TİC Holding Header
  • USD 32.326
  • EUR 35.092
  • Altın 2281.987
  • BIST 100 8880.09
  • Siyaset

Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin grup toplantısında konuştu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 'Kontrollü darbe, doğru kontrol sizdeydi ama başaramadınız. Buradan soruyorum, şayet 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı ertesi gün Kemal Kılıçdaroğlu milletin karşısına acaba hangi sıfatla çıkartılacaktı. Kılıçdaroğlu’nun FETÖ ile ilişkisi bu örgütün deşifre olduğu 17-25 Aralık ile hızlanmış, 15 Temmuz’un ardından da zirveye çıkmıştır' dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin grup toplantısında konuştu
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.

FETÖ’nün siyasi ayağı ve ‘darbe teşebbüsü’ tartışmalarının devam ettiğini kaydeden Erdoğan, “Bu ülkede FETÖ meselesinin çok uzun ve derin sosyal, siyasi, kültürel kökleri olduğunu bilmeyen kimse yoktur. AK Parti’den önce olduğu gibi AK Parti döneminde de Türkiye bu süreci yaşadı. Yapı diğer pek çok sivil toplum örgütü gibi toplumun ve hukukun meşru kabul ettiği gibi sınırlar içinde faaliyet yürütürken tehdit ilan edilmiş değildir. Herhalde Ecevit’in CHP’nin ve DSP’nin başkanı olduğunu bilmeyen yoktur ve aradaki muhabbeti bilmeyen de yoktur. Ne zaman ki bu yapının eğitim, hayır, dayanışma sınırlarını aşıp devleti ele geçirmeye çalışan bir örgüt olduğu netleşti, işte o zaman karşısında bizi, milleti ve hukuku bulmuştur” ifadelerini kullandı.

“Türkiye’de FETÖ’nün serpilmesinde, büyümesinde, güçlenmesinde herkesin payı olabilir ama bu ülkede FETÖ’yü terör örgütü olarak ilan edip ona savaş açan şahsım ve AK Parti’dir” diyen Erdoğan, “Şunu da çok açık net söyleyeyim, FETÖ’nün bu ülkede anlaşamadığı, görüşemediği tek bir lider vardır, o da merhum Erbakan hocamızdır. Erbakan hocamızdan nefret ederdi ve hiçbir zaman bir araya gelmemişlerdir. Erbakan hocamla beraber olduğunu iddia eden malum zat, ne yazık ki onunla beraber dirsek temasında olanlarla beraber yürüyorlar. Her gün birileri çıkıp FETÖ konusunda ahkam kesmeye çalışıyor. Bu ülkede vesayet güçleri yıllarca FETÖ’ye en küçük bir şekilde dokunmamışlardır. Tam tersine Allah diyerek, kitap diyen, namaz kılan, eşi başörtülü kim varsa onları tasfiye etmenin yollarını aramışlardır. İrtica ile mücadele kisvesi altında din düşmanlığı yapılmasına biz de, milletimiz de rıza gösteremezdik. Başbakanlığım boyunca Yüksek Askeri Şuralarda önüme tek bir FETÖ’cünün dosyası gelmedi. Takiyeyi bir hayat biçimi haline getiren FETÖ’nün hiçbir mensubu din ile, diyanet ile ilişkili bir görüntü vermiyordu. Milletin değerleriyle uğraşmaktan kendi bünyelerini ur gibi saran FETÖ tehdidini görmeyenlerin bugün bizi suçlaması aslında kendi gafletlerini saklama çabasından başka bir şey değildir. Yıllarca siyasi alanda insanları değerlerinden, ibadetlerinden, kıyafetlerinden dolayı onlara saldıranların durumları da aynıdır. Bunlar FETÖ tehdidi ortaya çıktıktan ve mücadele başladıktan sonra birden karşımıza en büyük FETÖ savunucusu olarak çıkarak aslında ne kadar omurgasız olduklarını göstermişlerdir. Demokrasi, insan hakları, hukuk, adalet söylemlerini FETÖ ile mücadeleyi sulandırmak, FETÖ tehdidini hafifletmek için kullananlar bu millet için en az FETÖ zihniyeti kadar tehlikelidir. Bu kesimlerin PKK için de, ülkemize adeta savaş açmış iç ve dış odak için de aynı tutumu göstermeleri zihniyet bozukluğunun konjonktürel değil yapısal olduğunun işaretidir. Bizim bu zırvalara cevap vermemizin tek bir sebebi milletimize olan saygımızdır. Meydanı demokrasinin kendilerine sunduğu zemini yalanları ve iftiraları ile milleti zehirlemek için kullananlara asla bırakmayacağız. Türkiye’nin terörle mücadeleden ekonomiye kadar her alanda tarihinin en büyük mücadelelerinden birini verdiği şu dönemde ülkenin ve milletin dikkatini dağıtmak, enerjisini heba etmek isteyenlere izin vermeyeceğiz. Bu meseleyi izah edecek, ithamları cevaplandıracak, iftiraları atanların yüzlerine çarpacak ve yaşananları tarihe havale edeceğiz” açıklamasını yaptı.

FETÖ’yü bir terör örgütü olarak tanımlarken ve mücadeleyi başlatırken karşılarındaki sorunun büyüklüğünü bildiklerini söyleyen Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:
“Tahmin edemediğimiz husus CHP’nin ve yıllarca zahirde bu gibi yapılara karşı gözüken çevrelerin bir anda karşımıza en büyük FETÖ yandaşı olarak çıkmalarıydı. Bizim bu yapıyla en başından beri hem meşrebi hem itikadı sorunumuz var ama hükümetlerimiz döneminde ülkede bizim gibi düşünmeyen, hareket etmeyen herkes gibi bunlara da hukuk ve hakkaniyet sınırları içinde yaklaştık. Doğrusu ben de görüştüm, bunu kaçırmama gerek yok ama Erbakan hocamın bunlarla ilişkisinin olmadığını da sizlere az önce ifade ettik. Liderler içerisinde zaten ilişkisi olmayan sadece oydu. Demirel’in, Ecevit’in görüşmüşlüğü vardır, şu andaki beyefendinin aynı şekilde görüşmüşlüğü vardır. Hepsinin bunlarla görüşmüşlüğü vardır ve irtibatları ileri derecededir. İlk zamanlar bu yapının oluşturduğu tehdidi kendi çevremize bile anlatmakta zorlandığımızı kabul ediyorum. MİT kumpası bu yapının gerçek niyetinin şüpheye mahal bırakmayacak şekilde anlaşılmaya başlamasını sağladı. Hem siyasette hem bürokraside hem de nazımızın geçtiği sivil toplum yapılarında bildiğimiz, teşhis ve tespit ettiğimiz FETÖ’cüleri süratle tasfiye etmeye başladık. FETÖ’nün devlet ve toplum hayatımızın kılcal damarlarına kadar sızmasının tarihi eskidir. Ama FETÖ ile gerçek anlamda amansız bir savaşa tutuşan 2010 itibarıyla biziz. Bir ülkenin yönetimini devraldığımızda güya bu konuda en hassas kurumlar olan ordunun, emniyetin, yargının, akademinin kritik noktaları zaten örgüt tarafından işgal edilmişti. Milli Güvenlik Kurulunda biz bu meselenin üzerine gidene kadar alınan kararların hepsinin de arkasında gizli niyeti FETÖ ile mücadele değil, toplumsal reaksiyonu tetikleyerek FETÖ’yü koruma olduğunu görüyoruz.”

FETÖ’cü danışmanların CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında olduğunu söyleyen Erdoğan, “Sadece onlar değil, İP’in de danışmanlarında yine onlar var. Tam bir istila hareketi. Arkadaki gerçek oyunun ortaya çıkmaması için kurulan bu tezgahın yıllarca başarıyla yürütüldüğünü teslim etmemiz gerekiyor. Kasım Gülek’ten Ecevit’e kadar herkes bu oyunda üzerine düşen rolü oynamış, FETÖ’ye figüranlık yapmışlardır. Bu oyunun son perdesinin başrolü de Kılıçdaroğlu’na verilmiştir. 15 Temmuz gecesi FETÖ, şahsımdan bakanlarımıza, bürokratlarımızdan medya temsilcilerimize kadar pek çok milletvekiline kadar herkesin peşine düşmüştür, bir tek kişi FETÖ’nün himayesine, korumasına mazhar olmuştur, o da Kemal Kılıçdaroğlu’dur. İstanbul Atatürk Havalimanı’nda FETÖ’cülerin tanklarıyla burun buruna gelen bir genel başkanın önünde bir anda tüm yollar açılmıştır. Kılıçdaroğlu’nun kaçış videosunu şimdi izleyeceğiz. Tankların arasında VİP nizamiyesinden uğurlanan Kılıçdaroğlu. Burada ilginç olan ‘Haberim olsaydı ben de beklerdim’ diyor. Bütün milletin haberi oldu ama bay Kemal yok. Belediye başkanının evinde televizyondan süreci izledi. Kılıçdaroğlu biz tankların karşısındaydık, helikopterlerin altındaydık, milletimle beraber biz havalimanındaydık ama sen Bakırköy Belediye Başkanının evindeydin. İnsan bu şahsın evinin ve cüzdanının en gizli bir köşesinde bir dolarlık banknot saklayıp saklamadığını da merak etmiyor değil. Benim orada korumalarım gazi oldu, bay Kemal senin bunlardan haberin var mı? Aradan nice zaman geçti, bu harekatın içinde olanlar hep yakalandı ama bir kısmı Yunanistan’a kaçtı. Bana da adaya gitmemi tavsiye edenler oldu. Ben de o kardeşimize dedim ki, ‘Ben bu topraklarda doğdum, bu topraklarda ölürüm.’ Eğer 10-15 dakikalık bir gecikme olmuş olsaydı bunlar bizi oralarda vuracaklardı. Süreç bu. Ey Kılıçdaroğlu sen hala milleti aldatmakla meşgulsün. Kontrollü darbe, doğru kontrol sizdeydi ama başaramadınız. Buradan soruyorum, şayet 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı ertesi gün Kemal Kılıçdaroğlu milletin karşısına acaba hangi sıfatla çıkartılacaktı. Darbe girişimini kurgu diyerek önemsizleştirmeye çalışan darbeciler için adalet yürüyüşü yapan, danışmanından milletvekiline etrafındaki nice kişi FETÖ’den hapse atılan böyle bir siyasetçinin örgütle ilişkisi olmadığına soruyorum nasıl inanabiliriz. Kılıçdaroğlu’nun FETÖ ile ilişkisi bu örgütün deşifre olduğu 17-25 Aralık ile hızlanmış, 15 Temmuz’un ardından da zirveye çıkmıştır. Eline milletin kanı bulaşan bir örgütün savunuculuğuna soyunmanın siyasetle, siyasi hesapla, çıkarcılıkla dahi ilgisi olamaz. Bunun adı örgütün kendisine verdiği kamikaze görevini yerine getirmektir” ifadelerini kullandı.

GEZİ OLAYLARI DEVLETİ HEDEF ALAN ALÇAK BİR SALDIRIDIR

Gezi olayları ile ilgilide konuşan Erdoğan ''Taksim’deki Gezi parkında, güya ağaç ve çevre hassasiyeti bahanesiyle başlayan olaylar, kısa sürede büyüyerek, devlete ve millete karşı sivil bir kalkışma halini almıştı. Gezi olayları, tıpkı askeri darbeler, tıpkı muhtıralar, tıpkı terör örgütlerinin saldırıları, tıpkı FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri gibi, devleti ve milleti hedef alan alçak bir saldırıdır. Yaklaşık 3 ay boyunca İstanbul başta olmak üzere kimi büyükşehirlerimizin meydanlarının, sokaklarının işgal edildiği, yakılıp yıkıldığı bu hadisenin en küçük bir masum tarafı yoktur. Sadece Gezi olaylarının şu özet bilançosu dahi, sergilenen vandallığın boyutlarını göstermeye kâfidir. Olaylar boyunca 46 kamu binası ile 231 polis aracı ve 44 ambulans kullanılamaz hale getirilmiştir. Vatandaşlarımıza ait 326 işyeri ile 201 araç tahrip edilmiş, yağmalanmıştır. Kamu hizmetinde kullanılan 80 belediye otobüsü ve 85 otobüs durağı yakılmıştır. Tüm bu maddi zararların da ötesinde, 697 güvenlik görevlimiz yaralanmış ve 1 polisimiz de şehit olmuştur. Gezi olaylarının Türkiye’ye doğrudan maliyeti 1,4 milyar dolar iken, dolaylı maliyeti ise yüzlerce milyar doları bulmuştur. Faizler, ilk defa Gezi olaylarıyla tırmanmaya başlamış, işsizliğin çift haneye çıkması da, enflasyonun zıplaması da aynı dönemde gerçekleşmiştir.  Bu olayları bitirmek için öne sürülen talepleri hatırlıyorsunuz değil mi? Türkiye’nin, İstanbul Havalimanı dâhil tüm büyük projelerinin, yol, köprü, baraj, kanal yatırımlarının durdurulması isteniyordu. Yabancı medya, örneği görülmedik şekilde bu olayları aylarca canlı yayınlamıştır. Tamamı yalan olan nice haber, Gezi olaylarını destekleyen medya organlarında fütursuzca dolaşıma sokulmuştur. Bu süreçte Taksim meydanında boy gösterenlere baktığımızda, işin gerisinde kimlerin olduğu, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde anlaşılmaktadır. Her kim bu olayları masum bir çevre hareketi olarak tanımlıyorsa, ya gafildir, ya da taammüden bu ülkenin ve milletin düşmanıdır. Toplumumuzu bölmeyi amaçlayan Gezi olaylarını, ülkemize yönelik her saldırı gibi, milletimizle omuz omuza vererek bitirdik. Gezi’de başaramadıklarını 17-25 Aralık emniyet-yargı girişimiyle denediler. Milletimizle birlikte, bu tuzağı da bozduk. Bu defa, çukur eylemleriyle doğrudan ülkemizin topraklarını bölmeye çalıştılar. Bu tezgâhı da, güvenlik güçlerimizin kahramanca mücadelesiyle, teröristleri açtıkları çukura gömerek akamete uğrattık. 15 Temmuz askeri darbe girişimi, aynı saldırı silsilesinin devamıydı. Hamdolsun, bu ihaneti de milletimizle birlikte boşa çıkardık. Bugün Suriye’de verdiğimiz mücadeleyi de, bu sürecin bir parçası olarak görüyoruz. Gezi’den Suriye’ye kadar uzanan bu saldırı zincirinin hedefi doğrudan Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütünlüğü, Türk Milletinin birliği, beraberliği, kardeşliğiydi. Hukukun her kararına elbette saygımız vardır. Ama bizim ve milletimizin gözünde Gezi’nin ve bu kalkışmanın önünde yer alanların hükmü asla değişmeyecektir. Milletimiz müsterih olsun. Ülkemizin her davası gibi, bu meseleyi de sonuna kadar kararlılıkla takip edecek, adaletin tecellisi için son nefesimize kadar mücadeleyi sürdüreceğiz.'' ifadelerini kullandı.

BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİZ

İdlib konusuna da değinen Erdoğan ''Son dönemde, ülkemizi asıl gündeminden kopartarak, zamanını ve enerjisini boş tartışmalarla harcatmaya yönelik kasıtlı bir kampanyayla karşı karşıyayız. Türkiye’nin ve Türk milletinin aleyhine olan her iş gibi, bu kampanyanın da öncülüğünü CHP yapıyor. Halbuki bizim gündemimizde, bölgemizdeki gelişmelerden ekonomiye kadar nice hayati mesele var. Sadece sınır güvenliğimiz değil, aynı zamanda 83 milyon vatandaşımızın her birinin evinde huzurla uyuyabilmesi bakımından kritik öneme sahip Suriye’de, gerçekten destansı bir mücadele yürütüyoruz. Harekât bölgelerimize yönelik tacizlere en sert şekilde cevap veriyoruz.Şayet bu bölgelerde muhatap ülkeler Türkiye’nin güvenlik kaygılarını karşılayamazsa, kendi başımızın çaresine bakmak zorunda kalacağımızı her fırsatta açıkça söylüyoruz. İdlib’te, rejimin saldırganlığını sona erdirip Soçi Muhtırası sınırlarına çekilmesi için son günlere giriyoruz. Artık son ikazlarımızı yapıyoruz. Gerek ülkemizde, gerek Rusya’da, gerekse sahada yapılan görüşmelerde, şu ana kadar maalesef arzu ettiğimiz neticeye ulaşamadık. Her ne kadar görüşmeler devam edecek olsa da, masada bizim istediğimiz yerin çok uzağında olunduğu bir gerçektir. Türkiye, İdlib konusunda kendi harekât planlarını uygulamak üzere her türlü hazırlığını yapmıştır. Her operasyonda olduğu gibi, bu konuda da “Bir gece ansızın gelebiliri” diyoruz. Daha açık bir ifadeyle, İdlib harekâtı artık “an” meselesidir. Ülkemizin bu konudaki kararlılığını hala anlamamış olan rejime ve onu cesaretlendirenlere İdlib’i bırakmayacağız. Bu bölgedeki gelişmelerin ülkemizin üzerine getireceği yükü göz göre göre omuzlamaya asla niyetimiz yoktur. Ne pahasına olursa olsun, İdlib’i, hem Türkiye, hem de bölge halkı açısından güvenli bir yer haline dönüştürmekte kararlıyız. Aynı şekilde Libya’da, bu ülkenin meşru hükümeti olan Trablus yönetiminin yanında yer almayı sürdürüyoruz. Ülkemizin Libya’ya ayak basmasıyla birlikte darbeci Hafter’in ilerleyişi zaten durmuştu. Şayet uluslararası toplumun da dâhil olduğu görüşmelerden adil bir anlaşma çıkmazsa, meşru Trablus yönetimini, ülkenin tamamında hâkimiyet kurması için destekleyeceğiz. Akdeniz’de, Libya ile yaptığımız anlaşmanın ardından ülkemiz lehine değişen dengeleri giderek güçlendiriyoruz. Bu konuda sergilediğimiz kararlı duruş sayesinde, Akdeniz’de ilan ettiğimiz statü, Yunanistan başta olmak üzere, konuya müdahil ülkeler tarafından yavaş yavaş kabullenilmeye başlandı. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Trump ile 100 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşma hedefimizi, ülkelerimiz arasındaki diğer sorunlardan ayrı tutma kararına vardık. Türkiye’nin yüksek teknoloji başka olmak üzere, geleceğin ekonomisinin altyapısını kurma çabalarına, Amerika ile tesis edeceğimiz ticari işbirliğinin, inşallah büyük katkısı olacaktır.'' dedi.

Ekonomi, bizim gündemimizin değişmez ve daima ilk sıralarında yer alan başlığıdır diyen Erdoğan sözlerine şöyle devam etti;
''Diğer alanlarda ne yaşarsak yaşayalım, ekonominin dinamiklerini hep güçlü tutmaya özen gösterdik. Son 1,5 yılda ekonomi alanında gerçekten çok büyük ve tarihi bir mücadele veriyoruz. Bu mücadeleyi en az sınırlarımız ötesinde yürüttüğümüz harekâtlar kadar önemli kabul ediyoruz. Bilindiği gibi 2018 Ağustos ayında, tarihin en sinsi ekonomik saldırılarından birine maruz kaldık. Bu saldırılar, daha sonra da farklı yol ve yöntemlerle devam etti. Aldığımız tedbirlerle, hamdolsun, spekülatif kur saldırılarının öncüsü olduğu bu tuzağı bozduk ve sebep olduğu tahribatı önemli ölçüde giderdik. Ekonomik göstergelerde Ağustos 2018 dönemi öncesini yakaladık, hatta