Yıl 1916’dır ve Çanakkale Savaşları devam etmektedir. Seferberlik ilan edilmiş Osmanlı devleti karşısında yedi düvel toplanmış, Osmanlı’yı yıkmak parçalamak için birleşmişlerdi.
Enver Paşa 1914 ‘te bütün şehzadelerin zabıt olmaları için saraya bir yazı göndermiştir. Tam o sıralarda Küçük Efendi ise henüz on yaşındadır ve adını yazdırarak onbaşı rütbesi alır.
Çanakkale Harbi esnasında 12 yaşında olmasına rağmen cepheye gitmek için babasından ısrarla izin ister fakat babası yaşının küçük olması nedeniyle izin vermez.
O yıl sarayda cepheye gitmek için hazırlık yapan başka şehzadeler de vardır. Bunlar, 2.Sultan Abdülhamid Han oğlu Şehzade Abdürrahim Efendi, Sultan 5.Murad oğlu Şehzade Osman Fuad Efendi, Sultan Abdülmecid Hanoğlu Şehzade Süleyman Efendi ve Ömer Faruk Efendi, Sultan Abdülmecid Han torunu Şehzade Abdülhalim ve en yaşlı şehzade olan Sultan Abdülaziz Han oğlu Şehzade Ömer Seyfeddin Efendiler idi. Başlarında ise Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi vardır.
Küçük efendi izin koparabilmek amacıyla sarayda bir o şehzadeye, bir diğer şehzadeye giderek hepsine de başvurur lakin nafile küçük olduğu için izin koparamaz.
Son olarak Şehzade Yusuf İzzeddin’e gider ve “Şehzadem siz saraydan giden şehzadelere komutanlık yapıyorsunuz, Allah aşkına bana da izin verin, Atam Oğuz’a, Osman Bey’e, Fatih’e, Yavuz’a yakışır bir şehzade olarak size katılayım” der.
Küçük şehzadeniz yaş dolu gözlerle bu ısrarını gören Yusuf İzeddin Efendi dayanamaz izin verir lakin sadece iki gün için izin verir ve “yanına üç muhafız vereceğim,mazallah başınıza bir iş gelirse ben babanıza ne derim, sizi onun izni olmadan götürüyorum” der.
Küçük Efendi bu şartı da kabul eder ve derhal yol hazırlığına başlar.
Yusuf İzzeddin Efendi sık sık tembih etmektedir “Yanımdan ayrılmayacaksınız” diye. Küçük Efendi her defasında “peki şehzadem emriniz üzere“ diyerek cevaplar amcasını.
Ve yola çıkarlar,cepheye gelirler.Şehzadeleri Enver Paşa karşılar ve kalacak yerlerini gösterir. Küçük Efendi hamasetlidir ve içinden Enver Paşaya kızar “Ne dinlenmesi, ne istirahati, ne yol yorgunluğu imiş? Biz buraya muharebeye geldik” diye.
Ve Şehzade Yusuf İzzeddin Efendiye’ de sorar “Şehzadem ne zaman düşmanla çarpışacağız,bana neden silah verilmedi?"
Yusuf İzeddin Efendi ise sakince “Lütfen sakin olunuz,biraz sabrediniz” diye cevaplar verir.
Şehzade Abdülkerim Efendi sakin olmaya çalışsa da gözlerinden ateşler fışkırıyordu adeta.
Enver Paşa cepheleri dolaşmak için yanına en kıdemli şehzade olan Yusuf İzeddin Efendi’yi alır lakin Küçük Efendi’de kendileriyle birlikte gelmektedir.
Enver Paşa itiraz eder “
Şehzadem olmaz, Küçük Efendi’nin görmemesi gereken manzaralar var”
Bunu duyan Küçük Efendi “Paşa,Paşa siz benim kimin torunu olduğumu unuttunuz galiba“ diye atılır.
Enver Paşa’nın yüzü asılır fakat nafile Yusuf İzzeddin Efendi’nin yanısıra Küçük Efendi’yi de cepheye götürür.
Götürür götürmesine lakin kasıtlı mı yapar bilinmez ilk olarak bedenleri parçalanmış, şehid düşmüş Mehmetçik’leri gösterir.
Bu manzarayı gören kıdemli Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi çok hiddetlenir ve “Paşa,Paşa yanımda çocuk var bilmez misi, neden bu manzaraları gösterirsin, biz bilmez miyiz Mehmetçiğin burda nasıl şehid olduğunu, bu nasıl davranıştır?” diyerek derhal ordan ayrılır.
Küçük Efendi bu manzaraları gördüğünde çok hüzünlenir ağlar ve Yusuf İzzeddin Efendi’ye “Keşke onların yerinde biz olsaydık“ der.
Yusuf İzzeddin efendi ise daha fazla etkilenmemesi için Küçük Efendi’yi payitahta geri yollar.
Zaten sarayda da, şehzadenin habersiz çıkışı, cepheye gidişi nedeniyle bir telaş başlamıştır. Genelde şehzadenin yaramazlıklarına alışkın olan saray efradı yine ne işler çeviriyor, neler yapıyor da ortadan kayboldu diye düşünmeye başlamışlardır ki dönüşüyle birlikte herkes bir oh çeker.
Küçük Efendi köşklerine gittiğindeyse babası M.Selim Efendi’den iyi bir fırça yer lakin çıt çıkarmadan odasına gider.
O yıllarda kendisiyle aynı yaşlarda olan ve yakın arkadaşları olan Şehzade Abdülkadir Oğlu Orhan Efendi, Sultan Reşad Torunu Nazım Efendi, Sultan Abdülhamid Han’ın en son çocuğu Abid Efendi ile birlikte aynı mektebe gitmeye devam etmektedir.
Tabi yaramazlıkları da her zamanki gibi meşhurdur. Bir gün ufak bir fare yakalar ve bir kutuya koyarak bu kutuyu okula götürür ve sınıfta hocanın masasına bırakır.
Hoca sınıfa girdiği gibi gözü kutuya ilişir. Sınıfa sorar “bu kutu kimin” diye ses yok. Hoca merak edip kutuyu açar, küçük fare içinden zıplayarak ortalığa çıkar, hoca korkusundan çığlık atıp sınıfı terk eder.
Olayı müdüre anlatınca müdür bunun Küçük Efendi’nin işi olduğunu tahmin etmekte zorlanmaz ve Şehzade’yi yanına çağırtır. Tabi Şehzade de zaten saklamaz, hemen itiraf eder.
Müdür sorar ”Neden şehzadem, bir şehzadeye bu yaramazlığı yapmak hiç yakışıyor mu“ der.
Küçük Şehzade hazır cevap ”Müdür bey ben aslında şaka yapmadım, bunca şehzadeyi okutan bir hocanın cesaretini ölçmek istedim” der.
Bunun üzerine hafifçe tebessüm eden müdür “Maşallah şehzadem gene beni ikna ettin, lakin bir daha olmasın,hadi bakalım sınıflarınıza“ der.
Gene bir başka gün Şehzade, yemekhanedeyken daha henüz tabaklar dağıtılmamışken, diğer şehzadelerin tabaklarındaki yemeklerin daha fazla olduğunu farkeder. Bu işe kızar ve tuzluğu eline alarak farkettirmeden bütün tabaklara tuz döker.
Yemeğe başlandığında bütün şehzadeler,yemeklerini yemeye başlar başlamaz tekrar çıkarmaları bir olur lakin Küçük Efendi gayet iştahla hiç itiraz etmeden yemeğini yer.
Tabi durum anlaşılmıştır. Bunun Küçük Efendi’nin işi olduğunu hepsi anlar.
Bazen geceleri saraya gider beyaz çarşafa bürünür, hortlak olur şehzade arkadaşlarını korkutur. Zavallı şehzadeler Küçük Efendi’den ne çekmişler.
Şehzade’nin yaramazlıkları saymakla, burda yazmakla bitmez. Bu ondaki keskin zekanın ele avuca sığmamanın belirtileridir hep.
Gene o yıllarda Küçük Efendi sünnet olmuş ve artık çocukluğu geride bırakmıştı. Sarayda Mevlütler hatimler okunmuş çok sade bir sünnet düğünü tertip edilmişti. Babası Selim Efendi “Memleket bu durumdayken çok şahşaalı bir tören yapmak yakışık almaz” diyerek saray efradını uyarmıştır.
Yıl 1922 Şehzademiz 16 yaşında yakışıklı, zayıf, uzun boylu, güler yüzlü bir delikanlı olmuştur. Artık Küçük Efendi gitmiş Şehzade Abdülkerim Efendi gelmiştir.
Lakin sarayda bazı şehzade amcaları ona halen Küçük Efendi deseler de şehzade artık kendisine Küçük efendi denmesinden hoşnut olmuyordu.
O yıl İstanbul İngilizler tarafından işgale uğramış saraya giriş çıkışlar onların kontrolünde yapılmaktadır. Küçük Efendi öyle istediği gibi köşkün dışına çıkamamaktadır.
Devamlı babasına söylenir “Bu kefere İngilizler ne zaman gidecekler“diye.
Diğer arkadaşları şehzadeler Abdülkerim Efendi’ye gelirlerdi. Onlarla konuşmalarında devleti nasıl kurtarırız diye çareler bulmaya çalışır, hararetli konuşmalar yapar, yerinde duramazdı.
Diğer şehzadeler “Abdülkerim Efendi 1.Dünya Harbini kaybettik, beklemekten başka elden bir şey gelmez” diyerek sakinleştirmeye çalışırlardı.
Bu konuşmaların sonunda bir keresinde silahını eline alıp dışarı çıkmaya kalkarak “siz gelmeseniz de ben tek başıma giderim! “ demişti.
Şehzadeler zar zor ikna ederek ”Abdülkerim Efendi, elbette bunlar buradan gidecekler, elbette bizden biri çıkacak, kumandanlık yapacak, istiklalimiz için meşaleyi yakacak” deyip silahı elinden almışlardı.
Evet dostlarım o yıllar zor yıllardı.
Yazımın ikinci bölümünü Abdülkerim Efendi’nin hiç dilinde düşürmediği şu sözlerle sonlandırmak istiyorum;
“Türk esir olmaz, esir alınamaz!”
Haftaya kaldığımız yerden devam etmek üzere, Allah’a emanet olunuz!