Orly ASALA'yı bitirdi, Karlov FETÖ'yü bitirecek...

Çünkü 1923 yılında sınırlarının dışına çıkmayacağı hususunda kendisine Katolik yemini ettirilen Türkiye, aradan yaklaşık yarım asır geçtikten sonra ilk defa topraklarını genişleterek Kıbrıs'a ayak basmıştı. Bu eylem Batılıların gözünü bir anda Türkiye'nin üzerine çevirdi. 

1974'ün Türkiye'sinde iğneden ipliğe her şey ithaldir. Ülkede üretim olmadığı gibi, olanlarda sınırlıdır. Ekonomik ve askeri ambargolar etkisini hemen gösterir ve ülkenin her yerinde benzin, elektrik ve tüpgaz başta olmak üzere un, şeker, yağ, yiyecek ve ilaç gibi temel tüketim mallarında 'yoklar' dönemi başlar.

Ambargo sürecinde enerji ve hammadde yokluğundan dolayı fabrikalar durur, işsizlik artar. Müthiş bir toplum mühendisliği çalışması sonucunda sağ-sol çatışmaları başlar. Emperyal bir Türkiye'nin ilk adımı olan Kıbrıs Barış Harekâtı, başta İngiltere olmak üzere Amerika'yı endişeye sevk eder. 

MI6 ve CIA'nin ortak ürünü olarak ortaya çıkan sağ-sol çatışmaları, yaklaşık beş yıl boyunca ülkeyi bir uçtan bir uca kasıp kavurur. Sosyalizmi istemeyen 'garip Ahmet' ile kapitalizme göğüs geren 'fakir Mehmet' birbirine kurşun sıkıp durur ve binlerce genç telef olup gider.

Derken 1980'de Ortadoğu'da dengeler bir anda değişir ve İran-Irak Savaşı patlak verir. Humeyni sürgünde bulunduğu Paris'ten uçakla Tahran Havaalanı'na inerken, İranlı öğrenciler Amerikan büyükelçiliğini işgal edip, elçilik görevlilerini rehin alır. Gerek İran, gerekse Irak'taki Amerikalı ve diğer Batılı ülke vatandaşlarının tahliyesi ve bu iki ülkeye karşı olası bir askeri operasyonda İncirlik üssünün kullanılabileceği ihtimali Türkiye'ye olan ihtiyacı arttırınca, bir Amerikan projesi olan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi gerçekleşir. Amerikalıların verdiği adreslerde bulunan tüm sağcı ve solcu gençler bir günde toplatılır ve darbeden bir gün sonra Türkiye'de sağ-sol çatışması diye bir şey kalmaz. 

Ancak Türkiye'nin rahat bırakılmaması gerekiyordu. Ne yapılıp ne edilip yeni bir sorun yaratılmalı ve ülkenin sinerjisi başka alanlara kaydırılmalıydı. Öyle de oldu. Yeni sorunun adı; ASALA idi.

Bu örgütü yaratan ekibin başında Fransa ve Amerikan istihbaratı geliyordu. ASALA, 1979 ilâ 1983 yılları arasında çok sayıda eylem yaptı. Ermeni teröristler 21 ülkede, toplam 110 terör saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda 42 Türk diplomat ile 4 yabancı hayatını kaybetti. ASALA, Türkiye içindeki ilk terör eylemini ise 7 Ağustos 1982'de Ankara Esenboğa Havalimanı'nda gerçekleştirdiği bombalı saldırı ile yaptı. Saldırıda 9 kişi ölürken, 72 kişi yaralandı. Ermeni teröristler yakalandı ve kısa bir yargılamadan sonra hemen idam edildi.

Bu örgüt, hayatının en önemli hatasını Temmuz 1983'de Paris Orly Havaalanı'nda Türk Hava Yolları kontuarını bombalamak suretiyle yaptı. Tarihe 'Orly Katliamı' olarak geçen bu saldırıda 8 Fransız vatandaşı ölüp 52 kişi yaralanınca ASALA'nın ipi bir anda çekildi ve Türkiye'nin bu örgütle mücadelesine hiçbir şekilde yardımcı olmayan Batılılar, iş kendilerine dönünce ASALA'yı bir anda tarihe gömüp gitti.

ASALA terörü nihayete erince Türkiye rahat bir nefes aldı. Fakat bu rahatlık Türklere fazlaydı. Öyle bir şey yaratılmalıydı ki, yaratılan problem Türkiye'ye ait olmalı, Türkiye içerisinde eylem yapmalı, Avrupa'ya kesinlikle bulaşmamalıydı. Yeni bir toplum mühendisliği çalışması başladı. Ancak bu defa masanın etrafındaki aktörlerin sayısı biraz daha fazlalaştı. Amerikan CIA, Alman BND, İsrail MOSSAD, İngiliz MI6 ve Fransız DGSE teşkilatları muhteşem bir eser ortaya çıkardı: PKK (Partiya Karkerên Kurdistan) Kürdistan İşçi Partisi.

