Ali Ersan Duru, Alexandra Nikiforova, Beste Kökdemir, Emel Çölgeçen, Itır Esen ve Sadi Celil Cengiz dizinin kadrosunda yer alıyor.
Türk-Rus ortak yapımı olan dizinin konusu; Osmanlı Hükümdarı ile Rus Muallime (aynı zamanda ajanlık yapacak) arasındaki aşkı anlatıyor.
Diziyi izlemeye başladığımda 1956 yılında çekilen King and I (Kral ve Ben) ve 1999 yılında yeniden çekilen Anna and The King (Genç Kız ve Kral) filmleri aklıma geldi.
Özellikle de Jodie Foster’ın başrolde oynadığı
Anna and The King filmi tabi.
O filmde de başrol karakterin ismi Anna’ydı, bu dizide de başrol isim Anna...
Yani sırf konusu değil, karakterin ismine kadar alalım demişler.
Diziye gelecek olursak; gözüme takılan karışık eleştirilerim olacak.
En iyisi, madde madde sıralayayım.
-Padişahın dövüş sahneleri Malkoçoğlu film serilerini aratmıyor.
-Dizinin başındaki kayık sahnesi, greenbox yani yeşil-mavi fonda çekilmiş;
sonra bilgisayarda o fon yok edilip arkasına boğazı yerleştirmişler.
Bu, yerli-yabancı diziler ve filmlerde yapılan bir teknik.
Ama bu kadar amatörünü, yani bu kadar belli olanını izlememiştim.
-Daha ilk bölüm olmasına rağmen devamlılığı kaçırmışlar. Padişah ve Anna’nın kayık sahnesinde; Padişahın önce sağ eli sargılıydı, sonra sol el sargılı oldu. Daha sonra tekrar sağ ele geçti.
-İskeleye gelince kayık demir atılmış vaziyette duruyordu. Herhalde kendi kendine otomatik demir atan kayık icat edilmiş o zamanlar.
-Anna’nın babası Rus mu? Niye Rum şivesiyle konuşuyor?
Ayrıca Ruslar aralarında neden Türkçe konuşuyorlar?
-Bir Padişah ki sormayın; çocuklarıyla konuşurken neredeyse günümüz babası.
Sanki birazdan “
hadi çocuklar bırakın iPad’leri sinemaya gidelim” diyecekmiş gibi geliyor.
-Sarayın dekorları üstlerine düşecekmiş gibi. Tiyatro dekorları bile bundan daha kaliteli düşünün.
Zaten düşük bütçeli bir dizi olduğu dekorlarından anlaşılıyor.
“
Hiç mi olumlu bir şey yok?” Derseniz var elbette.
Anna karakterini çok sevdim. Yani Anna’yı canlandıran Alexandra’yı çok beğendim. Doğal ve çok sevimli oynuyordu.
Ve sarayın harem ağasını canlandıran Sadi Celil Cengiz de dikkatimi çekti.
Komik olacağım diye aşırıya kaçmamış. Kıvamını tutturmuş lezzetli bir tatlı gibi karakterini çıkarmış.
Mimikleri çok sempatik. Bu diziden sonra ismi piyasada daha çok geçebilir. Umarım güzel değerlendirir.
Padişaha gelecek olursak. Keşke saçının ciks modelinden vazgeçebilseydi.
Waow (!) dedirten bir oyunculuk görmedim.
İki boyutlu, düz, derinliği olmayan sıradan bir oyunculuk.
Reytinglerine gelecek olursak eleştirilerimin haklılığı açıkça görülür. Total’de 30., AB’de 16., ABC+’da ise 19. olmuş.
Haftanın Filmi: Death Wish - Öldürme Arzusu
Aksiyon-Gerilim
İmdb: 6.4
Bu filmde sevdiğim isimler bir arada.
Bruce Willis, Vincent D’Onofrio ve Elisabeth Shue
Mavi Ay dizinden beri Bruce Willis’in hayranıyım. (Çocukluğumun ilk yabancı dizilerinden biridir.)
Özellikle 12 Maymun, ve Jackal filmleri benim için en mükemmel işleridir.
Fakat bu filmi izlerken o kadar büyük beklentiler içerinde olmayın.
Ben oldum ve biraz hayal kırıklığı yaşadım.
Klasik intikam hikayesi olan aksiyon-gerilim türü bir film.
Başı belli, sonu belli gibi ilerleyen bir senaryo.
Yine pop corn tadında, öylesine evinizde vakit geçirmek için izleyeceğiniz bir iş olmuş.
Ama aksiyonu fena olmadığı için izlemesi keyifli.
Filmin konusu; Mutlu, işinde başarılı bir cerrah olan aile babası Paul Kersey’in karısı ve kızı evlerinde saldırıya uğrar.
Karısı ölür, kızı ise komaya girer.
Ailesinin intikamını almak isteyen Paul acımasız bir katile dönüşür.
Bruce Willis yıllardır filmlerinde ustalıkla silah ve dövüş sanatını kullandı.
Ona büyük bir karizma katıyordu.
Fakat bu filmde silah tutmayı beceremeyen bir adamın, silah kullanmayı öğrenip, kendi adaletinin peşine düşmesini göreceksiniz.
Bruce Willis’i acemi silahşor görünce şaşırmayın.
1974 ve 80’lerde bu filmin başka versiyonları çekilmişti.
Remake filmleri yapmak oldukça riskli bir durumdur.
Bruce Willis’de sanki bu filmde riski ben alırım demiş.
Haftanın Dizisi: Genius - Dahi
Biyografik Drama-Belgesel imdb: 8.2
National Geographic’in üstlendiği bir proje.
Her sezon ünlü bir bilim insanının hayatını konu alıyor.
İlk sezonda Albert Einstein’ın, ikinci sezonda ise Pablo Piccasso’nun hayatı anlatılıyor.
İlk sezon Albert Einstein’ın çocukluk ve olgunluk çağına değiniliyor.
Özellikle olgunluk dönemini canlandıran Oscar ödüllü ünlü oyuncu Geoffrey Rush’ı izlemek muazzamdı.
İkinci sezon ise Pablo Picasso’nun olgunluk dönemini Antonio Banderas canlandırıyor.
Tipi etkileyici bir şekilde benzemiş açıkçası.
Yine kurgusu ilk sezon gibi işleniyor.
Geçmiş ve gelecek arasında geriye dönüşlerle (flashbacklerle) anlatılan bir hayat.
Dünya sinemasının önemli oyuncularını bu dizide izlemek çok keyifli.
Bilime, fiziğe, sanata, felsefeye önem veriyorsanız kaçırmayın derim.
Umarım Ailenizle birlikte güzel bir Bayram geçirmişsinizdir.
Herkese iyi haftalar...