Televizyonlara yayıncılar değil, büyük sermaye şirketleri sahip oldu.
Onlar da kanalların başına yayıncılıktan anlamayan finansçıları getirdiler.
Gelir gider dengesini sağlayabilmek için.
Örneğin; İrfan Şahin (Kanal D eski genel müdürü) gibi.
Bu yürümeyince başa dramacıları getirdiler.
Televizyon yayıncılığı, finansçılarla dramacılar arasında gitti geldi.
Ve giderek televizyon kanalları, özellikle prime timeda bir dizi platformu haline geldi.
İş kolaydı.
Gündüzleri ver kadınlara dedikodu programlarını, hangisinde bağırtı cayırtı fazlaysa o alsın reytingleri, akşamları da yayınla diziyi.
Risk yok. Tutarsa sorun yok, tutmadı kaldır, koy yerine yenisini.
Emek verilmiş arkasında duralım yok.
Onca kişi işsiz kalmış, finansçının umurunda mı?
Yayıncının ve yapımcının hiçbir riski yok.
Tüm risk çalışanların omzunda.
Al gülüm ver gülüm ilişkilerle bugüne kadar gelindi.
Oysa televizyon yayıncılığı öngörü ister.
İyi bir prototip yapmayı bilmek gerekir. Seyircinin ne istediğine değil, seyircinin neyi isteyeceğini bilmeyi gerektirir.
Reytingler statükoyu, o an ki durumu gösterir. Seyircinin var olanlar içinden, hangisini tercih ettiğini gösterir.
Seyircinin neyi talep ettiğini ya da farklı neye ilgi göstereceğini belirtmez.
Finansçının derdi para kazanmaktır.
“
Halk bunu istiyor.” der yürür gider.
Oysaki günümüz inovatif düşüncesinde buna yer yoktur.
Günümüzde üretim talebi belirliyor.
Yani insanlar otomobillerde geri vites sensörü ve sonrasında kamerası olsun diye yırtınmadılar.
Üretici bunları yapınca talep edildi ve standardı oluşturdu.
Günümüz televizyon yayıncılığı da böyle bir şeydir.
O yüzden televizyonculukta bir genel yayın müdürü olur. Bu yayıncıdır.
Bir de finans işleriyle ilgili ayrı bir kişi olur. Yayıncı parayla pulla ilgilenmez.
Kanalın stratejisi, tarzı ve yayın politikasıyla ilgilenir.
Kimler o kanalın yüzü olacak ona karar verir. Artık bunlar olmadığı için, logosunu kaldırdığımızda hangi kanalı izlediğimizi söyleyemezsiniz.
Ama farklı programlar olduğunda, mesela; ‘
Kim Milyoner Olmak İster’ izlediğimizde ATV, ‘
Beyaz Show’ izlediğimizde Kanal D, ‘
Güldür Güldür Show’ izlediğimizde Show Tv, ‘
Survivor’ izlediğimizde Tv8’ de olduğumuzu anlarız.
Televizyonculuk yalnızca dizi yayıncılığı değil programcılıktır.
Yeni ve farklı programlar üretmektir.
Bu anlattığım profile uygun duayen yayıncı tartışmasız Faruk Bayhan’dır.
Ve onun izinden yürüyen, yanında yetişen bir sonraki kuşağın başarılı yayıncılarından Murat Saygı yeniden Kanal D’nin başına geçmiş. Umarım televizyonculuğun akışını değiştirecek işlere imza atar.
Darısı diğer kanalların başına.
Tüm bunları nereden mi biliyorum, 30 senedir televizyona emek vermiş eşimden tabi ki..
Haftanın Filmi: A Dog’s Purpose
(Can Dostum) imdb: 6.9
Şöyle eşinizle, çocuğunuzla, evde, içinizi ısıtan, yumuşacık bir film izlemek ister misiniz?
Can Dostum; çocuklarınıza hayvan sevgisini aşılamak ve köpekleri daha iyi tanıyabilmek için yapılmış sıcacık bir film.
A Dog’s Purpose, bir köpeğin, her ölümünden sonra farklı bir cins olarak ama aynı ruhla doğması ve farklı insanların hayatına girmesini konu alıyor.
Köpeğin iç sesiyle konuşması ve tüm film boyunca onun gözünden gördüğümüz hayatlarını izlerken eğlenecek, biraz da hüzünleneceksiniz.
Ben bazı sahnelerde gözyaşlarıma hakim olamadım.
Filmin yönetmenliğini Lasse Hallstrom üstleniyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise Britt Robertson, Bradley Cooper ve Dennis Quaid yer alıyor.
Haftanın Dizisi: The Alienist (Ruh Avcısı)
İmdb: 8.1
Ve önerdiğim filmin tam zıttı olan psikolojik bir gerilim dizisi sizlere tavsiye edeceğim.
10 bölümlük olan diziyi, bir hafta içinde soluksuz izledim.
The Alienist; daha yayınlanmadan, fragmanıyla tüm dünyada dikkati çekmişti.
Oldukça iddialı bir konuya sahip.
The Alienist’in konusu:
1896 yılında, New York şehrinde, erkek çocukların illegal şekilde seks işçisi olarak çalıştırıldığı dönemde, çocukları acımasızca öldüren gizemli bir katil vardır.
Bölgeye atanan genç, tecrübesiz yeni polis şefi, şehrin en ünlü psikoloğunu ve New York Times gazetesinde illustratör olarak çalışan bir kişiyi seri katili bulmaları için gizlice tutar.
True Dedective’in ilk sezonunu yöneten Cary Fukunaga, bu dizide Hollywood filmlerinden tanıdığımız oyuncularla çalışmış.
Özellikle çocukluğundan beri takip ettiğim ve çok yetenekli bulduğum Dakota Fanning’de bu projede başrolde oynuyor.
Dakota Fanning dizide, yeni atanan polis şefinin sekreteri rolünde, erkek gibi büyütülen bir kadın karakterini canlandırıyor.
Aynı zamanda o dönemde polis departmanında çalışan ilk kadın sekreter.
Dizinin diğer önemli başrol oyuncuları ise; Daniel Brühl, Luke Evans.
10. bölüme kadar katilin kim olduğunu anlayamayacağınız ve zaman zaman tüylerinizin ürpereceği bir dizi olmuş.
Ayrıca döneme ait mekan ve kostümlerin muazzamlığını fark etmemek mümkün değil.
Herkese iyi pazarlar, iyi seyirler..