Kuralsızlık kural olursa, varın gerisini siz düşünün..
Devleti devlet kılan en önemli umde bu prensipler çerçevesinde oluşacak kurumsal yapıdır.
Aksi takdirde keyfilik hakim olur.
Kuralsızlık kural haline gelir.
Hele de, kural koyucu konum ve yetkisinde olanlar kurallara uymazlaşırsa; asıl vahamet o zaman başlar.
Önce halkta belli belirsiz bir homurdanma ve memnuniyetsizlik oluşur.
Bunun bir bedeli olacağı düşünülür.
Ama yapanın yanına kar kaldığı görülmeye başlanınca kural ihlalleri çoğalmaya ve genişlemeye başlar.
Hele de, kural koyucu yetkisinde olup da kurallara uymayanlara kendini yakın hissedenler, kuralların “ötekiler” için olduğunu düşünüp kendilerini muaf görmeye başlarlar.
Bu durum öyle bir hal alır ki; mevcut kurallar bir kesime acımasızca uygulanırken, bir kesim kuralsızlıklarıyla meydan okurlaşır.
Hatta kişiye özel anlık “yaptırımsız kurallar” çıkartılır.
Kurallar çoklaşır ama sadece adı kuraldır ve kimileri için yoklaşır.
İşte bu nokta yozlaşma, toplumsal çürüme ve hatta sosyolojik korozyonun başladığı süreçtir.
Artık kurallar adalet, liyakat-ehliyet ve hakkaniyetten uzaktır ya da uygulamada eşitlik yok olmuştur.
“Balık baştan kokar” misali, bu kuralsızlık ve çürüme toplumsal katmanlara dalga dalga yayılmaya başlar.
Hem de iki başlı bir çürüme ve yozlaşmadır bu.
Adeta sütün bozulması gibidir.
İşte o zaman halkta da “kurallar delinmek içindir” refleksi hakim olur.
Kuraldışılık bir dürtüselliktir ve bireylere de garip bir haz vermeye başlar.
Kuralları ihlal eden işini bilen, uyanlar ise amiyane deyişle, “enayi” olarak telakki edilmeye başlar.
“Yan gelip yatan da bir yanını yırtan da bir” durumu oluşur.
Trafik kurallarına bile riayet etmemek imtiyazmış gibi algılanmaya başlanır.
“Nasılsa birileri için vergi affı çıkacak. Ödeyeceğim vergiyi repoya yatırırım, enayi miyim ben” tarzı yaklaşım, her geçen gün normalsenmeye başlar.
Artık temiz ve kurallara riayet eden birisi olarak kalmak o kadar zorlaşmıştır ki…
Direnirsin…
“Biz babadan böyle gördük. Vergi kaçırmak, kurallara uymamak, devleti yok saymak bize yakışmaz” dersin.
Ama bir kuraldan dolayı birisi zerre zarar görmezken, sen, seni batıracak bir uygulamaya muhatap olunca; çıldıracak gibi olursun.
“Ben neyin mücadelesini vermişim, devleti neden aziz bilmişim, neden şeriatın kestiği parmak acımaz demişim” diyerek için için kahrolursun.
Kurallı olmaktan dolayı mağdur olduğun an, işbitirici akbabalar yanıbaşında bitiverir.
“Hallederiz” derler.
Sen kurallardan bahsedersin saf saf ve “adalet var ve yanlış hesap Bağdat’tan döner” misali gerçeğin görüleceğini ve mağduriyetin giderileceğini ümit edersin.
Ama nafile….
Feryat edersin; “yahu ben bilmem kaç kişiye iş, aş, ekmek veriyorum. İşyerim kapanacak” diye.
Ama kimse duymaz, aldırmaz, umursamaz.
Çünkü kuralsızlık kural, kurallılık istisnalaşmıştır.
Çünkü artık akıl sükut etmiş, kulaklar sağır, gözler görmezleşmiş, vicdanlar çuvala girmiştir.
Büyük bir heyecanla ilgili merciie gidersin; derdini anlatmak için…
Ama nafile; git derdini Marko Paşaya anlat…
(Kuralsızlık içinde bile kendini kaybetmeyip kurallara uymaya ve kuralları hakkaniyetle uygulamaya çalışanlara selam olsun, onlara büyük bir ihtimamla saygı sunuyorum)
Allah insanların yardımcısı olsun….
Hasan dağı arpalık, eğer saban yürürse,
Her derede değirmen, eğer suyu gelirse,
Her köylüden bir tavuk, eğer köylü verirse,
Güzel gidiş bu gidiş(!), eğer sonu gelirse..
Aksi takdirde keyfilik hakim olur.
Kuralsızlık kural haline gelir.
Hele de, kural koyucu konum ve yetkisinde olanlar kurallara uymazlaşırsa; asıl vahamet o zaman başlar.
Önce halkta belli belirsiz bir homurdanma ve memnuniyetsizlik oluşur.
Bunun bir bedeli olacağı düşünülür.
Ama yapanın yanına kar kaldığı görülmeye başlanınca kural ihlalleri çoğalmaya ve genişlemeye başlar.
Hele de, kural koyucu yetkisinde olup da kurallara uymayanlara kendini yakın hissedenler, kuralların “ötekiler” için olduğunu düşünüp kendilerini muaf görmeye başlarlar.
Bu durum öyle bir hal alır ki; mevcut kurallar bir kesime acımasızca uygulanırken, bir kesim kuralsızlıklarıyla meydan okurlaşır.
Hatta kişiye özel anlık “yaptırımsız kurallar” çıkartılır.
Kurallar çoklaşır ama sadece adı kuraldır ve kimileri için yoklaşır.
İşte bu nokta yozlaşma, toplumsal çürüme ve hatta sosyolojik korozyonun başladığı süreçtir.
Artık kurallar adalet, liyakat-ehliyet ve hakkaniyetten uzaktır ya da uygulamada eşitlik yok olmuştur.
“Balık baştan kokar” misali, bu kuralsızlık ve çürüme toplumsal katmanlara dalga dalga yayılmaya başlar.
Hem de iki başlı bir çürüme ve yozlaşmadır bu.
Adeta sütün bozulması gibidir.
İşte o zaman halkta da “kurallar delinmek içindir” refleksi hakim olur.
Kuraldışılık bir dürtüselliktir ve bireylere de garip bir haz vermeye başlar.
Kuralları ihlal eden işini bilen, uyanlar ise amiyane deyişle, “enayi” olarak telakki edilmeye başlar.
“Yan gelip yatan da bir yanını yırtan da bir” durumu oluşur.
Trafik kurallarına bile riayet etmemek imtiyazmış gibi algılanmaya başlanır.
“Nasılsa birileri için vergi affı çıkacak. Ödeyeceğim vergiyi repoya yatırırım, enayi miyim ben” tarzı yaklaşım, her geçen gün normalsenmeye başlar.
Artık temiz ve kurallara riayet eden birisi olarak kalmak o kadar zorlaşmıştır ki…
Direnirsin…
“Biz babadan böyle gördük. Vergi kaçırmak, kurallara uymamak, devleti yok saymak bize yakışmaz” dersin.
Ama bir kuraldan dolayı birisi zerre zarar görmezken, sen, seni batıracak bir uygulamaya muhatap olunca; çıldıracak gibi olursun.
“Ben neyin mücadelesini vermişim, devleti neden aziz bilmişim, neden şeriatın kestiği parmak acımaz demişim” diyerek için için kahrolursun.
Kurallı olmaktan dolayı mağdur olduğun an, işbitirici akbabalar yanıbaşında bitiverir.
“Hallederiz” derler.
Sen kurallardan bahsedersin saf saf ve “adalet var ve yanlış hesap Bağdat’tan döner” misali gerçeğin görüleceğini ve mağduriyetin giderileceğini ümit edersin.
Ama nafile….
Feryat edersin; “yahu ben bilmem kaç kişiye iş, aş, ekmek veriyorum. İşyerim kapanacak” diye.
Ama kimse duymaz, aldırmaz, umursamaz.
Çünkü kuralsızlık kural, kurallılık istisnalaşmıştır.
Çünkü artık akıl sükut etmiş, kulaklar sağır, gözler görmezleşmiş, vicdanlar çuvala girmiştir.
Büyük bir heyecanla ilgili merciie gidersin; derdini anlatmak için…
Ama nafile; git derdini Marko Paşaya anlat…
(Kuralsızlık içinde bile kendini kaybetmeyip kurallara uymaya ve kuralları hakkaniyetle uygulamaya çalışanlara selam olsun, onlara büyük bir ihtimamla saygı sunuyorum)
Allah insanların yardımcısı olsun….
Hasan dağı arpalık, eğer saban yürürse,
Her derede değirmen, eğer suyu gelirse,
Her köylüden bir tavuk, eğer köylü verirse,
Güzel gidiş bu gidiş(!), eğer sonu gelirse..
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.