pek çok alanda daha iyiye gittik. Bizi “kur-faiz-enflasyon” şeytan üçgenine hapsederek teslim almaya çalışanları, bir kez daha hüsrana uğrattık. Bu tablo, dünyanın önde gelen finans kuruluşları başta olmak üzere herkesin Türk ekonomisine olan bakışını olumlu yönde değiştirdi. Ülkemizle ilgili büyüme tahminleri, sürekli olarak yukarı yönde revize ediliyor. Enflasyonu ve faizleri düşürme konusundaki kararlılığımızı, mevcut uygulamaları geliştirerek ve gerektiğinde yeni tedbirleri devreye sokarak sürdürüyoruz. Merkez Bankası, yüzde 24’e kadar çıkan politika faizini, yüzde 11,25 seviyesine kadar indirdi. Bu, Ağustos 2018’in bile gerisinde bir seviyedir. Bir dönem yüzde 40’ların telaffuz edildiği piyasa faizleri bugün yüzde 8-10 düzeyine geriledi. Piyasa faizleri bakımından, Mayıs 2013, yani Gezi olayları dönemi seviyesinin dahi gerisine ulaşmış durumdayız. Ekonomide sağlanan güven ortamı, özel sektör yanında kamu borçlanma maliyetlerini de fevkalade düşürmüştür. Önceki hafta yapılan kamu borçlanma ihalesinde, son yıllardaki en düşük maliyetli ihraçlar gerçekleştirildi. Dolar tahvillerinin tamamını Avro cinsi yükümlülüğe dönüştürerek, maliyetleri daha da azalttık. Ocak ayında ekonomi güven endeksi ve reel kesim güven endeksi artarken, büyümenin önemli göstergelerinden olan satın alma yöneticileri endeksi, uzunca bir aradan sonra yeniden 50 eşik değerinin üzerine çıktı. Sanayi üretimimiz 2019 yılında yüzde 8,6 artarak, son dönemlerin rekorunu kırdı. Katma değerli üretim, ihracat ve istihdama dayalı büyüme modelimizi kararlılıkla uygulamayı sürdüreceğiz. Tüm veriler 2019 yılını pozitif bir büyümeyle kapatacağımıza işaret ediyor. Geçtiğimiz yılı, uzun yıllar sonra ilk defa cari fazla vererek kapattık. Türkiye’nin küçüleceğini, yıkılacağını, yerle yeksan olacağını iddia edenlere en güzel cevabı, büyüme oranımız ve cari fazlamızla verdik. İnşallah 2020 yılında, hedefimiz olan yüzde 5’i de aşarak, herkesi şaşırtan çok daha güçlü bir büyüme oranına kavuşacağız. Görüldüğü gibi maliyetler düşüyor, iş dünyasının güven düzeyi yükseliyor, vatandaşımızın geleceğe olan umudu artıyor. Ekonomideki her olumlu gelişmeyi iş dünyamıza, piyasalarımıza, vatandaşlarımıza yansıtmaya özel önem veriyoruz. Bu çerçevede, vatandaşlarımızın uzun zamandır şikâyetçi olduğu, bankaların aldıkları ücret ve komisyonlarla ilgili gereken adımlar da atıldı. Bankaların verdikleri hizmetlerin karşılığı olarak müşterilerinden aldıkları ücret ve komisyonlara bir standart getirildi. Ticari müşterilerden alınabilecek ücret, masraf ve komisyon sayısı 2 bin 400 çeşitten 51 adede, finansal tüketicilerde, yani vatandaşlarda ise 20’den 16’ya düşürüldü. Böylece ister esnaf veya sanayici, ister vatandaş olsun hiç kimse, hesap açmadan hesap işletmeye, kredi tahsisinden kredi kapatmaya kadar pek çok kalem altında sürekli ve sürpriz ücretler ödemek zorunda kalmayacak. Hangi hizmet için ne kadar ödeme yapılacağı önceden belli olacak. Vatandaşımız öğrenci olan evladına üç-beş yüz lira harçlık gönderirken, bankanın buna ortak çıkmasını engelleyerek, kullandığı araca göre 1 lira ile 5 lira arasında standart bir ücret ödemesini sağladık. Ticari kredilerde de yüzde 10’lara varan erken ödeme komisyonunu, 2 yıla kadar olanlarda yüzde 1’e, 2 yıldan uzun olanlarda yüzde 2’ye düşürdük. Kredi kartı nakit avans komisyonlarını da yüzde 1 ile sınırlandırdık. Kredi kartı nakit avans komisyonlarını da yüzde 1 ile sınırlandırdık. Bankalarımızın hizmet kalitelerini yükselterek, buradan elde ettikleri gelirdeki azalmayı telafi edeceklerine inanıyorum. Milletimize bir kez daha hayırlı olmasını diliyorum. Ekonomide yeni müjdeleri milletimizle paylaşmayı, inşallah kesintisiz bir şekilde sürdüreceğiz. '' dedi.

ÜÇÜNCÜ SONDAJ GEMİMİZİ DE ALDIK

Erdoğan; ''Türkiye’de bunca güzel iş olurken, birileri sırf milletin moralini bozmak için, mesela ülkemizin saman ithal ettiği gibi bir yalanı, utanmadan, sıkılmadan tekrarlayabiliyor. Aslında kaba yem ve saman konusunda net ihracatçı bir ülke olan Türkiye, İsviçre’den saman ithal ediyormuş. Tabii bunlar sapla samanı ayırt edemedikleri için, önlerine konan kâğıtlarda yazan bilgilerin ne anlama geldiğini de kavrayamıyorlar. İsviçre’den, 32 kilosu yaklaşık 6 bin 500 liraya, yani kilosu 200 liraya ithal edilen ürünün adı hububat kapçığıdır. İsviçre’den, 32 kilosu yaklaşık 6 bin 500 liraya, yani kilosu 200 liraya ithal edilen ürünün adı hububat kapçığıdır. Kıyılarak getirildiği için görüntüsü samana benziyor. Malum, samanın kilosu 1 liradır. Hesap uzmanı olmasına gerek yok, akıl ve izan sahibi bir insan, hiç değilse fiyatından hareketle ithal edilen ürünün saman olmadığını anlar. Ama bunların husumetleri gözlerini kör etmiş, kalplerini karartmıştır. Hayatları yalan olanların, saman gibi bir konuyu dahi buna alet etmelerinin takdirini milletimize bırakıyoruz. Açıkçası bu tür çapsızlıklarını gördükçe, SSK’nın nasıl batırıldığını da çok daha iyi anlıyoruz. Biz kurulduğumuz günden beri milletimizin karşısına sadece eserlerimizle, hizmetlerimizle, icraatlarımızla, başarılarımızla çıktık. Şimdi de aynısını yapıyoruz. Bu vesileyle, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde inşasını tamamladığımız Millet Kütüphanesini yarın hizmete açacağımızın müjdesini sizlerle ve tüm halkımızla paylaşmak istiyorum. Büyük ve zengin kütüphaneler, medeniyetlerin alamet-i farikalarındandır. Ülkemize, mimarisi yanında kitap ve hizmet zenginliği ile Cumhuriyet döneminin en büyük kütüphanesini kazandırmış olmanın memnuniyeti içindeyiz. Günün 24 saati hizmet verecek bu kütüphanenin, tüm milletimize, araştırmacılarımıza, öğrencilerimize, gençlerimize şimdiden hayırlı olmasını diliyorum. Bilindiği gibi Antarktika’ya gerçekleştirdiğimiz 4’üncü bilim seferi heyetimiz yerlerine ulaştı. Heyette yer alan 24 bilim insanımız, yaklaşık 1 ay sürecek seferleri boyunca 15 farklı bilimsel çalışma gerçekleştirecek. Geçen yıl kurduğumuz geçici bilim üssünü kalıcı üsse çevirmek için de gerekli hazırlıkları, bu heyetimiz tamamlayacak. Buradaki kalıcı üssümüzü kurduğumuzda, Antarktika’da bayrağımızı daimi dalgalandıracağız. Antartika’daki çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bir başka müjdemiz de sondaj gemilerimizle ilgilidir. Fatih ve Yavuz’un ardından, üçüncü sondaj gemimizi de aldık. Bu, 11 bin 400 metre derinliğe kadar inebilen altıncı nesil bir ultra deniz sondaj gemisidir. Mart ayında ülkemize ulaşacak gemimizin, geliştirme ve test işlemlerinin ardından bu yıl içinde sondaja başlamasını planlıyoruz. dedi.
Yorum Yazın