Evet Ortadoğu coğrafyasında yaşamanın kaderidir, bizi bize bırakmıyorlar, dışarıdan ve içeriden saldırılar sabotajlar yaşıyoruz ancak bunların yanısıra yaşadığımız her musibette kendi elimizle yapmış olduklarımız yüzünden yaşadığımız kayıplar dış etkenlerden daha fazla.
Bu ülkede her sene orman yangınları çıkıyor, bunların bir kısmını terör örgütleri üsleniyor diğer kısmının müsebbibi bizleriz.
Nedir mesela?
Ormanda gelip de alkol alan insanlar, içecek alan insanlar, piknik yapanlar ne kadar şişe varsa çöp varsa ağaç altlarında bırakıp gidiyor. Güneş ışığının dik düştüğü Temmuz'un en sıcak günlerinde bu şişe parçaları mercek görevi yapıyor. Bu derece sıcak havalarda küçük bir cam parçası bile yangın çıkartmak için yeterli oluyor.
Başımıza gelen sel felaketlerinde de benzer durumlar sözkonusu. Allah aşkına daha kaç sel felaketi yaşamamız lazım dere yataklarına ev yapılmaması için?
Bakıyorsunuz nehir kenarında lüks villalar, lüks siteler yapılmış ve boy boy reklamları veriliyor. Biz son Karadeniz ziyaretimizde bizzat şahit olduk bu reklamlara. Nehir manzaralı lüks evler diye boy boy asmışlar. Sorsanız herkes söyler dere yakınlarında ev yapılmaz diye. Bırakın dere çevresini dere yatakları kaldırılmış üzerine mahalleler, sokaklar inşa edilmiş. Evlerin malzeme kalitesinden, mühendisliğinden hiç bahsetmiyorum bile.
Peki ormanlarımız için bir koruma sistemi oluşturamaz mıyız?
Ormanlarımızın çevresi yüksek güvenlikli çitlerle çevrilemez mi, dronlarla 7/24 gözetleme yapılamaz mı?
Suriye sınırına 950 km duvar ördük, halen İran sınırına duvar örülüyor. Bunu ormanlarımız için yapamaz mıyız?
Tabiat öyle birşeydir ki, mutlaka intikamını alır. Denizleri doldurursunuz tsunami ile cevap verir, müsilaj ile cevap verir. Doğa intikamını alır. Biz doğaya savaş açtık ama bu savaşı kazanırsak kaybeden biz olacağız, doğaya savaş açılmaz!
Ülkemizin coğrafi konumu itibariyle az çok bellidir ne tarz doğal afetlerle karşı karşıya kaldığımız. Bu coğrafyada seller olur, yangınlar olur, depremler olur.
Bunları öngörmek için kahin olmaya gerek yok ki! Zaten deprem ölçerler bağıra bağıra haber veriyor büyük İstanbul depremi olabilir, Ege risk bölgesidir, Batı Ege'de deprem olabilir diye.
Yok efendim uzun süredir yağış olmamış bu yağışlar son elli senenin en fazla yağışıymış. Bırakın bunları, bırakın artık hatayı hep dışarıda aramayı. Biz nerede yanlış yapıyoruz gelin bunu konuşalım.
Onca taşkına sele, depreme rağmen neden beş yüz sene önce yapılan Mimar Sinan'ın köprüleri ayakta da beş sene önce yapılıp büyük şa’şaalarla, reklamlarla açılmış günümüz köprüleri adeta bir kağıt parçası gibi sele teslim olmuş, ortadan bölünmüş, parçalanmış ?
Onlar onca yüzyıl önce sellerin, taşkınların, depremlerin olacağını tahmin edip evleri, köyleri ona göre yapışlar biz bu kadar teknolojiyle bunu bilmiyoruz da nerde dere yatağı varsa ev dolduruyoruz .
Bizim atalarımız değil mi üç kıtada ölümsüz eserlere imza atan, biz o atalardan ne aldık kendimize örnek olarak, dürürstlük mü, kalite mi, işi ehline vermek mi?
Estetik anlayışımız içler acısı, mimaride sınıfta kaldık, kalite dersen yakınımızdan geçmiyor!
Onlardan bir köprü yapmasını bile öğrenemedik mi? Yazık bize!!
Dünyaya mimari eserlerle damga vuran bir milletin torunları ne oldu da herşeyi unuttuk, ne kalite kaldı, ne işçilik, ne mühendislik. Sadece reklam, sadece yaldız, sadece laf.
Allah Kur'an'da ayet-i kerime ile "Size gelen musibet, işlediğiniz (günahlar) yüzündendir..." (Şura, 42/30)
"Sana gelen kötülük, kendindendir, (günahların yüzündendir)..." (Nisa, 4/79) Buyuruyor.
Bunları söyleyince meseleyi yanlış anlayıp, başka tarafa çeken bir kesim var. Kişi yaptığından sorumludur ancak sosyal projeler kişisel projeler değildir, bütün toplumu ilgilendirir.
Eğer sosyal bir proje aldıysanız bunu en güvenilir şekilde tamamlamak sorumluluğu altındasınız. Binaların durumları ortada en ufak bir afette onlarca, yüzlerce insanın kaybına sebep olmak en büyük günahlardandır.
Dedim ya gerçekten acaiplikler ülkesiyiz. Başımıza bir bela geliyor, geldikten sonra herşeyiyle koşturuyoruz. Evet büyüğüyle küçüğüyle vatandaşlarımız koşuyor. Devletimiz koşuyor, bütün kurumlarıyla devler orda, Diyanet orda, Kızılay orda, Afad orda. Öyle ki AFAD'ın önünde bir şişe su koyacak yer kalmamış artık yardımlardan. Bu kadar yardım sever bir milletiz.
Yangınlarla ilgili yazımda belirtmiştim devlet öyle çalışıyor ki bizler kime gitsek ihtiyacınız var mı diye "Hayır devlet bizimle ilgilendi" diyor. Karadeniz'de de aynı, yaralar sarılmaya başlandı, devlet vatandaşına sahip çıkıyor ve elbette 20 sene önceki Türkiye için bu bile çok önemlidir.
Ancak bizim devlet refleksimiz başımıza bir şey geldiğinde ortaya çıkmamalı. Artık kanun düzeyinde de çok ciddi önlemlere yönelik çalışmalar yapılmalı. Ancak başımıza gelen bir olaydan sonra koşturmak değil, bütün bunlar olunca en az kayıp nasıl olur diye koşturmak daha önemli değil mi?
Neden başımıza gelmeden, tedbir almıyoruz, neden rehavet zamanında bu kadar kaygısız davranıyoruz, millet olarak karakterimiz mi bu acaba?
Önce tedbir alınması gerek. Tedbire yönelik kanunlar çıkarılması, denetimlerin sıkı şekilde yapılması gerek.
Devletimizden beklentimiz acilen tedbir kurulları oluşturup bu konulara ağırlık vermesidir.
İnşallah biz bu yaşananları Allah'tan bir uyarı görüp yaşananlardan ders alırız da bizden sonraki nesil bari bu acıları yaşamaz.
Allah'a emanet olunuz!