Küçük Efendi 'Şehzadenin doğumu ve çocukluğu'

Ocak ayı boyunca dört bölüm halinde sunacağım yazımda sizlere Küçük Efendi olarak da anılan, Sultan ‘Abdülhamid Han’ın torunu Şehzade Abdülkerim Efendi’yi anlatmaya çalışacağım.

Doğduğu günden vafatına kadar hayatını, başından geçenleri, aşklarını, hüzünlü yıllarını adeta bir dizi izler gibi okuyacaksınız inşaallah.

Sene 1906, Yıldız Sarayı’nda sıcak bir yaz günü sabahın dördü ve günlerden Cumadır. M.Selim efendiye saraydaki kalfalar tarafından müjde verilir.

Şehzademiz, müjdeler olsun, bir aslan parçası dünyaya geldi. Nur topu gibi bir oğlunuz oldu.



Haberi alan Şehzade M.Selim efendi sevinç ve heyecanla harem dairesindeki kendi bulunduğu daireye gider, önce hanımı yani şehzadenin annesini tebrik eder. (Nilüfer Hanım Efendi) Sonra minik şehzadeyi kucağına alır korka korka taşır, hafifçe bir tebessüm eder ve Allah’a şükür duaları eder.

Sonra kalfaları çağırarak “Hemen Hünkar babamıza haber salın” talimatını verir.

Kalfalar derhal Hünkar’a gider fakat onu kapıda karşılayan Tahsin Paşa haberi kendisine vermelerini ve Sultan’a bu haberi kendisinin ileteceğini söyler.

Kalfalar Paşa’ya bunun çok önemli bir haber olduğunu ve kendilerinin bizzat Hünkar’a iletceğini ısrarla söyleyince kapıda bir müddet bu minvalde konuşmalar yaşanır.

Kalfalar bu müjdeli haberi Tahsin Paşaya söylememekte ısrarcıdır. Aslında onların niyeti haberi bizzat Sultan’a kendileri iletip O’nun hediyelerine nail olabilmekti.

Nihayetinde Tahsin Paşa kapıya vurur, izin ister. Sultan hafif bir tebessümle “Hayırdır Paşam sesleriniz buraya kadar geliyordu, neden kalfayı içeri almadınız?” der.

Tahsin Paşa “Hünkarım nasıl alayım, paldır küldür geldiler meseleyi de anlatmadılar” deyince Sultan “Tahsin Paşam,belli ki kalfalar bize güzel, sevinçli bir haber getirmişler, seslerinden belli olur. İçeri al da neymiş öğrenelim” der.

Tahsin Paşa “Peki Hünkarım” diyerek baş kalfayı içeri alır. Kalfa huzura çıkar ve “Sultanım müjdeler olsun, ilk erkek torununuz dünyaya geldi. Şehzadeniz Mehmed Selim Efendi’nin bir oğlu oldu” diyerek haberi verir.

Sultan çok mutlu olur. Tahsin Paşa’ya döner ve der ki; “Paşam ben size dememiş miydim hayırlı haberdir diye” der.

Tahsin Paşa “Ama Hünkarım bunu bana da söyleyebilirlerdi” deyince Sultan “Tahsin Paşa sen saray adetlerini bilmez misin, müjdeyi ilk veren hediyeyi alır, kalfanın rızkını kesme.” Diyerek kalfaya bir kese altın hediye edilmesini talimat verir.



Sultan öğlene doğru küçük şehzadeyi görmek için  M.Selim Efendi’nin dairesine gider. Önce annesi Nilüfer Hatun’u tebrik eder sonra yeni doğmuş şehzadeyi “Maşallah”diyerek, yavaşça eline alır, Allaha şükür eder ve küçük şehzadenin yüzüne bir müddet anlamlı ve tebessümle bakar.

Yanında bulunan Şehzade M.Selim Sultan’a minik şehzadenin ismini koymaları ve kulağına ezanı okumaları ricasında bulunur.

Sultan küçük şehzadenin ellerine bakar. Şehzade minicik, ufacık ellerini sonuna kadar açmış, avuç içleri görünüyor. Sultan “Hey maşallah bu şehzademiz çok cömert, çok eliaçık biri olacak Kerim’im“ der ve sonra O’na Allahın cömert kulu anlamına gelen Abdülkerim adını koyar. Sonrasında kulağına ezanı okuyarak salavat getirerek Şehzade’nin ismini söyler.

Sonrasında Sultan şu güzel duayı eder;

Allah soyunu mübarek etsin, Oğuz’un, Ertuğrul Gazi’nin, Osman Bey’in, Fatih’in, Yavuz’un yolunda olursun inşaallah.

Sonra minik şehzadeyi hafifçe yatağına bırakır, lakin şehzade bırakır bırakmaz ağlamaya başlar. Sultan ağlamasına dayanamaz O’nu salavat getirerek tekrar eline alır ve şehzade susar.

İkinci kez şehzadeyi yatağa bıraktığında şehzade yine ağlar ve Sultan bir kere daha kucağına alır ve Oğlu M.Selim Efendi’ye dönerek “Maşallah bu Küçük Efendi yaramaz bir şehzade olacak galiba“ der, sonrasında içinden bir müddet daha dua ettikten sonra küçük şehzadeyi yatağına koyar ve daireden ayrılır.

