Deniz, kum, bataklık, dağ, orman, göl, ören sahası, otel, çadır, uçak, kamyon, tren, bir kilisenin köşesi veya parktaki bir bank, hatta çimlerin ıslak zemini hiç fark etmez. Yeter ki yeni coğrafyalarına ulaşsın, yeni maceralar yaşasın, yeni tatlar alsın. Gezgin, kaybolmanın heyecanını yaşar. Aynı zamanda bilmece gibi haritayı kullanmanın zevkini de…
Ayak bastığım gar veya havaalanlarında beni karşılayacak kimse yoksa ve nereye gideceğimi önceden bilmiyorsam; işte o zaman insana bir hüzün, bazen de bir korku çöker; ama bu hüzün ve bu korkuda bile gizli bir “zevk” vardır. Havaalanından ayrılmadan önce o kent hakkında bilgi almaya ve o ülkenin parasını temin etmeye çalışırsınız. Havaalanlarının o kurnaz ve bitirim şoförleri tarafından aldatılmamak için dikkatli olmalısınız. Bu tehlike olmasa, belki de en kolayı, kapıdaki bir şoföre “beni tipik bir pansiyona götür” demektir.
Dilleri, dinleri, töreleri, renkleri birbirinden farklı ülkelerde değişik insanlar tanıdım. Onlarla hemen kaynaştım. Yüzü aşkın ülkenin insanlarıyla birçok şeyi paylaştım; aynı trene, otobüse bindim, lokantalarında, evlerinde aynı masalara oturdum, müziklerinden zevk aldım, birlikte televizyon seyrettim, kısa süreli de olsa yaşayış biçimlerine ortak oldum, aynı havayı soludum. Hangi amaçla olursa olsun, gezmek, yeni yerler, yeni insanlar görüp tanımak insanın ufkunu sürekli genişletiyor, beynimizin gizemli koridorlarını yeni algılama biçimleriyle dünyaya bakışına yeni boyutlar katıyor, yaşamını renklendiriyor.
Gezi, bir tutkudur. Hele bu virüs vücudunuza bir kere girsin, artık yerinizde duramazsınız, bir gezi bitmeden bir yenisini düşlersiniz. İlk fırsatta tekrar yollara düşmek istersiniz.
Sabah şaşkınlıkla yepyeni bir coğrafyada uyanmak, işte o heyecan var ya! İşte bizi büyük bir tutkuyla bilinmeyene sürükleyen rüzgâr da odur.
“Gezme” görmektir, anlamaktır, bilinmeyene yolculuktur, yeniden doğmak, nefes almaktır. “Gezme” coşkudur, bir yaşam biçimidir, bir çağrıdır, özgürlüğe bir davettir. Dünyayı içinize sığdırmak yeniliklere yelken açmaktır. Yaşama katılmak, diğerlerinden farklı olmaktır.
Ahmet Telli, “Son Büyük Serüvenci”’yi dile getirdiği, “Soluk Soluğa” adlı şiirinde bu duyguyu çok güzel ifade etmiş;
İstese de kalamazdı vakit gelince,
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda,
Yürek burkulması ve hüzün ve keder,
Aralıksız doldurucu günlerin bohçasını.
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği,
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi.
Ay bile soğuktur o zaman.
Bir buz parçasıdır.
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara,
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler.
Kimi kentler kapağı aşınmış eski bir kitaba benzer, bazıları ise çaresizdir, tövbekârdırlar. Kimileri ise İstanbul gibi mirasyedidir.
Bir an önce “Yol Çağrısı”na uyun! Çünkü hayat iniş ve çıkışlarla doludur ve siz bunun “hangi noktasında” olduğunuzu asla bilemezsiniz.
Zamanı değerlendirin, fırsat yaratın, gözünüzü karartın, kapınızı şöyle iyice kilitleyip uzun yolculuklara çıkın. Evliya Çelebi gibi “şefaat” yerine “seyahat” dileyin!
Hele bir kez farklı kültürleri, özgürlük aşkını, gitme isteğini tanıyın! Vazgeçemezsiniz.
Yurt dışında uzun yıllar yaşamış ve epey de gezmiş şairimiz Nazım Hikmet’in 1920 yılında kaleme aldığı “Yol Türküsü” başlıklı şiire ne dersiniz?
Alnımızda yanar gençliğin tacı
Yorgunluğun anasını satarız
Elimizde neşemizin kırbacı
Ufukları önümüze katarız…
Göğsümüz kuvvetli, gönlümüz temiz
Tükenmez yolları tüketiriz biz
Ne saray ne hamam ne han isteriz
Nerede gün batarsa orada yatarız…
Son sözü de ünlü Amerikan yazar Mark Twain’e bırakalım. “Yirmi yıl sonra ‘yapamadıklarınıza’ daha da fazla üzüleceksiniz. Onun için bir an önce güvenli limanınızdan ipinizi çekip alın ve rüzgârların eşliğinde araştırın, keşfedin ve hayal edin”
Çok gezin e mi!.. Gezgin sevgisi ile,