Türkiye'nin tarihteki tatili bitmeli !
Bu ne idüğü belirsiz yapılanmaların ortaya çıkışlarına ilişkin tarihsel, kültürel, düşünsel nedenleri sorgulamadan, hergün lanetler okuyup, kınamalar ile zaman zaman geçirip duruyoruz. Aynaya bakma dönemi geldi de geçiyor bile. Zaman, tarihin aynasına bakma zamanıdır.
Yaklaşık ikiyüz yıldır köklü bir medeniyet krizi yaşıyoruz. Sarsıcı, oluk oluk kanın aktığı bir buhran ile karşı karşıyayız.
Modern Batı’nın, modernleşme ve aydınlanma süreci diye adlandırdığı Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayan ve tüm dünya medeniyetler tarihine meydan okuyan bu tarihsel süreç, Batı dışı medeniyet havzalarında yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Toynbee’nin deyişi ile, bu süreçte 26 medeniyetin 16’sı yok olmuş, 9’u fosilleşmiştir.
Yaşanan bu yıkıcı, uzun buhran dönemi, Batı dışı medeniyetler üzerinde epsitomolojik (Bilgi kuramı. Bilginin temelini, referanslarını, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran felsefe dalı) ve ontolojik (Varlık bilimi, var olanın, varlığın özü, referansları üzerine bilim) bir kopuş ve krize neden oldu. Bu krizin İslam dünyasındaki yansıması, hem İslam ile hem de diğer İslam dünyası dışındaki dünya ile sığ ve sahte ilişkiler kurmamıza şeklinde oldu.
Tarihin ilk sosyoloğu olarak kabul edilen İbni Haldun, yine tarihin ilk sosyoloji kitabı olarak kabul edilen Mukaddime adlı eserinde, asabiye teorisini geliştirmiş ve iki tür asabiye biçimi olduğunu belirtmiştir. Birincisi, sebep asabiyesidir; ikincisi nesep asabiyesidir. İbni Haldun, sebep asabiyesinde, bir medeniyetin oluşması için yaratıcı ruha, ontolojik zemine ve referansa, inançsal, düşünsel temele; nesep asabiyesinde ise, kurucu iradeye yani uygulamaya, insan-mekan-zaman unsuruna dikkat çekmektedir.
‘Sebep asabiyesinin’ sorusu ‘Ne’ dir. Sebep Asabiyesi, bir medeniyetin yaratıcı ruhu, Ontolojik referansı ‘Ne’ dir sorusunun cevabını arar. İslam’ın temsil ettiği medeniyetin bu soruya cevabı, yani İslam medeniyetinin yaratıcı ruhunun merkezinde yaratıcı (ALLAH) vardır. Ontolojik (varlık) dizinin merkezinde Allah vardır; Tevhid, ahlak, hak, adalet özgürlük ve merhamet vardır. Ve bu temel, toplum içindeki tüm ilişki şekillerini biçimlendirir. İnsan-insan, insan toplum, İnsan-devlet, insan-doğa, devlet-insan, devlet-toplum, devlet-devlet, devlet-doğa ilişkilerinin temeli ‘ne’dir sorusunun cevabı budur.
‘Nesep Asabiyesinin’ sorusu ise, ‘Nasıl’dır. Burada devreye yukarıda belirttiğimiz üzere, insan-mekan-zaman unsuru girmektedir. Sebep teorisinin cevabını inanç ve fikriyatını merkeze alarak, insan-mekan ve zaman denklemine uygun çözümlerin, tatbikata, uygulamaya dökülmesi neşvünema bulmasıdır. Aslolan bir fikrin varlığı değildir, o fikrin uygulanmasıdır. Hayat bulması, hayat olmasıdır.
Sebep ve Nesep asabiyesinin güçlü ve kadim olması, başka kültür ve medeniyetler ile karşılaşıldığında, o kültür ve medeniyetler içerisinde eriyip, yok olma yerine; o kültür ve medeniyet ile ilişkiye girip, etkileşip kendini yeniden üretmesi, yenilenmesine neden olur.
Bu da Toynbee’nin dediği gibi, temas, cevap üretme ve yeniden meydan okumayı doğurur.
