan ziyade ve öte; kimyaların bozukluğuna ve kokuşmuş kimyasallara parmak basarak; tuzlamanın bile çare olmayacağına ve çünkü tuzun da kimyasının bozulmuşluğuna işaret etti.
Ve hatta, kendisini de bundan ari-ayrı ve hariç tutmadan…
"Namusu maaşı kadar olanlar,
Namuslu olun lan,
Namuslu olun ve kaldığınız hotelin faturasını gösterin…" dedi ve kimyasal bir çözülme başlattı.
Ve, düşük çözünürlüklü-zayıf kimyasallı kimi insancıklar hemencecik tepkimeye girerek, bir "namus" tartışması başladı.
Galiba, bam tellerine dokunuldu.
"Namus" dile düştü.
Adeta, ağızlarda sakız…
Namus namus diye, namus çiğneniyor.
Sedat Peker'den gazetecilere, siyasilere, birlikte iş tutup yan çizen kimilerine,
Siyasetçiden siyasetçiye ve gazeteciye,
Gazeteciden gazeteciye ve siyasetçiye; "namus-namuslu ol-namusun varsa…" gibi bir tartışma, almış başını gidiyor.
İddialar, iftiralar, savunmalar, saldırmalar,
Sövmeler, kızmalar,
Erkeklenme-efelenme ve aşağılamalar hep "namus" üzerinden…
Namus namus olalı, hiç bu kadar dile düşüp, aşağılanmamıştı.
Yazıktır be ya,
Şeyini şey ettiniz, bu "namus" denen şeyin…
Ar'sızlaştırdınız,
Ar'dan arınmış bir nomos'a dönüştürdünüz, namusu!..
Gerçi boş verin; çiğnemeye devam edin.
Ve hatta, tepinin üzerinde…
Çünkü, nasılsa "namuslu" olmaktan ziyade "namusculuk" pirim yapıyor.
Kahrolsun "Namus", yaşasın "Namusculuk"!..
Heyttt beee…
Kim tutar sizi!..
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
C.T