Üstelik, insanın bu duygu dilinde anlaşabilmesi icin mesafelerin yakın olması da gerekmez. Onların hayatlarını, acılarını, sevinçlerini anlama, onların hayatına küçük dahi olsa bir dokunuştur samimiyet! Karşılık beklemeden yapılan, gülümseten duygudur. Ayrıca suistimale çokta açıktır. Günümüzde en çok taklit edilen duygu olduğu için sahtelerini anlamakta zorluk çekeriz. Ama sahtesi çok kısa zamanda kendini ele verir. Bir tek durumda bu samimiyetsizliği göremez insan. Aşk kalbe girince! Bir tek aşk, gözleri, duyguları kör eder. Hele birde tutku ile bağlıysanız, kulaklarınız duymaz, gözleriniz görmez.
İnsanı insan yapan o kadar çok duygu varki. Vicdan, merhamet, sevgi, aşk, özlem, üzüntü, sevinç mutluluk vs vs. Bunların tamamını iyiye kullanmaktır samimiyet! Laubalilikle arasında ince bir çizgi vardır. O çizgi biraz aşıldığında tüm duygular yerle yeksan olur ve güvensizlik başlar.
Biz bu duygularımızı, dünyadaki maddesel şeyler için örseliyor, insanlığımızdan ödün verdiğimizi farketmiyoruz. Oysa hepimiz o eski samimiyetlere hasretliğimizi her fırsatta dile getiririz. Hangimiz eski fotoğraflara bakarken iç geçirmiyor, o eski içtenliğe, insanlığa özlem duymuyoruz ki.. Peki aynı samimiyeti bu devirde yaşamamıza engel olan ne? Doyumsuzluğumuz, egomuz, hırslarımız değilmi?
Samimiyet sadakate aşıktır! Aşka aşıktır. Sadece kadın, erkek ilişkisinde değil, tüm ilişkilerde böyledir. Hele inançta samimiyet çok önemlidir. Samimiyetsiz inanç sadece sahtekarlıktır! İnsan değerlerini, inancını menfaat uğruna kullanıyor ve insanlara sadece algı yaratmaya çalışıyorsa bu çok büyük edepsizlik, ahlaksızlıktır.
Samimiyet duruma göre değişmez. Eğer değişiyorsa, menfaat devreye girmiş demektir.
Yüzümüzü sahte gülümsemeye alıştırdığımızdan beri, insanlığımızı kaybetmeye başladık. Oysa her insan kalbinde cennetle doğar! Kazanma hırsı, doyumsuzluk, şımarıklık, kibir gibi huylar samimiyetsizliği tetikliyor ve bizi mutsuzlaştırıyor.
İçten bir gülümsemenin sadaka olduğu bu hayatta, güzel şeyleri sindirerek yaşamak, paylaşmak, üzmeden, ezmeden tadını çıkarmak varken hala neyin peşindeyiz? Ardımızda hoş bir seda bırakmak bu kadar zor mu?