Sonrasında Sultan Abdülhamid Han oğlu Şehzade M.Selim Efendi’yi yanına çağırtarak şunları söyler;

Bak Şehzadem, M.Selim Oğlum, bu evladına iyi bak, tahsilini iyi yapsın, erken evlendir, çok geç kalmayın. Onu fazla sıkma, özgür bırak ama Şehzade Abdülkadir Efendi kadar özgür olmasın. Gözün hep üstünde ola. Allah onu bu millete ve Devlet-i Ali’ye bağışlasın.

Şehzade Abdülkerim Efendi’ye sarayda hep “Küçük Efendi” denirdi. 2.700 gr olarak doğmuş, hafif ve ufacık bir oğlan çocuğu olması nedeniyle babası ve kalfalar tarafından böyle adlandırılmıştı.

Küçük Efendi artık 3 yaşlarına gelmiştir ve sarayda ordan oraya koşturur. Yaramazlığı had safhada olan Şehzade’yi kimse zaptedemez.

Sarayda ise bir matem havası var, sene 1909 Sultan Abdülhamid Han tahttan indirilmiş, saray sessizliğe bürünmüş, M.Selim Efendi ve diğer şehzadeler üzüntülü, saray halkı telaşlı, kimseden çıt çıkmamaktadır.



O yıl Sultan’ın Selanik’e sürgün edilmesi kararı çıkar. Fakat M.Selim Efendi ve ailesi için izin çıkmaz. Şehzade eşi ve iki çocuğu ile Yıldız’dan ayrılır ve Yıldız Stranca Bey Yokuşu’nda bulunan köşküne gider.

İlk evladı ve Küçük Efendi’nin ablası Nemika Sultan burda kardeşine adeta annelik yapmış O’nu himaye etmiştir.

Şehzade henüz küçük olduğundan olayların farkında değildir, yaramazlıklar yapar ve çoğu zaman kendisini zaptetmek zordur lakin sözkonusu ablası Nemika Sultan olunca Şehzade onun sözünü dinler.



Birgün Küçük Efendi ablasıyla birlikte Ihlamur Kasrına giderler. Küçük Efendi henüz beş yaşındadır. Kasrın bahçesinde de bir havuz vardır.

Bahçede dolaşırlarken Küçük Efendi ablasından bir kurabiye ister. Ablası Nemika Sultan ise “Kalfayı çağırayım” der. Şehzade “Kalfayı ben de çağırırdım Sultan Ablam ama ben mutfağa gidip sizin seçmenizi istiyorum” der.

Nemika Sultan Küçük Efendi’yi kırmaz mutfağa doğru giderken de Şehzade’yi “Sakın havuza yaklaşma,hemen geliyorum.” diyerek sıkı sıkı tembihler.

Ablası gider gitmez Şehzade havuza girer ve ablasının gelişini kollamaya başlar. Tam uzaktan ablasını görünce ölü gibi havuzun ortasına yatar.

Ablası Nemika Sultan Şehzade’yi o vaziyette görünce öldü zannedip telaşa kapılır ve “Yetişin kalfalar yetişin, Küçük Efendi boğuldu!” diyerek bağırmaya başlar. Tam kalfalar gelirken Şehzade ayağa kalkıp sudan çıkar. Ablasına “Ablam sultanım ben size şaka yaptım” der. Soğuk kanlılıkla ablasının yanaklarını öper.

Ablası biraz kızgın, biraz ablalığın verdiği hoş görüyle “Tabi ya beni kurabiye diye kandırıp göndermenden anlamalıydım, hiç hesap edemedim, aşk olsun Küçük Efendi” der.



Küçük Efendi’nin yaramazlıkları bununla bitmedi elbette, ileride tekrar anlatacağız.

Şehzade Abdülkerim Efendi medrese eğitimine dört yaşında başlar. Babası M.Selim Efendi, babası Sultan Abdülhamid Han’ın tavsiyesi üzerine küçük şehzadenin eğitimini bizzat takip eder.

Ona en iyi hocaları tutar. Şehzade, Fransızca, Arapça, İngilizce, Farsça öğrenir. Bunun yanında fıkıh, tefsir, hadis ve diğer dinler hakkında pek çok ders alır.



Müzik dersleri de gören Şehzade’nin keman çalmayı sevmediği lakin ud çalmayı çok sevdiği bilinir.

Küçük Efendi’nin silah merakı vardı. Aynı dedesi gibi çok iyi bir atıcıydı, çok iyi at binerdi. Her zaman şık ve temiz giyinirdi, çizmeleri pırıl pırıldı.

Daha on yaşında o zamanlar adı Mekteb-i Sultani olan Galatasaray Mektebi’ne gider.

O zamanlar bu mektebe Mekteb-i Sultani denmesinin nedeni ise 1909 yılından sonra bütün şehzadelerin bu mektepte eğitim almış olmalarından ötürüdür.

M.Selim Efendi, mektebin Fransız eğimli ve eğitimli olması nedeniyle bundan oğlu Küçük Efendi için pek hoşnut olmaz ve ona ayrı hocalar tutar.

Bu mektep Şehzade’nin ahlakını bozacak” derdi. Mektebi fazla sevmezdi.



Evet dostlarım, yazı dizimin bu ilk bölümünde Küçük Efendi’nin doğumundan on yaşına kadar ki hayatını ele aldım. Şimdilik burada bir virgül koyuyorum, devamı haftaya inşallah.

Allah’a emanet olunuz!
OGÜNhaber