Doksanlı yılların kısa özeti budur.
Maalesef günümüzde siyasetin geldiği nokta da budur.
Muhalefetin özlemini çektiği de budur.
Muhalefet kanadında yer alan konvansiyonel ve internet basını, haftaya sekiz ağır yalan sığdırmasında kendini çok geliştirdi.
On beş dakika ara ile birinin başlattığı yalanı, hepsi servis ediyor.
Yalanı ilk çıkaran özür dilese de kaldırsa da diğerleri yalana devam ediyor maalesef.
Muhalefet partileri, bunların yalan olduğunu bile bile destek veriyor.
Hülasa yurtdışında bulunan firari sanıklar, firari FETÖcü internetçiler de öyle.
Dolayısıyla bir yalanın yayılması, nerede ise ışık hızıyla ölçülür hale geldi.
Zira, muhalif troll hesaplar da işe balıklama atlayınca, bir yalanı binlerce hesap nerdeyse senkron olarak paylaşıyor.
Bir de işin içine inat giriyor ki, evlere şenlik.
En basiti Man adaları palavrası.
Kemal Kılıçdaroğlu bu yalandan ötürü yargılandı, hatta tazminata mahkûm edildi ise de yalan da inadı inat.
Rasyonel düşünme falan, hak getire.
Bir insan, yalan olduğu, belgelerin düzmece ve sahte olduğu, yargı tarafından ispatlanmış olduğu halde, buna devam ediyor ise bu durum gerçekten siyaset ile değil, psikoloji dalı tıp ile alakalıdır.
Mitomani, tehlikeli bir hastalıktır, zira yalancı artık yalanlarına inanır hale gelmiş, reel dünya ile ilişkisi kalmamıştır.
Tank palet fabrikası ona keza bir gerçeklerden çok uzak olan bir yalandır ve buna rağmen, yani yalan olduğu ortaya çıkmasına rağmen, yalanda diretilmektedir.
Aynı rahatsızlık, bazı basın kuruluşları (?) için de geçerli maalesef.
Oda TV'nin, KADEM kız yurdundan çıkan "cephanelik" haberi, tamamen palavra, düpedüz ve bariz bir yalan!
O bina, eskiden bir yurttu, şu anda ise âtıl durumda.
TRT, bir FETÖ belgeseli için orayı lokasyon olarak seçmiş.
Silahlar ise oyuncak, figüran silahı.
Ancak Oda TV'nin "askeri uzmanları" bunlara -esas- ehliyetini vermiş.
Nasıl uzman iseler artık, bir kare resimden, ne anlamışlar ise…
Yalan, kâh toplumumuzda, kâh dinimizde bir ahlaksızlık abidesi olarak görülür ve yalancı insanlar dışlanır.
Bu toplumu yönetmeye talip olanlar ise, bant üretimi ile yalan üretiyor.
Utanmadan, sıkılmadan, hayasızca ve terbiyesizce.
Ahlak değerlerini İslamdan alan bu toplum, bu kadar yalan skandalından sonra, size o vizeyi verir mi?
Hayır, vermez!
Hatta, bu saatten sonra, dünyanın en doğru sözünü söyleseniz de "acaba" şüphesi yaklaşır!
Siyasette, eksen kayması olabilir.
Ancak siz kürsüye çıkıp, terörü lanetler, aynı cümlenin içinde de HDP'ye destek verirseniz, bu eksen kayması değil, düpedüz sahteciliktir, dahası, insanların aklı ile alay etmektir.
Şu özledikleri, ballandırarak anlattıkları doksanlara ve parlamenter sistemine bir bakalım mı?
Devletin şeklen var olup, reelde yok olduğu, mafyaların asayişi sağlayıp, adalet dağıttığı, terörün Allah'ın günü onlarca can aldığı, bankacılık sisteminin çöktüğü, içlerinin boşaltıldığı, insanların emeklik kuyruklarında öldüğü, hükümetlerin kurulamadığı o doksanlar.
Faili meçhullerin, anarşinin gündem olduğu, yatırımcının y'sinin bile bu ülkenin yanından bile geçmediği, rüşvetsiz reçete bile yazılmadığı, hatta hastaneye adım bile atılmadığı o yıllar.
Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis ve nihayetinde Turgut Özal'ın şehid edildiği doksanlar.
Buhran, üzüntü, yoksulluğun baş gösterdiği, yolsuzluğun ayyuka çıktığı, SSK'nın bile yolsuzluklar yüzünden battığı o dönem!
Ve bütün bunların üstelik de failleri, bugün çıkmış hükümet olmak istiyorlarmış!
Hedef kitleleri de belli, otuz yaş altı gençler.
Çünkü bu gençler, o günleri görmedi, bu rezaletleri yaşamadı.
AK Partisi iktidarında büyüyen nesile, o seneler, o çileler, masal gibi geliyor maalesef.
Onun içinde, tabiri caizse keklemek istiyorlar.
O zamanın hekimleri, elbette AK Partisi ne düşman.
Çünkü çalıştıkları hastanelerde, hastaya bedava nasihat bile vermezler, özel muayenehanelerinde ise, iliklerine kadar emerlerdi.
O dönemin öğretmenleri, tabii AK Partisine düşman.
Çünkü okullarda bilerek ders anlatmazlar, öğrencileri dershanelere mecbur bırakır, orada ücreti mukabilinde ders verirlerdi!
Rantları kesilenlerin, rahatları bozulanların, statükocu memurların, bürokratların hepsi, elbette AK Partisi ne düşman.
Çünkü çarkları kırıldı da ondan.
Diğer yandan, eskiden bir polis memuru, evini geçindirebilmek için hem rüşvete mecburdu hem de ek iş yapmaya.
Şimdiki maaşları ise dillere destan.
Karı/koca bir polis ailesinin eline geçen aylık para 14000₺, rütbeli ise daha da fazla!
Lütfen, bazı şeyleri artık olduğu gibi görelim.
Yalancılara, kâh siyasilere, kâh sözüm ona basına, kulak asmayalım, prim vermeyelim.
Yalanı ortaya atan da yayan da yalan olduğunu bildiği halde destek veren de aynı vebaldedir, aynı günahtadır.
Tıpkı Rüşveti alanın da verenin de aynı ağır vebalde olduğu gibi.
Kim özlerse özlesin, ben o doksanlı yılları hiç özlemiyorum, Allah esirgesin milletimizi.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam