Duydum ki unutmuşsun,
Yaptığım tüm hizmetleri,
Duydum ki unutmuşsun,
Metroları, Marmaray'ı,
Yazık olmuş o şantiyelerden akan terlere,
Yazık olmuş o hizmetlere harcanan bedellere.
Bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı,
Dizlerinin yerine ah dayasaydım taşlara,
Bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı,
Dizlerinin yerine dayasaydım taşlara,
Hani bendim yedi renk,
Hani tende can idim,
Hani gündüz hayalin ah, geceler rüyan idim,
Hani gündüz hayalin ah, geceler rüyan idim,
Demek ki senin için aşk değil yalan idim,
Acırım heder olan o en güzel yaşlara,
Demek ki senin için aşk değil yalan idim,
Acırım heder olan ah o en güzel yıllara.
Turgut Yarkent / Selahattin Altınbaş'ın bu güzide bestesini, biraz değiştirmek zorunda kaldım.
Çünkü bugün İBB'nin sözcüsü Murat Ongun, 23 Nisan münasebeti ile süsledikleri metro vagonlarını paylaşmış.
Altına da yağan beğeniler, methiyeler gırla.
Demek ki AK Partisi yönetimleri 27 yıl boyunca boşu boşuna çabalamış, hizmet götürmüş.
İstanbul'un havasını boşuna sobalardan kurtarmış, metrobüsler, metrolar, Marmaraylar boşuna yapılmış.
Yazık, 128 Milyar kere yazık!
Ne gereği varmış ki o kadar çabalamanın?
Ne gereği varmış gece gündüz çalışmanın?
Bugün bu hizmetleri yapanlara bariz küfrediliyor.
Hatta o AK Partisinin yaptığı metroları üç beş bayrak ile süsleyenler ayakta alkışlanıyor.
Gerçekten de beyhude geçmiş yıllar.
Tüm ülkeye yapılan dev yatırımları geçtim, İstanbul'a verilen hizmet, boşuna imiş.
İki ayda bir heykel yapılsa imiş, özel günlerde okul sınıfı gibi ortalık süslense imiş, yetecekmiş.
Yok, yok, biz iflah olmayız azizim. Gerçekten olmayız.
Bu ülke yararına kim elini taşın altına koydu ise, taşlandı.
Hiçbir şey yapmayıp, adeta asalak gibi gelip, gidenler ise, kahraman ilan edildi.
Bu dün se böyle idi, bugün de böyle.
Körü körüne bir muhaliflik, ideolojik düşmanlık güdüleri ile siyasi tercih yapan bir milletiz.
Ve bu böyle devam ettikçe de ancak işte 20 yılda bir arpa boyu yol alabiliyoruz.
Satatüko dedikleri şey var ya, işte bizde bunun feriştahı var.
Eskisen ne güzeldi değil mi?
Bugün git, yarın gel mantığında bir bürokrasi vardı.
Vatandaş, her türlü kuyruklarda, saatlerce rezil olur, bankoya geldiğinde bir güzel de azarlanır, söylene, söylene evine gitse de oyunun rengini değiştirmezdi.
Yollar yapılmaz, çöpler alınmaz, sular akmaz, elektrikler verilmez, ama kimse de sesini çıkartmazdı.
Parası olmayan hastalar, hekim görmez, ilaç bulamaz, mahallenin çıkıkçısına, ebesine gider, onlar da yetmezse ölürler ve ancak yine borçla, harçla gömülebilirlerdi.
Ama oylarının rengi değişmezdi.
Zaten niye değişsin ki, ha Ali Veli, ha Veli Ali.
Farkları ancak fiyatları idi.
Ne güzel idi eski zamanlar.
Kimse hizmet nedir bilmezdi zaten, herkes Allah'a emanet yaşardı.
Hoş, bugün de hizmet edeni bilmiyor ya millet…
Bugün, evet, her şey zorda, herkes zorda.
Ancak bu global bir sorun.
Ve dünya ile kıyaslanınca Türkiye yine iyi sayılabilir bir durumda.
Netice itibariyle bu pandemi de bir nihayete kavuşacak, ama nankörlük baki kalacak.
Sosyal medyanın canlı sohbet odalarında, arkadaşlar, asla haketmediğim bir sıfatla, “hocam ne zaman bitecek bu illet?” diye soruyorlar.
Bilmiyorum.
Çünkü bitiş ile alakalı o kadar tarihler verildi ve hepsi de tarihte kaldı.
Sanırım bu kısıtlama meselesi, birçok yönetimin de işine geliyor.
Ancak bu, sorgulamadan, gerçekleri görmezden gelerek, kör, sağır bir muhalefet yapıp, olanları da ya görmezden gelmeyi ya da kötülemeyi gerektirmiyor.
Biraz vicdan muhakemesi yapmak, hepimize iyi gelecektir.
Hele de Mübarek Ramazan ayında.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam