Avrupa Birliği (AB) koronavirüs krizi gölgesinde bugün (9 Mayıs) "Avrupa Günü"nü kutluyor. 9 Mayıs 1950 tarihinde dönemin Fransa Dışişleri bakanı Robert Schuman, Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın meşhur Horloge Salonu’nda yaptığı konuşmayla Fransa ile Almanya’nın çelik ve kömür üretimlerinin Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (CECA) bünyesinde yapılmasını önerdi. Amaç; iki dünya savaşında rakip olmuş bu iki ülkenin, savaşın hammadelerini barış ve ekonomik refah amaçlı kullanmalarını sağlamaktı. Fransa’nın bu önerisi o dönem "federalleşme" adımı olarak görüldü.
Türkiye Schuman Planı’na soğuktu
Savaş sonrası 1949’da aralarında Türkiye ve Yunanistan’ın da bulunduğu 12 Batı Avrupa devletlerini bünyesinde toplayan Strasbourg merkezli Avrupa Konseyi kurulmuştu. Bu ülkelerin bir bölümü Avrupa’nın entegrasyonu için Avrupa Konseyi’nin yeterli olduğu düşüncesindeydi. Britanya, İskandinav ülkeleri ve hatta Türkiye ise bugün "Schuman Planı" olarak adlandırılan Fransız önerisine sıcak bakmadı. Türkiye’de o tarihte iktidarda olan Demokrat Parti’nin milletvekilleri Strasbourg’da Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde yaptıkları konuşmalarda "Federal planda birleşmek isteyecek ülkelere destek verir, sempati duyarız ama kendilerine katılamayız… Türkiye’nin kaygıları başkadır. Coğrafya ve tarih tarafından dikte edilen bu kaygıların daha genel yönleri bulunuyor. Buna karşılık, eğer Britanya, İskandinav ülkeleri ve tüm Avrupa Konseyi ülkelerini kapsayan bir federasyon veya bir Atlantik federasyonu oluşursa Türkiye tereddütsüz bu birlikte yer alabilir" diyordu.
Bugün AB adını almış olan Avrupa Ekonomik Topluluğu 1985 yılında 9 Mayıs’ı "Avrupa Günü" ilan etti. Üyeleri arasında Türkiye ve Rusya’nın da bulunduğu Avrupa Konseyi ise Konsey tüzüğünün imzalandığı 5 Mayıs’ı "Avrupa Günü" olarak kutluyor!
Popülist hareketler
AB ve Avrupa Konseyi "Avrupa Günü"nü bu yıl koronavirüs krizi gölgesinde ve kriz nedeniyle Avrupa’nın geleceğinin sorgulandığı bir çerçevede kutluyor. Bir sağlık sorunu olarak patlak veren krizin ekonomik ve sosyal krize dönüşme potansiyeli, bu krizlerin haberciliğini iktidarların yapması, Avrupa kıtasında son on yıldır yükselişte olan popülist ve/veya aşırı sağcı hareketlerin olası kazançları konusunu da gündeme taşıdı.
Kriz şu ana kadar Avrupa ülkelerinde popülist ve aşırı sağcı partilerin işine yaramış görünmüyor. Bunlardan biri olan ve Avusturya’da 2017’de oy oranı yüzde 26’lara çıkan Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) oy oranı şu anda yüzde 10’larda seyrediyor. Siyasi gözlemciler Hristiyan Demokrat Başbakan Sebastian Kurz ve hükümetinin koronavirüs krizinin başlarında sınırları kapatarak aşırı sağcıların elinden büyük bir siyasi kozu aldığı görüşünde. Bunun üzerine taktik değiştiren FPÖ, şimdi hükümeti "önlemleri abartmak ve halkın korkutmakla" suçluyor. Koronavirüs kapsamında karantinadan derhal çıkılması için imza kampanyası başlatan FPÖ, şu ana kadar yaklaşık 50 bin imza topladı.
İsveç’de Jimmy Akesson liderliğindeki aşırı sağcı İsveç Demokratları (SD) partisi de krizden umduğunu bulmuş değil. Hatta krizin kaybedeni. Partinin oyları Mart başlarında sosyal demokratlarınkinden fazlaydı. Krizin başında ülkeyi karantinaya sokmadığı için hükümeti eleştiren SD’nin bu taktiği tutmadı. SD şimdi hükümeti "şirket ve çalışanları yeterince korumamakla" suçluyor. Kriz Başbakan Löfven’in popülaritesini yüzde 44’lere çıkarırken, Akesson yüzde 27'lerde seyrediyor.
İspanya’da da popülist VOX partisi kriz yönetimi konusunda Sosyalist Parti ile radikal sol Podemos koalisyonunu özellikle sosyal medya üzerinden yürüttüğü kampanyalarla eleştiriyor. Ancak anketlere göre oy oranında gözle görülür bir artış söz konusu değil. Oy oranı yüzde 13’lerde sabitleşmiş durumda.
İtalya’da aşırı sağcı lider Matteo Salvini’nin partisi Liga oy oranı bakımından anketlere göre hâlâ ülkenin birinci partisi görünse de koronavirüs krizinden kazanç elde edebilmiş değil. Anketlere göre halkın yüzde 60’ı teknokrat Başbakan Giuseppe Conte ve ekibinin krizi yönetim biçiminden memnun. Conte’nin krize karşı AB’nin ortak borçlanma fikrini savunması da Liga’nın elinden önemli bir kozu almış görünüyor.
Almanya, Fransa ve Belçika
Almanya'da aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi koronavirüse karşı kısıtlayıcı tedbirlerin özellikle virüsün ülkede daha az gözlemlendiği doğu bölgelerinde derhal kaldırılmasını savunuyor. Diğer popülist partiler gibi "özgürlükler" kartına oynuyor. Oy oranı yıl başında yaklaşık yüzde 15 olan parti son anketlere göre şu anda yüzde 11 düzeyinde seyrediyor.
Fransa’da aşırı sağcı lider Marine Le Pen’in Milli Bütünleşme (RN) partisi sempatizanlarının yüzde 40’ı COVID-19 virüsünün "laboratuvarda yaratıldığını" düşünüyor. Aşırı sağcı hareketler uzmanı Fransız sosyolog Jean-Yves Camus, pandeminin aşırı sağcı partilere "dünyayla ilgili komplocu vizyonlarını geliştirme fırsatı verdiğini" söylüyor. RN oy oranı bakımından Fransa’nın birinci partisi olmayı sürdürüyor.
Belçika'da Flaman aşırı sağcı parti Vlaams Belang (VB) da krizin hükümet tarafından kötü yönetildiği tezi temelinde güç kazanmanın peşinde. VB, liberal etiketli Sophie Wilmes başkanlığındaki azınlık hükümetinin unsurlarından olan milliyetçi-muhafazakâr Neo-Flaman İttifak partisini zayıflatıp, kendisiyle müzakereye zorlamak ve böylelikle olası bir bağımsızlık yolunda tüm Flaman bölgesinin kontrolünü ele geçirmek istiyor.
Avrupa'nın popülistleri koronadan çıkar peşinde
AB bugün koronavirüs krizi gölgesinde 'Avrupa Günü'nü kutluyor. Avrupa'nın popülistleri ise koronavirüsten çıkar sağlamanın peşinde.
Yorum Yazın