PKK ilk silahlı eylemini 15 Ağustos 1984'de Eruh ve Şemdinli'de gerçekleştirdi. 2013 yılına kadar devam eden eylemlerde yaklaşık 35 bin kişi hayatını kaybetti. Yol, baraj, okul, hastane ve eğitim yatırımlarına harcanacak 350 milyar dolar para Amerikan, İngiliz, İsrail, Alman ve Fransız silah şirketlerinin cebine gitti.

PKK'nın ipini ellerinde tutanlar, hemen her detayı çok iyi düşünmüş, her eylemi çok güzel planlamıştı. Yeri gelince silahsız askerler kurşuna diziliyor, yeri gelince siviller öldürülüyor, Kürt, Alevi, Türkmen, Süryani ve Arap etnik unsurlara yönelik her eylemde yeni düşmanlıkların tohumu atılıyordu. Her eylemin bir hikâyesi, amacı ve belli kesimlere yönelik mesajı vardı. Hatta öyle bir dönem geldi ki, artık mücadeleden vazgeçildi ve iş oluruna bırakıldı.

1993 yılı Türkiye'nin çok kötü ve karanlık bir dönemidir. Faili meçhul cinayetler, suikastler, büyük şehirlere yayılan terör eylemleri, bombalamalar, kaos ve karışıklıklar hep bu yıl içerisinde yaşandı. 1993, PKK terörünün barışçıl şekilde sona erdirilmesi ve sonrasında Kuzey Irak ile Türkiye'nin birleşmesini savunan Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, bu konuyla ilgili olarak Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'i bizzat görevlendirdiği yıldır.

Türkiye'nin Musul ve Kerkük kelimelerini sık sık telaffuz etmeye başlaması Batılıları tedirgin etmeye yetti. Eşref Bitlis, PKK terörünün barış yoluyla sona ereceğini savunuyor ve bölgenin ileri gelenleriyle çözüme yönelik görüşmeler yürütüyordu. Bitlis Paşa, 7 Şubat 1993'de 'İncirlik Üssü'nden kalkan ABD uçakları, PKK'ya yardım dağıtıyor.' şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sadece 10 gün sonra, Eşref Bitlis'in uçağı henüz aydınlatılamayan nedenlerle 17 Şubat 1993'de Ankara üzerinde düştü ve Paşa şehit oldu. Daha sonra Rıdvan Özden ve Bahtiyar Aydın gibi Bitlis'in ekibi içinde yer alan bazı yüksek rütbeli askerlerde görevleri başında öldürüldü. 

Bundan sonra sıra haddini aşarak! 'Musul ve Kerkük'e girelim' diyen Turgut Özal'a gelmişti. Eşref Bitlis'in ölümünden tam iki ay sonra Özal, Çankaya Köşkü'nde zehirlenerek öldürüldüğünde tarihler 17 Nisan 1993'ü gösteriyordu. Operasyon tamamlanmıştı.

1993-2001 arası dönem Türkiye'nin çöküş dönemidir. Birbiri peşi sıra zar zor kurulup çarçabuk dağılan hükümetler, bozulan koalisyonlar, erken seçimler, ekonomik krizler, terör eylemleri, kentlerde egemen olan mafya gruplanmaları, bunlarla işbirliği yapan siyasiler, emniyetçiler, basın ve medya mensupları. Tüm bunların üzerinde askeri vesayetin muazzam baskısı, kaybolan devlet otoritesi, duran ekonomi, yüzde 400'lere dayanan devlet iç borçlanma faizleri, yüzde 7500'lere ulaşan bankalararası gecelik borçlanma faizleri, Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, bu kişinin Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığını fırlatması, bunu takiben yaşanan Türkiye'nin en büyük ekonomik krizi, Kemal Derviş'in Türkiye'ye gelmesi, siyasilerin entrikaları, boşaltılan kamu bankaları, batan bankaların devlet hazinesine yüklediği 250 milyar dolar maliyet ve daha neler neler.

15 Ekim 1973'de Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Birliği OAPEC, (OAPEC, OPEC üyesi Arap ülkeleriyle Mısır ve Suriye'den oluşur) Yom Kippur Savaşı'nda ABD'nin İsrail Ordusuna destek vermesine karşılık petrol ambargosu ilan etti. OPEC, petrol şirketlerinden ödemeleri artırmalarını isteyince 2,59 dolar olan petrol fiyatı dört kattan fazla artarak varil başına 12 dolara yükseldi. Petrol fiyatındaki bu artış petrol ihraç eden ülkeleri çok etkiledi ve Batılı devletlerin kontrolündeki petrol gelirleri Ortadoğu ülkelerine akmaya başladı.

