Erkan Yılmaz

Erkan Yılmaz

'Gözünü toprak doyursun' deyiminin kaynağı..!

'Gözünü toprak doyursun' deyiminin kaynağı..!

Dedi ki:
“Fıkra yazmışsın; okudum ve çok güzeldi.
Aman dikkat, coğrafya belirtmemişsin; üstüne alan olur ve ola ki; kaşının altında gözün var, derler.
Unutma ki; yarası çok olanların yaşadığı yerde, gocunan da çok olur.
En iyisi mi, ben sana İran’dan, hap gibi “Ayışığı Fıkraları” göndereyim de; onları yaz..
Türkiye’de horozlar çoğaldı, sabahlar erken olacak sanki,
Veya, yaşanacak yalancı sabahlar…”
Ben de dedim:
“Eyvallah… Haklısın…
Ay ışığı iyidir;  karanlığın kesafetine saklanan muhafız libaslı haramiden, ar’lı görünen arsızdan, şuurlu hırsızdan,  yasal kanunsuzdan, doğan görünümlü şahinden korur, insanı…
Şair’in dediği gibi;
Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada,
İler tutar yanı yok, iler tutar yanı yok…
Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan tutarsızlık,
Nerden baksan ahmakça…”

Şah Pantolon Giyerdi, Bunlar Şalvar Giyiyor…
Yıl 1979,
İran…
Devrim, Farsça deyişle İnklab-î İslamî olmuş.
Şah ve monarşisi gitmiş; Humeyni  ve İslam Cumhuriyeti gelmişti.
Devrimin daha aha sekiz-dokuzuncu ayı…
Batılı bir gazeteci Tahran sokaklarında-halkın arasında dolaşıyor; nabız tutmak amacıyla…
Kılık-kıyafet, hal ve duruşundan Tahran kırsalı-varoşlarından olduğu hemen farkedilen bir köylüye der ki;
“Şah aristokratti,
Sizi hakir görür, halinizden anlamazdı,
Devlet imkanları ve refahı sizinle paylaşmazdı.
Şimdi halk iktidarı var; halk iktidara geldi,
(Öyle ya; gelenler böyle gelmiş ve halkı da böyle ikna edip, inandırmışlardı)
Artık sizi bilen-sizden ve sizi doyuracak bir iktidar var…”
Köylü şöyle bir bakar ve oldukça manidar-düşündürücü ve adeta bilgece der ki;
“O iş öyle değil beyim,
Şah pantolon giyerdi; cebi küçüktü ve yarısı doluydu.
Bunlar şalvar giyiyor; cepleri kocaman ve bomboş..!”

Kurukafa ve Ağırlığınca Altın…
Zamanın birinde İran hükümdarlarından birisi tebdili kıyafet, şehri dolaşır.
Şehre bambaşka güzellik katan deniz kenarından geçerken, sandalında balık tutmaya çalışan ihtiyar bir görür.
Adamlarına;
“Bu ihtiyari bekleyin ve tuttukları ile birlikte saraya getirin” der.
Bir süre sonra, balıkçı kıyıya gelir.
Sandalda balık-malık yok.
Sadece, oltasına takılan bir kuru kafa var.
İhtiyar ve kurukafayı  alıp saraya götürürler.
Hükümdar der ki;
“Bu kurukafanın, ağırlığınca altın verin ihtiyar balıkçıya.”
Terazinin bir kefesine kurukafayı koyarlar diğer kefesine de altın koymaya başlarlar.
Terazinin kefesi bir türlü eşitlenmez.
 1 kilo, 2 kilo, 5 kilo, 10 kilo; hep kurukafa ağır basar…
Herkes şaşkın,
Ve Hükümdar da tabi…
Hükümdar;
“Hemen alimleri-bilginleri çağırın; nedir bunun hikmeti, öğrenelim…” der.
Herkes gelir.
Hepsi bir çare önerir, yorum yapar, bir fikir verir; ama yok…
Olmuyor da olmuyor; kefeler denkleşmiyor.
En sonunda, bir bilgin diyor ki;
“Kurukafanın göz çukurlarına birer avuç toprak koyalım.”
Koyuyorlar…
Ve kurukafa, o zaman ağırlığınca altınla eşitleniyor…
Rivayet odur ki;
“Gözünü Toprak Doyursun…” lafı burdan gelir…

Nazım Hikmet ve Davet…
…………………

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın.
Yok edin insanın insana kulluğunu;

                        bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür.
Ve bir orman gibi kardeşçesine;

                        bu hasret bizim...”

Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.

Yorum Yazın
  • Önemsiz
    😒
sohbet islami chat omegle tv türk sohbet islami sohbet elektronik sigara cinsel sohbet su böreği sipariş oyun haberleri tıkanıklık açma dijital pazarlama ajansı galeri yetki belgesi nasıl alınır yalama taşı