2023 senesini geride bıraktık. Büyük bir felaket ile başlayan 2023, büyük bir zulüm, görülmemiş bir vahşet ile veda etti.
2023 bir sene idi.
Zira Osmanlı kültüründe kötü geçen bir zamana sene, iyi geçen bir zamana ise yıl denilirdi.
İnsanlık olarak 2019'dan mütevellit, yıl görmeyi unuttuk.
Pandemi ile beraber başlayan bir global felaketler zinciri, bugüne kadar seneleri sürdü gitti.
Keşke 2024 için güzel bir resim çizebilsek.
Ama ne mümkün, çünkü süren bir vahşet ile, zulüm ile, savaşlar ile başlayacak.
Kan ile göz yaşları ve trajediler ile başlayacak, ölen bebekler ile, yetim, öksüz kalan çocuklar ile başlayacak.
Böyle bir başlangıçtan nasıl iyilik, güzellik beklenebilir ki?
Çok şey öğrendik 2023 senesinden.
Mesela Türk milletinin, gerçekten de bir Zümrüdü Anka gibi, küllerinden hep yeniden doğduğunu öğrendik.
Anadolu irfanının dimdik ayakta olduğunu gördük.
On binlerce deprem şehidine, yaralısına rağmen sabredenleri gördük.
Aylarca, kendi sıhattlerini dahi hiçe sayarak, durmadan, yorulmadan, deprem bölgesinde yardıma koşanları gördük.
Ben kendi adıma, bir kez daha, aşk ile bağlandım milletime, ülkeme, vatanıma ve devletime.
Dile kolay 11 İlimiz neredeyse yerle yeksan oldu.
Ama şunu da gördük maalesef.
Devlet tüm imkanları ile en elverişsiz hava şartlarına rağmen, sadece 30 dk. Sonra refleks göstererek, yardıma koşarken, kimileri bu felaketi bile siyaset malzemesi yaparak alçaldılar.
İnsan hayatı söz konusu olmasına rağmen, yalanlar ile, iftiralar ile siyaset yaptılar.
Kimileri de, bugüne kadar topladıkları yardımlar ile neler yaptığını halen açıklamış değil, ancak hayat standartlarında büyük bir yükseliş mevzubahis.
Ve 29 Ekim geldi.
Türkiye Cumhuriyeti 100. Yılına erdi.
Türkiye yüzyılı başladı.
Bizler bunun sevincini yaşarken, çok yakınımızda, eski topraklarımızda bir savaş meydana geldi.
Ve o günden bu güne, neredeyse naklen, hiç görülmemiş bir vahşet ile sürdürülen bir etnik temizliğe Şahid oluyoruz.
22000 sivilin ki kahir ekseriyeti çocuk, bebek ve kadınların katline Şahid oluyoruz.
Ancak bundan da bir şeyler öğrendik.
Rusya'nın Ukrayna ya attığı bir füze, savaş suçu oluyor, ama İsrail'in güdümsüz, gelişi güzel yaptığı, sivil hassasiyetini gözetmeksizin yaptığı ağır bombardımanların ise "meşru müdafaa" olduğunu öğrendik.
Uluslararası hukukun aslında olmadığını, basın ve fikir hürriyetinin aslında olmadığını, ABD den, Almanya'dan öğrendik.
1938 de başlayıp 1945 de biten Holokost un, Siyonistlere ilelebet bir mağduriyet serbestliği verdiğini öğrendik.
Ancak şunu da öğrendik ki, başlarına gün aşırı bombalar da yağsa, gelişi güzel kurşunlansalar da, pes etmeyen bir avuç insanı öğrendik.
Ağır silahları olmaksızın, hava kuvvetleri olmaksızın, ancak bulundukları bölgeye göre dizayn edilmiş bir savaş taktiği ile, sadece İsrail'in terör ordusunu değil, ABD başta olmak üzere tüm Batı dünyasına yenilgiyi tattıran bir Kassam Tugaylarının destanını izliyoruz.
Savaş çok kötüdür.
Savaşta ilk kaybeden, hatta yok olan gerçektir.
Devrimizde bu hiç olmadığı kadar geçerli, zira Gazze de öldürülen Basın mensubu meslektaşlarımızın sayıları, birinci, ikinci dünya savaşında ölen basın mensuplarının sayısını geçti.
Peki biz ne durumdayız?
Biz hep aynı, derin kutuplaşmaya tam yol alabanda devam.
Bu konudaki tüm çirkinliklere girmek bile istemiyorum, bezdim.
İç siyasete de girmek istemiyorum, şiştim.
Neticede, siz değerli okurlarımıza mutlu bir 2024 dileyerek, mutlu yılları ümit etmek kalıyor.
İnşallah her şey istediğiniz gibi olur.
Bir diğer yazımızda buluşmak ümidi ve dua ile Vesselam