İşte bu iki olay; 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve 1973 Petrol Krizi, Batılılar açısından Ortadoğu'nun yeniden planlanması gereğini ortaya koydu ve 'din' faktörü yeni baştan irdelenmeye başlandı.

1974'de Türkiye ve Irak'ta birbirinin adeta fotokopisi olan iki tane örgüt yaratıldı ve sinsi bir şekilde derinden derine toplumu şekillendirmeye başladı. Irak'ta ki yapının adı 'Kesnizani', Türkiye'de ki ise 'Fethullah Gülen' idi.
 

Fethullah Gülen, 1975 ve 1976 yıllarında Anadolu'nun bazı şehirlerinde verdiği Kur'an ve İlim, Darwinizm, Altın Nesil, İçtimaî Adalet ve Nübüvvet isimli konferanslarla adını duyurmaya başladı. İlk yazılarını Şubat 1979'da piyasaya çıkan Sızıntı dergisinde yazdı. Kimsenin dikkatini çekmeden toplumda hızlı bir şekilde parladı ve 40 yıl içerisinde ordudan emniyete, diyanetten maliyeye, dershanelerden üniversitelere kadar hemen her devlet kurumunda örgütlenip taraftar topladı. Nihayetinde Türkiye'de askeri darbe yapabilecek kapasiteye ulaştığını hissedince, 15 Temmuz 2016'da ordu içerisindeki taraftarları vasıtasıyla öldürücü vuruşunu yaptı. Ancak Türk halkının feraseti ve Erdoğan'ın liderlik vasfını iyi hesap edemediği için, 40 yıllık birikimi 22 saatte sıfırlandı.

Kesnizani yapılanması ile Fethullah Gülen yapılanması birbirinin neredeyse aynısı gibidir. Emperyal güçler, artık geçmişte olduğu gibi haçlı seferleri düzenlemiyor. Bunun yerine ülkelerdeki zayıf toplumsal halkalar kullanılıyor. '100 salak, 100 bin dolar para ve 100 kaleşnikof' formülüyle irili ufaklı terör örgütleri oluşturuluyor. İslam dünyasındaki mezhepler, tarikat ve cemaatler manipüle ediliyor; 'iti ite kırdırma' politikası uyguluyorlar.

Geçmişte sömürgeciliğin öncü kuvvetleri olarak misyoner okulları açan Batılılar, bugün bu okulları Müslümanlara açtırıp, finansmanını da imanlı nesiller yetiştirme adına Müslümanlara yaptırıyor. Bu okullarda, küresel elite hizmet edecek zihnen ve fikren iğdişleşmiş kölelerin yetiştirildiğine yönelik en açık örnek; Fethullah Gülen ve Kesnizani yapılanmasının mankurtlaşmış müritleridir.

Şeyh Abdülkerim Kesnizani, Kesnizani tarikatının kurucusudur. Süleymaniye'de bir aşiretin lideri iken Kadiri şeyhinden el almış ve postnişin, yani tarikat lideri olmuştu. 1978 yılında tarikatın liderliğine, Şeyh efendinin oğlu olan Muhammed Kesnizani geçer.

Muhammed Kesnizani, oldukça gizemli bir kişiliğe sahiptir. Yeni ve acemi müritler, onun ayağını; kıdemli müritler, elini; üst düzey (bölge imamı) müritler ise omuzunu öpüyorlardı. 

Tarikattaki fevkalade değişimler, oğul Kesnizani'nin tarikatın başına geçmesinden sonra yaşandı. Şeyhler ve müritler, zikirden çok siyasete merak sarmaya başladı. Tarikat toplantılarındaki sohbetler, ezoterik anlatımlarla doluydu. Kadirilerde kanlı- bıçaklı sahneler hoş karşılanmadığı halde, müritlerin dikkati bu tür ritüellere çekildi. 

Kanlı - bıçaklı gösteriler, jilet ve cam kırıklarını yeme seansları, izleyenleri cezbediyor, hayran bırakıyordu. Gösterileri yapan müritlerden ölen olduğunda, suç müridin sırtına atılıyor ve 'tam inançlı olmadığı, ihlas ve huşu ile yapmadığı için öldüğü' ifade ediliyordu.

