Kurbağanın kaynaması ve dramatik son..
"Bir kurbağayı kaynar suyun içine bırakırsanız hemen tepki vererek kendini dışarı atar.
Buna "ani şok etkisi" denir.
Ancak, aynı kurbağayı soğuk veya ılık suyun içine koyarsanız ve korkutmazsanız öylece kımıldamadan duracaktır.
Suyu alttan yavaş yavaş ısıtırsanız sıcaklık yükselirken kurbağa hiçbir şey yapmaz tersine kaplıcada gevşeyen insanlar gibi keyif de alır.
Atalet ve rehavet başlar.
Yükselen sıcaklıkta kurbağa, sarhoşluk hazzıyla kendinden geçerek dışarı çıkamayacak hale gelecektir. Kaçmak için hiçbir engel kalmadığı halde dışarı kaçamaz ve haşlanır, pişer ve patlayarak ölür.
Suyun sıcaklığı yakıcı seviyeye geldiğinde, kurbağa zıplayıp kaptan dışarı çıkmak istese de; artık çok geçtir.
Bacak refleksleri çalışmayan kurbağanın ölümü artık mukadderdir.
Çünkü kurbağanın sinir sistemi yavaş ve tedrici değişimlere değil ani değişikliklere göre programlanmıştır."
Çocuğunuz büyür ama pek farkedemeyiz. Çünkü sürekli görüyor ve onun her anını yaşıyoruz.
Ama birkaç ay uzak kaldıktan sonra, görünce; "aaaa… benim çocuğum büyümüş…" deriz.
Denmesi bedava…
Saçlarımız uzar uzar ama bir noktaya gelmedikçe farkedemeyiz.
Alım gücümüz düşer, düşer düşer…
Aldırmayız.
Ne zaman ki; ayın yarısında cep boşalır, alamazlaşır ve borçlanma artarsa, fiyat artışının veya fakirleşmenin farkına varırız.
Pek görülmeyen bir olay olur; şiddete düşer ve şok etkisi yaşarız.
"Olmaz, olamaz.." deriz.
Fakat olay sık sıklaşır.
Dozu ve etkisi de, gün be gün artar.
Ama biz ilk olaydaki keskin tepki bile vermezleşiriz.
Çünkü rutinleştiririz,
Sıradanlaştırır ve önemsizleştiririz.
Tepkisizleşme ve hissizlik içinde kaynıyoruz.
Çünkü sürekli yaşanırlaşma başlamıştır, artık.
Ve aynı kurbağa gibiyizdir.
Rehavet batağında, tembellik döşeğinde, umursuzlaşma sıradanlığında, batak saltanatın kan ve ölüm uykusundayız.
Tıpkı doğalgaz zehirlenmesi gibi,
Ve tıpkı, karlı dağlarda uyuşmayla başlayan beden ve beynin, kardaki kan uykusu gibi…
Hatta ulviyet, uhreviyet ve mistizm katıp; "gökten ne yağmış ki; yer onu götürmesin…" gibi vecizelerle tolerizasyon yaparız.
Sonra kendimizi suçlar; "biz zalimiz ki; Allah zulüm gönderdi, bize…" deriz.
Hatta dini şeairin tüm emir ve nehiylerini ifa etmişiz, her türlü vecibesini icra etmişiz gibi, Kuranî delillendirmeler yapar; acziyet, atalet ve rehavetimizi manevileştirir; "Siz nasıl hakkederseniz öyle idare edilirsiniz.." gibi küllî iradeye teslimiyetin lüzum ve mutlaklığına sığınırız.
Tevekkül ve teslimiyet zırhına bürünürüz.
Halbuki bu noktaya adım adım geldik,
Yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla bugünlerin taşlarını döşedik,
Mayıştık,
Sarhoşlaştık,
Rehavete kapıldık,
Hakettik,
Kendimiz ettik, kendimiz bulduk,
Son tahlilde; gaflet ve aymazlığımızla, rehavet ve aptallığımızla "kurbağalaştık"; o yüzden başımıza bunlar geliyor, demeyiz.
Sadece eninler, feryatlar, keşke'ler,
Garip, manidar, anlamsız ve tembelce teslimiyet…
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
zavazingo
Nejla.
Ahmet Y.