Nijerli bir arkadaşım ile Nijer ve Afrika’nın kalkınmasına önayak olacak bir üniversite kurma projemiz vardı.
Geçtiğimiz yılsonunda bu proje gerçek oldu ve Nijer’de üniversite kuruldu. Üniversitenin kuruluş amacını taşıyan “
Temel Kalkınma” dersini ben verecektim. Ancak ikinci eğitim yılına girilmesine rağmen bu dersi henüz veremedik…
Neden mi?
Çünkü Nijer’de bu dersi Türkiye’den verebileceğim kalitede bir internet bağlantısı yok…
Bırakın interneti, ülkede buzdolabı bile yok…
Biliyor muydunuz; Nijer’de çöp kovası veya kutusu bulunmuyor.
Çünkü bu ülkedeki insanlar herhangi bir şeyi çöpe atacak lükse sahip değiller…
Nijer yalnızca bir örnek…
Dünyanın bir yerlerinde özel jetleri ile tatile giden insanlar ile açlıktan ölen insanlar arasındaki uçurum maalesef giderek büyüyor.
Bazıları bunu dünyanın
kuzey ve güney yarımküresi arasındaki gelir adaletsizliği olarak tanımlıyor.
Bazıları ise, adına
doğu-batı diyor…
Adı her neyse; terazideki bu fark, dünyadaki barış ortamını tehdit eden ve küresel gerilimi tetikleyen önemli bir unsur olarak ortada duruyor.
Geldiğimiz noktada; İngiliz Yardım Kuruluşu OXFAM’ın 2017 Raporuna göre; dünyadaki nüfusun %50’si tüm dünya gelirlerinin yalnızca %0,2’sini, %1’lik bir kesim ise tüm gelirlerin %82’sini elde ediyor.
Dünyadaki en zengin sekiz kişi tüm dünyanın düşük gelirli %50’lik nüfusu kadar gelir elde ediyor.
Ve ne acıdır ki; bu fark giderek artıyor.
Gelirdeki bu adaletsizliğin çok yönlü etkileri bulunuyor.
Çünkü gelir adaletsizliği fırsat eşitliğini de ortadan kaldırıyor.
İnsanların güvenlik, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlere erişimini de kısıtlıyor.
Daha da temele inersek; yaşam hakkına dokunuyor.
Bakarsak, zengin ve fakir ülkelerdeki insanların ortalama yaşam süresi arasındaki ciddi farkı görebiliriz.
Peki ülkemizin gelir dağılımında durum ve gidişat nedir?
Bir ülkedeki milli gelirin vatandaşlar arasında nasıl paylaşıldığını gösteren temel göstergelerden biri
“gini katsayısı”dır.
Bu katsayının sıfır olması tüm gelirin eşit dağıldığı anlamına gelmekle birlikte, katsayı arttıkça gelir dağılımındaki dengesizlik de artıyor.
Aşağıdaki grafik dünyanın farklı yerlerindeki birkaç ülke ile ülkemize ait “gini katsayı”larını karşılaştırıyor.
Ve maalesef ki, karşılaştırılan ülkeler içerisinde ülkemizin katsayı değeri son on yılda belirgin şekilde artmış gözüküyor.
Bu da, 2006 yılından itibaren ülkemizdeki gelir dağılımında giderek artan bir bozulmayı gözler önüne seriyor.
Şimdi biraz da rakamlara odaklanarak durumu anlamaya çalışalım.
2006 yılında nasıldık diye bakacak olursak; nüfusun en yüksek gelirli %20’lik kısmı tüm ülke gelirinin %45,6’sını,
En düşük gelirli %20’si ise gelirin %5,6’sını alıyordu.
On yıl geçti.
2016 verileri ise, en yüksek gelirli %20’lik nüfusun gelirdeki payının artırarak %48,3’a yükseldiğini,
Ancak en düşük gelirli %20’lik kısmın gelirlerdeki payının ise hiç artmadığını gösteriyor.
Bu ne anlama geliyor?
Bu, zenginin daha da zenginleştiği bir ortamda benzer bir iyileşmenin fakir için söz konusu olamadığı anlamına geliyor.
2016 verilerine göre ülkemizde her 1000 kişiden 2’si aşırı yoksulluk sınırı olan günlük 1,25 doların altında gelire sahip; ki kurdaki değişim dikkate alındığında bunun halihazırda çok daha yüksek olduğu ve olacağı aşikar.
TÜİK verilerine göre 2017 yılında her 100 kişiden 28’i ulusal yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Günümüz ekonomisi şebeklerarası şebekelerden oluşmakta.
Su, elektrik, yol ve telekomünikasyon gibi fiziksel şebekelerin yanı sıra; iş piyasası, finans, lojistik, eğitim ve sağlık gibi şebekelerin de bir arada bulunması gerekiyor.
Demek ki ülkemizde bazı bölge ve gruplar fiziksel veya ekonomik ağın kısmen dışında kalmış durumda.
Evet, mutlak gelir adaletinin sağlanması teorik veya pratikte mümkün değildir; ancak en azından “
fırsat eşitliği” noktasında daha titiz davranabiliriz ve davranmalıyız.
Dolayısıyla bu ağların oluşturulması için gereken sabit maliyetlere katlanılması fırsat adaleti için bir önkoşuldur.
Çünkü biri olmadan diğerinin tek başına yeterli olması pek mümkün görünmüyor.
Kenya’da cep telefonu kullanma oranı nüfusun %70’ini aşmışken, elektriğe ulaşım oranı hala %20 civarında kalmıştır.
Bu durumun, tek başına bir şebekenin işe yaramadığının güzel bir örneği olduğu kanısındayım.
“
Dünya Mutluluk Endeksi” sıralamasında 2017 yılında 155 ülke içerisinde 69’uncu olduk.
Yani mutlu muyuz?
Tabii ki, bir ülkedeki mutluluğun tek ölçütü kişi başı gelir değil…
Ancak yine de sormalı mıyız:
“
Kimler doyasıya mutluyken, kimler ümitsiz?