Ağaca odaklanan ormanı göremez!

Ancak kamuoyu na da çok büyük vazifeler düşmekte! 

Özellikle de sosyal medyada, bu aralar Adnan Oktar furyası esiyor. Esiyor da ahlak, adabı muaşeret de yerlerde geziyor!

Bizim “dava adamlarının ve hatta bayanlarının” içinde saklı birer Adnan Oktar varmış meğer de biz farkına varmamışız!

Operasyonun ilk gününde yapılan paylaşımlar ve yorumlar, ahlaki yönden yerin dibine girdi resmen!

“Açıkta kalan kedicikleri sahiplenelim”, “ulan şimdi polis olmak varmış”, “evimde iki kedi bakabilirim”, bunların en masumları! 

Peki, şimdi sizin Oktar’dan ne farkınız var? 

Yıllardır yarı çıplak namaz kılan kadın paylaşımlarına pek sesiniz de çıkmamıştı!

Ancak bu kadınların, peruksuz, makyaj sız resimleri, görüntüleri ortaya çıktıktan sonra sesler kesildi!

Edep yahu!

Şimdi de herkes operasyona odaklanmış! 

Neden daha evvel yapılmamış, niçin Oktar kaçabilmiş…

Birincisi, o soruları soranların kaçı gidipte şikayetçi oldu?

Oktar iblisi A9’da İslam ile alenen alay ederken, hangi biri savcıya suç duyurusunda bulundu?

Ya, işte böyle. Derin bir suskunluk hakim değil mi? 

Devlet neye ne zaman operasyon yapacağını iyi bilir! 

Delil toplar, gizli araştırma yapar, taşlar gediğine oturduğu zaman ise, balyozu indirir! 

Bu ara Oktar iblisine de şu cevabı vermiş olalım:

Burası Türkiye Cumhuriyeti! 
Bu ülkede İngiliz derin devleti operasyon yapamaz! 
O senin dediğin eski Türkiye de kaldı! 


Kaldı ki, İngiltere sana niye operasyon çeksin?

En sadık köpeklerinden biri sen değil misin?

Evet ülke bu olaya adapte oldu!

Ve tam da mesele burada.

Yani bu olaya odaklanma çeşidinde.

Adnan Oktar ve etrafındakiler, sadece sapkın seksomanyaklar gurubu değildi!

Tam tersi, adi ve tehlikeli bir suç örgütü, bir casusluk cephesi hatta bir Terör örgütüdür!

Aranan yerlerden çıkan sayısız silah ve mühimmat, doküman vb. deliller, bunun en önemli kanıtı olsa gerek! 

İsrail namına askeri ve sivil casusluk yapan, devlet sırlarını veren, çeşitli şantajlar yapan, kara para aklayan, belirsiz kaynaklardan, inanılmaz paralar alan bir terör örgütü!

Şimdi bazıları yine diyecek ki, “Size karşı olan herkes terörist mi oluyor?”

Hayır tabii ki de herkes olmuyor. 

Ancak bu soruyu soranlar, benim de şu soruma cevap versinler:

Evden çıkan uzun namlulu ve dürbünlü silahlar ne işe yarıyor? 

Savunma amacı ile bir iki tabancayı izah edebilirsiniz, yüzlercesini ve binlerce mermiyi değil!

Uzun namlulu ve dürbünlü silahları da değil!

Bunlar elbette madalyanın bir yüzü!

Ancak toplumumuz bu yüzü pek görmedi. 

Gördükleri ise, estetik cerrahi ürünleri, süslü, boyalı erotik modeller ve kamera önünde yaptıkları ahlaksızlıklar! 

“MaşAllah, İnşaAllah, Elhamdulillah” ile yüklü şovlar, megalomanlıkta zirve yapmış bir kart teke ve abuk subuk dans şovları!

Hiç kimse bu iblisi olduğu gibi görmedi, göremedi! 

Ya yaptıklarını komik buldu ve güldü geçti, ya da ekrana yapışıp, görmek istediğini gördü. Hepsi bu!

Ve maalesef işin temel sorunu da burada! 

Ahlaki değerler bu kadar mı yitirildi?

İki boyalı süs maymunu, hakikatleri görmekten bizi ne zaman alıkoymaya yetti!

Gelen tehlikenin farkında mıyız acaba? 

Düşman olarak karşımıza çıkan FETÖ, Kuytul, Oktar gibi şarlatanlar, tehlikenin sadece görünen yüzleri idi! 

Şimdi ise bu görünen yüzler yok. 

Ancak görünmeyen yüzler çok!

İçki, kumar, uyuşturucu, mafyacılık, zorbalık, magandalık, hak yeme, kanun tanımama, kuralsızlık, saygısızlık, hatırsızlık, yalan, riya, dedikodu, suizan, çifte standart, Fuhuş, zina… kısacası ahlaksızlığın tüm çeşitleri!

Ve günümüzde maalesef, diziler, filmler, tam da bu üstte saydıklarımı aşılıyor yurdum insanına, en önemlisi de gençliğe!

Dizilerde gördükleri şeyleri gerçek sananlar, gerçek de yaşamak isteyenler ile kaynıyor ortalık!

İyi, kötü bir arabası olan, biryerlerde bir silah bulan, sokaklarda Ali kıran, baş kesen oluveriyor!

Ve bunların en hafifi kalp kırma ile başlıyor herşey! 

Karşımızdaki insanlara saygı göstermeyi unutmuşuz adeta!

Tartışmayı anında münakaşaya, münakaşayı kavgaya, yaralamaya hatta cinayete götürür olmuşuz!

Halbuki ne demişti Yunus Emre Hz. ;

“İlim bilim bilmektir, bilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır!
Yunus der ki ey Hoca, istersen bin var hacca, hepisinden iyice, bir gönüle girmektir!”


Ve bu kültürden gelen biz, nezaketi de unutmuşuz!

Sosyal medya, gişe de birbirine yol vermemek için, gişelere sıkışan araçların resimleri ile dolu!
Peki, neyin uğruna? Çok kıymetli iki saniye uğruna mı? Allah aşkına!

Nezaketsizlik, siyasette de almış başını yürümüş. Devlet terbiyesi dediğimiz şey, tozlu raflara kaldırılmış eski bir kitap haline gelmiş! 

Devletin en yüce makamına ve sahibine yapılan hakaretlerin bini bir para!

İşin en vahim tarafı ise, topluma örnek olması gereken siyasilerin, bu duruma destek olması, hatta teşvik etmesi ve faillerine kol, kanat germesidir!

Siyasetten ayrı fikirde olmak başka bir şey dir, değişik fikirde olanlara hakaret etme, hakir görme, ötekileştirme, bambaşka bir şey dir!

Toplum, derinden iki ayrı kutuba bölündü ve bu kutupların arası, gün geçtikçe daha da açılıyor!

Peki bu durum kime yarıyor?

Ne o yana ne bu yana, ama sınırlarımız dışında olup da ellerini ovuşturarak seyredenlerin işine pekala yarıyor!

Osmanlı ya küfür etmek her ne kadar çirkin ise, diğer tarafa küfür etmek de bir o kadar çirkin!

Ve burada yine aslında topluma örnek olması gerekenler işin merkezinde!

Çünkü nedense, piyasa da iş yapamayan, kim var, kim yoksa, Provokatif bir iki çıkış yapıp, gündemde kalma kavgası veriyorlar!

Ancak bizim iki kutup, bu Provokasyona balıklama atılıyor ve hemen ortalık toz dumana dönüyor!

Peki bu Provokasyonların üstünde duracak kadar olgunluk bizde yok mu? 

Karşılıklı olgunluk gösteremiyor muyuz?

Karşı kutupta olanların değerlerine saygı göstermek bize neden zul geliyor?

Futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmayı ne zaman bırakacağız?

TV’lerin sokak röportajlarında tuttukları siyasi partilerin ve liderlerinin hatalarını, birer, birer ortaya döküp, “yine de buna oy vereceğim”, hangi mantığa sığıyor Allah aşkına!

Biz toplum olarak, birbirimiz ile barışmaz isek, bizi biz yapan ahlaki değerlerimize geri dönmez isek ve bunları çocuklarımıza aşılamaz isek, gelecekte, Adnan Oktar’ı arar oluruz!

İlk emri ‘Oku’ olan bir dinin mensuplarıyız, ancak okumayı, elimizden düşürmediğimiz akıllı ama akılsız yapan telefonların ekranlarına sıkıştırmışız! 

Kitap, dergi, mecmua, hatta gazete bile… hak getire!

Okullarda öğretilen, soru cevaplamak!

Evet, bununla başarı elde edilebiliyor, ama bilgi sahibi olunmuyor. 

Lütfen bir bakar mısınız, akıllı telefon, tablet kullanma yaşı üç yaşına inmiş! 

Üç! On üç değil! Televizyondan bahsetmiyorum bile!

Veliler, çocuklarını bununla susturur olmuş!

E tabii bu çocukların da konuşma yaşı altı ya ilerlemiş!

Yani okula gidecek çocuk, daha su ya buu diyerek gidecek!

Her şeyi eğitim sisteminden bekleyenler, acaba bir dönüp de aynaya bakıyorlar mı?

“Biz ne yapıyoruz” diye kendilerini sorguluyorlar mı?

Ha sorgulamıyorlar ise de çocuklarının henüz 13 yaşında, türlü pisliklerin içinde olmalarına da şaşırmayacaklar! 

Yani gözünüzün önüne servis edilen bir ağaca odaklanıp kalırsanız, arkadında olan koca ormanı göremez hale gelirsiniz! 

Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam 
OGÜNhaber