Kesnizani tarikatında 'Telkin', 'Taht' ve 'Tavus' üzerine kurulu bir zihin yıkama modeli uygulanıyordu. İlk aşamada; örgüt evlerinde profesyonel kişilerce düzenlenen özel sohbetlerde yapılan telkinler sonucunda tarikat mensupları Şeyh'e karşı ilgi duymaya kodlanıyordu. İkinci aşamada; Allah adına, 'taht' ikramı yapılıyordu. İşi gücü olmayan kişilere devlet kademesinde belli bir komisyon karşılığında iş teklif edilirken, hali hazırda devlet memuru olanlara da makamında yükseleceği vaat ediliyordu. Üçüncü aşamada ise 'tavus' devreye giriyordu. Tavus devreye girdi mi, artık büyünün, ezoterik anlatımların, kehanet ve kerametlerin yolları açılmış oluyordu. Rüyalarda görülen Peygamber (s.a.s) mesajlarına ilaveten ilahi mesajlar da anlatılıyordu. Bu arada çağdaş hipnoz türleri de kullanılıyor, müritler bu yolla adeta zombileştiriliyor, zihinleri kontrol altına alınıyor, mankurtlar ordusu oluşturuluyordu.

Irak'ın 33 yıllık lideri Saddam Hüseyin, 2003'deki Amerikan askeri işgalinde Kesnizani tarikatı ve müritleri sayesinde devrildi. Kesnizani Tarikatı üyeleri, sarayın kılcal damarlarına varıncaya dek her tarafa sızmışlardı. Saddam'ın karısı Sacide, kardeşleri Vatban ve Barzan ile oğul Uday da dahil olmak üzere herkes müritler arasındaydı. Devletin kilit noktalarında bulunup da bu tarikata katılma konusunda tereddüt edenlere, Mossad ve CIA'nın dolarları aktarıldı. Saddam'ın en güvendiği adamlarından birisi olan İbrahim İzzet El Duri'de Kesnizani mensubuydu.

Saddam bu durumu fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti. 1990'lı yıllarda devlet kademelerine sızma hareketi 2000'li yılların başında artık tamamlanmıştı. Amerikan askeri güçleri ülkeyi işgal ederken, Şeyh Abdülkerim Kesnizani, müritlerine 'Amerikan askerlerine direnmemelerini' öğütlüyor, onların sanıldığı kadar tehlikeli olmadığını söylüyordu. Onun bu telkinleri sayesinde, ülkenin bağımsızlığı için savaşması gereken generaller beyaz bayrakları havaya kaldırarak Amerikan işgaline göz yumdu. 

İşgalin sonunda, ABD ve İsrail'le işbirliği yapmadığı için 3000 aydın, bilim adamı, araştırmacı, doktor öldürüldü. Bunların bir kısmı fizikçi, bir kısmı tarihçi, hukukçu, edebiyatçı, ilahiyatçı vs. idi. Kimileri kurşunlanarak, kimileri de işkence edilerek öldürüldü. BM'in verdiği rakamlara göre Irak yüksek eğitim kurumlarının yüzde 84'ü yakıldı, soyuldu, yıkıldı. Böylelikle koca bir ülkenin hafızası silindi.

Kesnizani ile Fethullah Gülen yapılanmasının yöntemleri ve telkinleri birbirine ne kadar benziyor değil mi? Örgüt evlerindeki sohbet ve telkinler, iş, mevki ve makam vaatleri, ezoterik anlatımlar, Peygamber Efendimizin rüyalarda görülmesi, Kesnizani'nin Amerikalı işgalcilere karşı direnilmemesi telkinine karşılık Fethullah Gülen'in 'Haçlı'nın ülkenizi işgal etmesi çok tehlikeli değildir. En tehlikeli şey, şeytanın kâfiri kâfir yapması değildir, münafıkı Müslüman göstermesidir. Onlar sizin karınıza kızınıza el sürmezler' şeklinde sarf ettiği cümle neredeyse birbirinin aynısı.

Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Andrey Gennadiyeviç Karlov'un 19 Aralık 2016'da FETÖ mensubu bir Çevik Kuvvet Polisi tarafından öldürülmesi, Fethullah Gülen yapılanmasının sonunu getirecek eylem olarak tarihe geçmiştir. ASALA'nın Orly Katliamı örgüt açısından ne kadar stratejik bir hataysa, FETÖ'nün bu suikastı da Fethullah Gülen ve örgütü açısından o kadar ölümcül bir hata olmuştur.

Bu eylemin Türk-Rus ilişkilerini bozmaya yönelik planlı bir komplo olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yok. Neyse ki hem Rus tarafı hem de Türk tarafı bu olayın provokatif bir suikast saldırısı olduğunun çok iyi farkında.

Çanlar, FETÖ ve Fethullah Gülen için çalmaya başladı.

Bugüne kadar bizim problemimiz gibi görülen Fethullah Gülen yapılanması, küresel bir tehdit olarak tüm dünyanın problemi oluverip çıktı.

Bundan sonrası Batılıların problemi..
OGÜNhaber