Ancak, yazının başında da söylediğimiz gibi, Nietzche’nin dediği ‘çürütücü’ ve ‘çözücü’ yıkıcı Modern Batı Medeniyeti karşısında İslam Dünyası iki yüz yıldır, yukarıda belirttiğimiz ‘ne’ ve ‘nasıl’ sorularına kendi cevaplarını vererek, evrensel tarihten beslenen ve onu besleyen bir hal alarak, kendi normlarını eksen alıp, başka kültürlerle ilişkiye girerek kendini reforme etmek, yeniden üretmek, dönüştürmek yerine; kendini, zamanı, tarihi ilkel bir okuma ve düşünme ile kendine, kendi referanslarına dahi zıt, düşman sonuçlara varmıştır.
Ve bu sonuçlar bugün karşımıza, PKK, İŞİD/DEAŞ, BOKO HARAM, EL KAİDE, TALİBAN ve mezhep kavgalarını ortaya çıkarmıştır.
Ve yine maalesef, Türkiye de, kendi İslam medeniyet iddialarından vazgeçtiği için, kendi sorularına kendi cevaplarını bulamadığı için uzun bir süredir, kendisi bir şey üretmeyen, başkalarının ürettiklerini tüketmekle idare etmeye çalışan (zorlanan), bir süreç yaşamıştır.
Bu nedenle Türkiye ve islam dünyası, tarihte uzun bir yolculuğa çıkmıştır.
Ancak, hala geçmiş birikimi ile eski kadim coğrafyalar olan üç kıtanın hem coğrafi hem de düşünsel dinamikleri bakımından merkez ve kavşak bir noktada yer alan Türkiye’nin yeniden bir tarihsel sıçramaya öncülük etme potansiyeli mevcuttur.
Bunun için Türkiye’nin tarihteki uzun tatiline artık bir son vermesi, kendi tarih ve medeniyet temelini oluşturan ve yukarıda ‘sebep asabiyesi’ diye kavramlaştırılan ‘yaratıcı ruh’una, kaynağına geri dönmesi ve bu yaratıcı ruhun referansı ile, zaman-insan ve mekanı yeniden düşünüp, yeniden üretmesi ve yeni zamanın ruhuna uygun modeller geliştirmesi gerekir.
Böyle bir sıçramayı yapan Türkiye, hem modern batı uygarlığının çözücü, çökertici, yıkıcı, vahşi yanı için tüm insanlığa, hem de Pkk, İşid/Daeş, Boko Haram, El Kaide, Taliban gibi İslam coğrafyasının baş belası olan sonuçları doğuran fikriyattan kurtuluş için tüm insanlığa yeni bir nefes sunabilir.
Yaklaşık ikiyüz yıldır köklü bir medeniyet krizi yaşıyoruz. Sarsıcı, oluk oluk kanın aktığı bir buhran ile karşı karşıyayız.
Modern Batı’nın, modernleşme ve aydınlanma süreci diye adlandırdığı Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayan ve tüm dünya medeniyetler tarihine meydan okuyan bu tarihsel süreç, Batı dışı medeniyet havzalarında yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Toynbee’nin deyişi ile, bu süreçte 26 medeniyetin 16’sı yok olmuş, 9’u fosilleşmiştir.
Yaşanan bu yıkıcı, uzun buhran dönemi, Batı dışı medeniyetler üzerinde epsitomolojik (Bilgi kuramı. Bilginin temelini, referanslarını, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran felsefe dalı) ve ontolojik (Varlık bilimi, var olanın, varlığın özü, referansları üzerine bilim) bir kopuş ve krize neden oldu. Bu krizin İslam dünyasındaki yansıması, hem İslam ile hem de diğer İslam dünyası dışındaki dünya ile sığ ve sahte ilişkiler kurmamıza şeklinde oldu.
Tarihin ilk sosyoloğu olarak kabul edilen İbni Haldun, yine tarihin ilk sosyoloji kitabı olarak kabul edilen Mukaddime adlı eserinde, asabiye teorisini geliştirmiş ve iki tür asabiye biçimi olduğunu belirtmiştir. Birincisi, sebep asabiyesidir; ikincisi nesep asabiyesidir. İbni Haldun, sebep asabiyesinde, bir medeniyetin oluşması için yaratıcı ruha, ontolojik zemine ve referansa, inançsal, düşünsel temele; nesep asabiyesinde ise, kurucu iradeye yani uygulamaya, insan-mekan-zaman unsuruna dikkat çekmektedir.
‘Sebep asabiyesinin’ sorusu ‘Ne’ dir. Sebep Asabiyesi, bir medeniyetin yaratıcı ruhu, Ontolojik referansı ‘Ne’ dir sorusunun cevabını arar. İslam’ın temsil ettiği medeniyetin bu soruya cevabı, yani İslam medeniyetinin yaratıcı ruhunun merkezinde yaratıcı (ALLAH) vardır. Ontolojik (varlık) dizinin merkezinde Allah vardır; Tevhid, ahlak, hak, adalet özgürlük ve merhamet vardır. Ve bu temel, toplum içindeki tüm ilişki şekillerini biçimlendirir. İnsan-insan, insan toplum, İnsan-devlet, insan-doğa, devlet-insan, devlet-toplum, devlet-devlet, devlet-doğa ilişkilerinin temeli ‘ne’dir sorusunun cevabı budur.
‘Nesep Asabiyesinin’ sorusu ise, ‘Nasıl’dır. Burada devreye yukarıda belirttiğimiz üzere, insan-mekan-zaman unsuru girmektedir. Sebep teorisinin cevabını inanç ve fikriyatını merkeze alarak, insan-mekan ve zaman denklemine uygun çözümlerin, tatbikata, uygulamaya dökülmesi neşvünema bulmasıdır. Aslolan bir fikrin varlığı değildir, o fikrin uygulanmasıdır. Hayat bulması, hayat olmasıdır.
Sebep ve Nesep asabiyesinin güçlü ve kadim olması, başka kültür ve medeniyetler ile karşılaşıldığında, o kültür ve medeniyetler içerisinde eriyip, yok olma yerine; o kültür ve medeniyet ile ilişkiye girip, etkileşip kendini yeniden üretmesi, yenilenmesine neden olur.
Bu da Toynbee’nin dediği gibi, temas, cevap üretme ve yeniden meydan okumayı doğurur.
Ancak, yazının başında da söylediğimiz gibi, Nietzche’nin dediği ‘çürütücü’ ve ‘çözücü’ yıkıcı Modern Batı Medeniyeti karşısında İslam Dünyası iki yüz yıldır, yukarıda belirttiğimiz ‘ne’ ve ‘nasıl’ sorularına kendi cevaplarını vererek, evrensel tarihten beslenen ve onu besleyen bir hal alarak, kendi normlarını eksen alıp, başka kültürlerle ilişkiye girerek kendini reforme etmek, yeniden üretmek, dönüştürmek yerine; kendini, zamanı, tarihi ilkel bir okuma ve düşünme ile kendine, kendi referanslarına dahi zıt, düşman sonuçlara varmıştır.
Ve bu sonuçlar bugün karşımıza, PKK, İŞİD/DEAŞ, BOKO HARAM, EL KAİDE, TALİBAN ve mezhep kavgalarını ortaya çıkarmıştır.
Ve yine maalesef, Türkiye de, kendi İslam medeniyet iddialarından vazgeçtiği için, kendi sorularına kendi cevaplarını bulamadığı için uzun bir süredir, kendisi bir şey üretmeyen, başkalarının ürettiklerini tüketmekle idare etmeye çalışan (zorlanan), bir süreç yaşamıştır.
Bu nedenle Türkiye ve islam dünyası, tarihte uzun bir yolculuğa çıkmıştır.
Ancak, hala geçmiş birikimi ile eski kadim coğrafyalar olan üç kıtanın hem coğrafi hem de düşünsel dinamikleri bakımından merkez ve kavşak bir noktada yer alan Türkiye’nin yeniden bir tarihsel sıçramaya öncülük etme potansiyeli mevcuttur.
Bunun için Türkiye’nin tarihteki uzun tatiline artık bir son vermesi, kendi tarih ve medeniyet temelini oluşturan ve yukarıda ‘sebep asabiyesi’ diye kavramlaştırılan ‘yaratıcı ruh’una, kaynağına geri dönmesi ve bu yaratıcı ruhun referansı ile, zaman-insan ve mekanı yeniden düşünüp, yeniden üretmesi ve yeni zamanın ruhuna uygun modeller geliştirmesi gerekir.
Böyle bir sıçramayı yapan Türkiye, hem modern batı uygarlığının çözücü, çökertici, yıkıcı, vahşi yanı için tüm insanlığa, hem de Pkk, İşid/Daeş, Boko Haram, El Kaide, Taliban gibi İslam coğrafyasının baş belası olan sonuçları doğuran fikriyattan kurtuluş için tüm insanlığa yeni bir nefes sunabilir.
Yasal Uyarı : Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Gün Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.